İsmail Dede Efendi

İSMAİL DEDE EFENDİ

Türk musiki tarihinin büyük bestekârlarının başında gelen ve Dede Efendi olarak nam salan Hammâmîzâde İsmail Dede Efendi, 9 Ocak 1778’de Şehzadebaşı civarında bir evde dünyaya geldi. Babası Süleyman Ağa, Sayda valisi Bosnalı Cezzar Ahmed Paşa’nın mühürdarlığında bulunmuş ise de Rauf Yektâ’nın Esâtîz-i Elhân’da aktardığına göre, Paşa’nın gaddar ve kan dökücü bir kimse olmasından dolayı hizmetinden istifa edip İstanbul’a gelmiş ve Şehzadebaşı’ndaki Acemoğlu Hamamı’nı satın alarak hamamcılıkla geçinmeye başlamıştı. Süleyman Ağa İstanbul’a geldikten bir müddet sonra Rukiye isminde bir hanımla evlenmiş ve bu izdivaçtan dünyaya gelen oğullarına, Kurban Bayramı’nın birinci günü doğduğu için ‘İsmail’ adını vermişlerdir.

İsmail 3-4 yaşlarında iken babası Acemoğlu Hamamı’nı satmış ve bugün Kocamustafapaşa’daki Çevre Tiyatrosu’ndan Odabaşı’na doğru giden caddeye ismini vermiş olan Altımermer mevkiinde, Ramazan Efendi Camii ile Hekimoğlu Ali Paşa Camii arasında kalan bir sokakta ismi yaşayan ‘Kurusebil’ Mahallesi’ndeki Çavuş Hamamı’nı satın almış ve ailesiyle birlikte o civardaki bir eve nakletmiştir.  İsmail sekiz yaşına gelince Hekimoğlu Ali Paşa Camii’nin bitişiğindeki Çamaşırcı Mektebi’ne başlamış ve ilk öğrenimini orada tamamlamıştır. Mektepte sesinin güzelliği ve ‘ilâhîcibaşılık’taki başarısıyla dikkat çekmekteydi. O civarda konağı bulunan dönemin musiki üstatlarından Uncuzâde Seyyid Mehmed Emin Efendi, çocuklarından birinin Çamaşırcı Mektebi’ne başlaması sebebiyle İsmail’i tanımış ve sahip olduğu üstün musiki kabiliyetini fark edip, bu seçkin talebesine kadim üstatların birçok güzide eserini meşk etmiştir. Mehmed Emin Efendi, İsmail’e evlat gözüyle baktığından musiki terbiyesine dikkat ettiği kadar istikbalinin teminini de düşünmüş ve on dört yaşına gelmiş olan İsmail’in Başmuhasebe Kalemi’ne çırak olmasına yardımcı olmuştur. İsmail, yedi sene kadar hem bu kaleme hem Uncuzâde’nin derslerine devam etmekle beraber pazartesi ve perşembe günleri de Yenikapı Mevlevihanesi’ne gitmiş ve o tarihlerde dergâhın postnişîni olan Ali Nutkî Dede Efendi’den musikinin inceliklerini öğrenmeye başlamıştır. İlk iş olarak musiki öğrenimi sebebiyle dergâha devama, sonraları Mevlevîlerin haftalık merasimleri demek olan “mukabeleler”e iştirak etmeye başlayan İsmail, Mevlevîliğe ilgi duymaktaydı. Mevlevîliğe olan sevgisi günden güne kuvvetlenince nihayet bu isteğine karşı duramadı ve Ali Nutkî Dede’ye bağlandı, Yenikapı Mevlevîhânesi’nde, 1001 gün sürecek olan Mevlevî çilesine girdi.

Dede Efendi çileye girdiğinin ikinci senesinde en nefis eserlerinden biri olan “Zülfündedir benim baht-ı siyâhım” mısraı ile başlayan meşhur Bûselik şarkısını besteler. Kısa zamanda tutulan ve kulaktan kulağa yayılan şarkının şöhreti gittikçe artar ve kendisi de bestekâr olan, musikişinasların büyük hâmîsi III. Selim’in huzurunda okunur. Şarkı padişahın pek hoşuna gittiğinden bestekârının saraya çağrılmasını arzu eder. Bunun üzerine padişahın yakınındaki musiki üstatlarından Vardakosta Ahmed Ağa –kendisi de Mevlevîdir-, dergâha gelir ve padişah buyruğunu iletip müsaade isteyince Şeyh Efendi, “Emirleri baş üstüne ancak, kendileri çilededir, çilesi de iki seneye erişti, tarîkimizin usûlüne göre gece dışarıda kalamaz, rica ederim herhâlde akşam ezanından evvel dergâha dönsün…” der ve Derviş İsmail’i Ahmed Ağa’ya teslim ederek padişaha gönderir. Üçüncü Selim, İsmail’i derhal huzuruna kabul eder, takdir ve iltifatlardan sonra Bûselik şarkısını okutur. Şarkı padişahın çok hoşuna gider, bir defa daha okumasını ister, sonra üçüncü defa okutur. O kadar hoşlanır ki, Derviş İsmail’i ihsana gark eder ve vaktinde dergâha geri gönderir.

Derviş İsmail 6 Mart 1801’de çile süresini tamamlayarak Dede unvanını aldı ve dergâhın kendisine ayrılan bir ‘hücre’sinde yaşamaya başladı. Yenikapı Mevlevîhanesi’nde hücrede oturanlar zümresine dâhil olduktan sonra, bilhassa mukabele günlerinde odası ondan yararlanmak için gelen musiki heveskârlarıyla dolup taşmaya başlamıştı. Dede Efendi bu yıllarda birçok eşsiz eserler meydana getiriyor ve bu eserler dergâha gelen öğrencileri vasıtasıyla İstanbul’un musiki toplantısı yapılan muhtelif mahallerinde yayıldıkça, namının büyük bir şöhret kazanmasına sebep oluyordu. Sultan III. Selim, Dede’yi tekrar huzuruna kabul etmiş ve yakınında bulunan marifet sahibi kimselere verilen ‘müsâhib-i şehriyârî’ unvanı ile taltif etmiş ve çok geçmeden Dede’yi Hünkâr Başmüezziniği’ne getirmiştir.

Dede Efendi, 1802’nin Nisan’ında, saraylı Nazlıfer Hanımefendi’yle evlenmiştir. Dede evlenince dergâhtaki hücresini terk ederek Akbıyık mahallesinde kiraladığı bir evde oturmaya başlamıştı. Mukabele günleri olan pazartesi ve perşembeleri düzenli olarak dergâha devam ediyor, gündüzleri kendine mahsus hücrede öğrencilerinin musiki öğrenimiyle meşgûl oluyor, akşam ise mukabelede âyîn-i şerîf ve na’t okuyordu.

Ağustos 1804’te Dede Efendi’nin çok sevdiği şeyhi Ali Nutkî Dede Efendi ahirete irtihal eder. Nutkî Dede’nin irtihalini takip eden yıllar Dede’nin hayatının en buhranlı çağlarıdır. 1805’te, 3 yaşına yeni ayak basmış olan oğlu Salih’i kaybeder. 3 sene sonra annesi Rukiye Hanım vefat eder. 1810’da ise 6 yaşındaki evlâdı Mustafa’yı toprağa verir. 28 Temmuz 1808’de, 1807’de tahttan indirilen 3. Selim şehid edilir. Hem ailesindeki acılar hem de memleketin hâl-i pür-melâli, Dede Efendi gibi hassas tabiatli, özel bir insanı derinden etkilemiştir. Bu dönemde bestelediği eserleri incelerken, duygu durumundaki bu tablo göz ardı edilmemelidir. Nitekim, oğlu Salih’in vefatı üzerine 1805’te bestelediği Beyâtî makamındaki “Bir gonce-femin yâresi vardır ciğerimde” mısraı ile başlayan murabba bestesi, musikinin en yüksek burcuna daha pek genç bir çağında adım atmış olan bu büyük sanatkârın hüznünün, ses ve melodi unsurlarıyla örülmüş asil bir terennümüdür.

Devlet-i Aliyye 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kapatılması ile netameli günlerini bir nebze olsun geride bırakınca, padişah II. Mahmud da nisbeten huzura kavuşan bu ortamda, 1826’nın temmuzunda, bir perşembe günü Yenikapı Mevlevîhânesi’ndeki mutat mukabele merasimine iştirak eder. Mevlevîhânede karşılaştığı ve şehzadelik yıllarından tanıdığı İsmail Dede’yi hatırlar ve kendisine müsahiplik teklif ederek yanına alır. Dede, II. Mahmud’un vefatına kadar onun en yakın çevresinde bulunmuş, musiki icra etmiş, talebe yetiştirmiştir. Gördüğü yüksek iltifatın da tesiriyle pek çok âyîn-i şerîf, klasik takım, şarkı, türkü, ilâhî gibi nev’lerde oldukça zengin bir repertuvar yaratmıştır. Sultan Mahmud 1839’da vefat edince oğlu Sultan Abdülmecid tahta geçmiş, Dede Efendi onun devrinde de müezzinbaşılık vazifesine devam etmiş ve haftanın belli günlerinde icra edilen fasılları idare etmiştir. 

Dede Efendi 1846 yılında, talebeleri Dellâlzâde İsmail, Mutafzâde Ahmed Efendiler ve saraydaki musikişinas arkadaşlarından saz eserleri bestekârı Tanburî Zeki Mehmed Ağa’yla birlikte hacca gitti. Hac ibadetini tamamlamasının hemen akabinde, hicrî takvime göre 10 Zilhicce 1262’ye tekabül eden 29 Kasım 1846’da, şiddetli bir salgına dönüşerek ortalığı kasıp kavuran Tifo hastalığına yakalananmış, akşam ezanı sıralarında fenalaşmış ve nihayet aynı gece sabaha karşı ruhunu teslim etti. Zeki Mehmed Ağa da yine aynı günlerde hastalanarak vefat etti. Mekke’de Hazret-i Hatice’nin ayaklarının dibine defnedilen Zeki Mehmed Ağa ve İsmail Dede Efendi’nin kabri, büyük Vehhâbî kıyımına kurban gittiği için bugün maalesef kayıptır.

 

Dede Efendi’nin Bestekârlığı

İsmail Dede Efendi’nin eserleri, Türk musiki tarihinde hiçbir bestekârın eser dağarında görülmeyen bir tür çeşitliliğine sahiptir. Bilebildiğimiz kadarıyla bestekârlık kariyerine şarkı besteleyerek başlayan Dede, ömrü boyunca şarkı bestelemeye devam edecektir. Üslûp ve usûl çeşitliliği bakımından hayli zengin bir görünüm arz eden 100 civarında şarkısının notası elimizdedir.

Avrupa Klasik Müziği’nin II. Mahmud’un reformlarıyla Osmanlı kültür dünyasında tanınmaya başladığı evrelerde bestelediği, “Kâr-ı Nev”i ile “Yine bir gülnihâl”, “Yüzündür cihânı münevver eden” gibi vals ritmindeki şarkıları onun güncel sanat ortamına rahatça uyum sağlayabildiğinin renkli örnekleridir. Bugün bile sıkça icra edilen Hicaz makamındaki Semâî şarkısı “Ey büt-i nev-edâ” ise, Dede’nin çağları aşan popülerliğinin açık bir numunesidir.

Dede Efendi 20’li yaşlarından itibaren, kâr, nakış, beste ve semâî gibi klasik beste türlerinin muhtelif formlarında külliyetli miktarda eser bestelemiştir. Bestelediği eserler, ait oldukları makam ve usûl dünyasının belkemiği hâline gelmiş, repertuvarın kıymetli hazineleri olarak varlıklarını günümüze kadar sürdürmüşlerdir.

Dede Efendi’nin bestekârlığının bir diğer kuvvetli cephesi, dinî eser bestekârlığıdır. Dede, Mevlevî âyîn-i şerîfi, durak, savt, cami ve tekke ilâhîleri gibi birbirinden oldukça farklı teknik ve işleve sahip olan beste türlerinde mükemmel eserler vermiştir. Dede Efendi’ye aidiyetini onun devrinde kaleme alınmış ilâhî mecmuaları başta olmak üzere sair kaynakları kullanarak tesbit edebildiğimiz 40 kadar ilâhî, bugün notasıyla elimizdedir. Bunların içinde fevkalâde saltanatlı, mutantan cami ilâhîleri ve mevlid tevşihlerinin yanında, muhtelif tarîkatlerin âyîn ve merasimlerinde okunan, farklı zikir türlerine eşlik edebilecek mahiyette ilâhîler bulunmaktadır.

Dede Efendi’nin Mevlevî âyîn-i şerîfi bestekârlığı ise apayrı bir inceleme konusudur. Tarz bakımından ilâhîlerden ve diğer dinî musiki türlerinden çok klasik beste türlerine benzeyen âyîn-i şerîf bestekârları arasında, Nâyî Osman Dede, Itrî, Zekâî Dede gibi klasik musikinin en büyük bestekârları bulunur. Dede Efendi Osmanlı tarihi boyunca en çok âyîn-i şerîf besteleyen kişi olarak, bestelediği 7 âyîn-i şerîfle âyîn-i şerîf bestekârlarının en önde gelenlerindendir. Âyîn-i şerîflerinden bazılarında daha önce kullanılmamış usûller denemiş, bazı kısımlarının güftelerini bizzat yazmış, makam geçkisi ve usûl kullanımı bakımından yeni yöntemler denemiştir.

Dede Efendi, bestelediği eserlerin yanı sıra yetiştirdiği talebelerle de musiki dünyasına yön vermiştir. Eski üstatlardan intikal eden eserler ile kendi eserleri, talebeleri vasıtasıyla nota dönemine aktarılmıştır. Çağdaşı olan musiki üstatlarının da yetiştirdikleri talebeler ve onlardan gelen meşk silsileleri mevcuttu. Ancak 19. yüzyılın sonlarına gelindiğinde, Dede’nin talebeleri, klasik musiki repertuvarının kuvvet merkezi olmuşlardır. Bir şekilde, Dede’nin çırağı olarak yetişen Dellâlzâde Hacı İsmail Efendi, Mutafzâde Ahmed Efendi, Yağlıkçızâde Ahmed Efendi, Üsküdarlı Dümtek Vâhib Efendi gibi üstatlara çıkan nota versiyonları, eserin en parlak, en zevkli notaları olarak temayüz ederler. Bir başka talebesi olan Eyyubî Mehmed Bey ve onun talebesi Zekâî Dede silsilesinden gelen musikişinaslar ise 20. yüzyıl klasik musiki ortamını belirlemişlerdir. Dede Efendi’nin diğer önde gelen talebeleri, Haşim Bey, Hamparsum Limonciyan, Nikoğos Ağa, İsmet Ağa, Suyolcuzâde Salih Efendi, Üsküdarlı Dümtek Vâhib Efendi, Hüseyin Azmî Dede Efendi, Çilingirzâde Ahmed Ağa, Yeniköylü Hasan Sırrî Efendi ve torunu Sermüezzin Rifat Bey’dir.

Start typing and press Enter to search