HASAN ÇELEBİ

GÖNÜL İNSANI, HATTIN ÇELEBİSİ, 

GEÇMİŞTEN BUGÜNE GÜZELİN PEŞİNDE
“HASAN ÇELEBİ”

  • Pelin Avcı

Şeyh Hamdullah ile başlayan Osmanlı hüsnühat geleneğinin yaşayan önemli temsilcilerinden Hasan Çelebi. Elli yılı aşkın süredir üretkenliğinden taviz vermeden sanatını sabırla ve bitmeyen bir aşkla icra etti. Bu sanata ilgi duyan yüzlerce insanın elinden tuttu, yolunu aydınlattı. Yazılarıyla birçok caminin kubbe ve mihraplarını, kuşaklarını ayet ve hadislerle bezeyen Çelebi’nin güzelin peşindeki yolculuğunu kendisinden dinledik.

Biliyoruz ki ömrünüzü hat sanatının gelişimi ve gelecek nesillere aktarımı için çalışarak; bu meseleyi dert edinerek geçirdiniz. Bize biraz bahseder misiniz?

Hat sanatı benim derdim oldu. Doğru. Tabii hat, bugün için ilk bakışta popüler bir sanat olarak görülebilir. Şöhreti var, kabul ediliyor. Ama hat sanatını kendime iş edindiğim zaman bu denli üstümde kalacağını kestiremiyordum. İşin boyutlarını ilk başlarda layıkıyla kavrayamamıştım. Köklü bir kültürün uzantısı olduğundan tam manasıyla haberdar değildim. O günlerde bana, “Niye bununla uğraşıyorsun, bırak bu işi.” diyen çoktu. O yıllarda bizim gibi insanlar için her şey çok zordu gerçekten.  Dersten çıktıktan sonra vapurda gelip giderken notlara bakmak için defterimi yarım açardım. Her türlü şikâyet olurdu. Yasaktı ve bugünkü imkânlar yoktu.

Spot: “Kültürümüze ait bu sanatı devam ettirebilmek en mühim derdim oldu.”

Ne ile uğraştığımın farkında değildim, hocam Hamit Aytaç vefat edince anladım. Vefat ettiği günden itibaren üç ay sırtımda bütün dünyanın ağırlığını taşıdığımı hissederek yaşadım. Bu işin bir kültür meselesi olduğunu o zaman anladım. Bu millete ait bir mesele ile baş başa kalmıştım. Çünkü hoca son halkalardan biriydi. Osmanlı’dan yetişen son isimdi. Onunla birlikte bilgileri de, sırları da gitti. Zaten kendisi derslerde fazla konuşmazdı. Dersi çıkarır bana verirdi. Ben de yanlışlarımı düzeltmeye çalışırdım. Hocam gidince yazdığım yazılar oldu mu, olmadı mı, kimseye soramadım. Tasdik ettireceğim kimse yoktu. 

Spot: “Kadırga Sanat Galerilerindeki sergimde 1970’li yıllarda yapılan eserleri de göreceksiniz. Onları son dönem eserlerimle kıyaslayabilirseniz öğrenme sürecimi de görmüş olursunuz.”

Hat sanatının Osmanlı dönemi onunla kapandı. Bizimle yeni bir dönem başladı. Hüsnühattı şahsi bir meselem olarak görmedim hiç. Milletimize, kültürümüze ait bu sanatı devam ettirebilmekti derdim. O zaman hocanın bir iki talebesi ile ilgileniyordum, sonra canıgönülden gayret ettik, talebemiz çoğaldı. Bugünkü kadar kütüphane, müze, sergi salonları yoktu o zamanlar. Eski eserleri görebilme şansım da çok azdı. Bir insan doğruyu nasıl öğrenir? Yanlışı görerek, ikisi arasındaki farkı idrak ederek öğrenir. Bu karşılaştırmayı yapacağımız kaynaklar kısıtlı olunca her şey zorlaşıyordu. Şimdi Kadırga Sanat Galerilerindeki sergimde 1970’li yıllarda yapılan eserleri de göreceksiniz. Onları son dönem eserlerimle kıyaslayabilirseniz öğrenme sürecimi de görmüş olursunuz. 

Spot: “Ye, yedir. Giy, giydir. Sev, sevdir.”

Hocanızın size verdiği öğütlerden birkaçını bizimle de paylaşır mısınız? 

İnsanlıkla ilgili öğüdü vardı. Ye, yedir. Giy, giydir. Sev, sevdir. Ders çıkarılabilir. İyi bir insan olmanın sırrı bu kadarcık şeyde saklı işte. Hocamın dışında İmam Şafii’nin ilim öğrenme ile ilgili nasihatlerini kendime sürekli hatırlatırım. 

Kardeşim! İlme şu yollarla varırsın ancak:
Evvela sende zekâvet ve dahi hırs olacak,
Sonra çok gayret olup olmayacak başka keder,
Bir de üstat gerek… Amma yine yıllar ister!

Yani önce zekâ, ikinci sırada hırs, azim gelir. Ondan sonra da çok çalışmak, gayret etmek gerekir. Sonra hocayla sürekli irtibat hâlinde olup ilmî müzakerede bulunmak ve en nihayet de bütün bu şartları uzun müddet sabırla sürdürmek lazım. 

Hat sanatı ile ilgilenmeye başladığımda 25 yaşındaydım. Ondan evvel 1954 yılında İstanbul’a gelmiş, burada 10 sene kalmıştım. İçimde bir muhabbet, ilgi vardı yazıya karşı. Ama kimse elimden tutup da bir sanatkâra götürmedi beni ki o dönemlerde bu sanatlara ilgisizlik had safhadaydı. Sanat dendiği zaman resimden başka bir şey akla gelmezdi. Yazıya dair bilgiye ulaşabileceğim hiçbir kanal yoktu. Televizyonda ya da radyoda Anadolu türküleri bile çalmıyordu. 1950’den sonra biraz gevşedi. Böyle zamanlarda ilim öğrenmek için yukarıdaki nasihatleri tatbik etmem benim için şarttı. Öyle de yaptım.

Bir dönem terzilik mesleğiyle de meşgul olmuşsunuz… 

Terzilik mesleğini ihtiyaçtan öğrendim. Çünkü aldığım maaş kifayet etmiyordu. 4 kişilik bir aileyi geçindirmek için o zamanlar terzilik yapmıştım. Bir ustanın yanında 1 hafta çalıştım, sonra pantolon kesmeyi ve dikmeyi öğrendim. Bir makine aldım. O ustanın yanında dikiş dikmeye başladım. Ceket dikimine girmemiştim. Çok vakit alıyordu. Diğer işlerime de yetişebilmek için sadece pantolon dikiyordum. Kendime de çok pantolon diktim. Şu an üstümdeki bu pantolon onlardan biri.

Çok dostunuz var mıdır?

Dost için bir tarif vardır: Dost hadi gidiyoruz dediğin zaman, nereye diye sormayandır. Dost odur. Teslimiyet, bağlılık, sadakat dostluğun alametifarikalarıdır. Her durumda; iyilikte, kötülükte, sevinçte, hüzünde her yerde yanında olabilen sana dosttur. Tabii böyle dostlarım var. Geçen sabah namazdan sonra masanın çekmecesini çektim. Orada bir kutu vardı. Kiminle görüştüysem onların kartlarını saklamışım. Kartvizitlerini orada muhafaza etmişim. Herhalde 1000’e yakın kişinin iletişim bilgileri vardı. Bir ara düşündüm atsam mı diye. Sonra dursun dedim. Bu kadar kartın bana verilmesinin sebebi elbette görüşmek, muhabbet etmek. Bir kısmı resmî sıfatları, unvanları olan kimseler. Onlarla her zaman görüşemezsin. Bir kısmı tüccar, işleri güçleri var. Gördüğün zaman bir merhaba dersin, o kadar. Dost söz konusu olduğunda bunları düşünmezsin. Dost dediğinde bütün perdeler aradan kalkar. Gerçi eskisi gibi değil, benim etkinliklerim de biraz azaldı. Pandemi hepimizi eve hapsetti. Dışarıya çıkıp da dostlarla hasbihal edemiyoruz ne zamandır. Ancak telefonla görüşme imkânımız oluyor, o da yüz yüze yapılan sohbetin yerini doldurmaz. İşte, birbirimizin sesini duyuyor, karşılıklı duada, iyi temennilerde bulunuyoruz.

Spot: Dost, hâlinden neye ihtiyacın olduğunu anlar. 

“Dost odur ki sana doğrusun diyen, Dost değildir sana doğrusun diyen.” Bu, hattatların yazmayı sevdikleri bir beyittir. Latin harfleri ile yazdığınız zaman anlaşılması pek mümkün değil. Birinci cümledeki “doğrusun”da son harf “nun”la yazılmıştır, “doğrusunu” demektir. İkinci “doğrusun”da son harf kef’le yazılmıştır ama “n” sesiyle okuruz onu. Bu sözün anlatmak istediği gibi, Dost yanlış yaptığını söyleyen, uyarandır. Ona celallenerek cevap vermek doğru olmaz. Senin hayrın için konuşuyor olabilir. Doğru yanlış ayırmadan her söylediğini tasdik ediyorsa bu kimse de sana dost değildir. 

Pandemi sizin için nasıl geçti?

Pandemide mümkün olduğunca dışarı çıkmadım. Pandemi ilahi bir afettir. “İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar.” mealinde bir ayet vardır Kur’an’da. Pandemide hep hatırladım. Hastalığın bulaşıcılığından dolayı kimse kimseye yaklaşmak istemiyor. Kimse yakınına zarar vermek ya da hakkına girmek istemiyor.

Bu aralar yağlı güreş müsabakalarını izlemeyi seviyorum. Bugüne kadar okumaktan başka bir faaliyete vakit ayıramamıştım. Kur’an ile uğraşan, biraz dinî meseleler ile meşgul olan kimseler, düğüne falan gidemezdi. Köy yerinde ayıp görülürdü. Televizyon almıştık ama hiç izlemezdim. Şimdi spor müsabakalarını izleyince dalıyorum, eşim kızıyor. Ona kusura bakma ben bu zamana kadar izlemedim, o yüzden şimdi ilgimi çekiyor diyorum. 

Bir eserin orijinaline sahip olabilseydiniz hangisini isterdiniz?

Hat sanatını bizlere öğreten bugüne kadar getiren önemli kişiler var. Osmanlı’dan itibaren düşünürsem Mustafa Râkım Efendi, Şeyh Hamdullah, Hafız Osman sonra 19. yüzyıldan 5-6 tane önemli isim… Her biri çok kıymetli. Yine de içlerinden Râkım Efendi’nin bir eserini tercih ederim. Fevkalade yetenekli, 12 yaşında icazet almış bir dâhi. Bu sanatta bir çığır açmıştır. 

“Hasan Çelebi Retrospektif” sergisini ziyaret edenlere neler söylemek istersiniz?

Hat sanatını bu günlere getirirken zor dönemlerden geçtik. Geriden gelen neslin bu değerlere sahip çıkması gerekir. Şunu bilsinler ki hat sanatı Türk milletinin kültür değerlerinin önemli bir parçası. Avrupalının yazısı ile kıyaslanamaz. Picasso’ya soruyorlar, “Yapmak isteyip de yapamadığın bir şey var mı?” O da “Var tabii,” diyor, hattatları kastederek “İslam sanatçıları ulaşmak istediğim noktaya 500 yıl önce varmışlar.” diyor. Bu bakımdan gençlerin değerlerine sahip çıkmalarını çok isterim.

Start typing and press Enter to search