Beethoven Hayranı, Bir Türkçe Âşığı Mehmed Bahaeddin Toven
Beethoven Hayranı, Bir Türkçe Âşığı
Mehmed Bahaeddin Toven
- Ali Ömer Yurddaş
Tarihte öyle kimseler vardır ki döneminde önemli işler başarmış, çevresinde sevilmiş, alanında kıymetli eserler vermiştir. Ancak kaderin cilvesi olsa gerek, vefatlarından sonra tarihin tozlu sayfalarına gömülüp gitmişlerdir. Onları sadece meraklı olanlar keşfedebilir, hayat hikâyelerinden ve eserlerinden istifade edebilirler. Baha bey de bu kimselerden biri. Yazıma başlamadan evvel bizlere Bahaeddin Toven hakkında bilgi veren, çocuklarıyla görüşmeler yapan, arşivlerden belge çıkartan, Türkiye’nin en önemli biyografi yazarlarından, Türk Tarih Kurumu’nun eski başkanı Prof. Dr. Ali Birinci hocaya teşekkürlerimi sunmak isterim. Sayesinde eskilerin tabiriyle meşâhir-i meçhûleden Baha Toven’i tanımış olduk.
Hayatı
Mehmed Bahaeddin, bundan tam 140 yıl evvel bugün Yunanistan sınırları içerisinde kalan Mora Yenişehiri’nde 28 Mart 1881 yılında dünyaya gelir. Pederi Menzilcizâde İbrahim Edhem, validesi Saniye hanımdır. Maişetini memuriyetle kazanan bu ailenin ilk göz ağrısıdır Mehmed Bahaeddin. Kendisinden sonra iki kardeşi daha olacaktır.
Aile, Mehmed Bahaeddin henüz 6 yaşındayken Bursa’ya göç eder. Böylece 1887 yılında Bursa Numune İdadisi’nde eğitim hayatına başlar Mehmed Bahaeddin. Daha sonra Bursa Askerî Rüştiyesi’ne gider, son olarak 17 yaşında Pangaltı Harbiyesi’nden mezun olur.
İlk görev yeri olan İşkodra’ya üsteğmen olarak atanır. 1899 senesinde mezun olduğu okula, yani Bursa Askerî İdadisi’ne geri döner ancak bu sefer okulun dâhiliye zabıtı olmuştur. Baha beyin eğitim ve öğretim kariyeri başlarken, bu görevinde beşinci rütbeden Mecidiye nişanı ile ödüllendirilecektir.
İyi eğitimli ve dünyayı takip eden bir Osmanlı subayı olarak kendisini devamlı geliştirir. Takvimler 1907 senesini gösterdiğinde yüzbaşılığa yükselir. Beyrut’a, Askerî Rüştiye’ye Fransızca öğretmeni olarak tayin olunur. Daha sonrasında ise İstanbul’a kurmay subayların yetiştiği Mekteb-i Erkân-ı Harbiye’de siyaset tarihi dersini veren Dirak Kelekyan’ın yanında muallim muavinliğine başlar. Meşrutiyet heyecanı devam ederken, kapıdaki savaştan hemen önce 1911 yılında binbaşı olarak Yemen’e, San’a Askerî Rüştiyesi müdürü olarak atanır.
Bursa’dan Yemen’e 1913 senesinde hayırlı bir haber gelir. Kardeşlerinden Subhiye hanım Osmanlı Devleti’nin son döneminde ve Cumhuriyet tarihimizde de askerî alanda önemli hizmetlerde bulunmuş “Asya’da Beş Türk” isimli kitabıyla meşhur Adil Hikmet Bey’le evlenir.
Baha bey 1. Dünya Savaşı’nı Yemen’de geçirir, farklı mevkilerde vazifelendirilir. Fransızca öğretmenliğine, San’a Sultanisi ve Yemen eğitim müdürlüklerine devam eder ta ki Yemen’in elimizden çıkmasında dek… Elem verici bir hadise olarak Yemen’i terk eden son Osmanlılardan biri olacaktır Baha bey.
Mondros mütarekesinden sonra İstanbul’a döner. İstanbul dönemlerinden bildiği Bâb-ı Alî çevresine dâhil olur. Bir müddet Vakit gazetesinde çalışır. Sonrasında ise Tanin gazetesinde 5 yıl yazı işleri müdürü olarak görev yapar. Ancak 16 Nisan 1925’te yayımlanan bir yazı sebebiyle gazete kapatılır, gazetenin sahibi, Baha beyin de kadim dostu Hüseyin Cahid ve diğer mesuller tutuklanarak İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne getirilir. Böylece Baha Bey ve gazetenin mesullerinin de içinde bulunduğu heyet Ankara’da, İstiklal Mahkemelerinde yargılanmak üzere Haydarpaşa’dan trene bindirilirler. Bu esnada acı bir haber daha ulaşır Baha beye: babası İbrahim Edhem efendi vefat etmiş, Eyüp Sultan kabristanına defnedilmiştir. Felekle arası bozuk olan Baha bey, ne iyi günde ne de kötü günde ailesinin yanında olabilmiştir.
Mahkemenin sonunda Baha bey beraat edip İstanbul’a döner. 1925-1933 yılları arasında Gedikpaşa Amerikan Mektebi’nde, 1925-1951 yılları arasında Robert Kolej ve Arnavutköy Kız Koleji’nde Türkçe öğretmenliği yapar. Robert Kolej’de 1944-47 yılları arasında öğrencisi olan Talat Sait Halman, Aklın Yolu Bindir adlı nehir söyleşi kitabında onun hakkında şunları anlatır:
…Son derece ilginç bir kişiliği vardı. Fakat cıvıl cıvıl, sorgulayıcı bir zekâya sahipti. Acı çekmiş bir adamdı. Kızını kaybetmişti. Rıza Tevfik’in “Selma sen de unut yavrum” diye başlayan bir ağıtı vardı. Kızı için yazılmış bir şiir. Bazen onu okurdu ezbere, ağlardı… Baha Toven’in “yeşil yılan” diye küçücük bir değneği vardı. Pek acıtmazdı ama onu bir ceza ve mükâfat aracı olarak kullanırdı. Biri kötü bir şey yaparsa, ya da çalışmamışsa “Hadi yeşil yılan” derdi. Ama iyi bir şey yapınca sağ eline hafifçe vururdu. “Çünkü, başarı için bile bir ceza, küçük bir ceza söz konusudur” derdi. Başlangıçta çok şaşırmıştım buna. Sonra anladık sembolik anlamda ne olduğunu…
Halman, hocaları arasında kendisini en etkileyen kişinin Baha bey olduğunu söyledikten sonra, Millî Eğitim’in kitaplarını okutmayıp kendi kitaplarını aldırdığından ve onun eserlerinden çok istifade ettiğinden bahseder:
Bana bir diğer öğrettiği şey, dersleri canlı vermenin ne kadar önemli olduğudur… Hem ses tonu bakımından hem bilgileri şiirle süslemek hem de her konuya eğlenceli unsur katabilmek… Baha Toven’le derslerimiz oyun gibi geçerdi. Örneğin Sir James Jeans diye çok önemli bir uzay bilimcisinin uzay hakkında bir kitabı vardı. Onu okurduk, Baha Toven değişik derslerde değişik arkadaşlara uzay gemisinde görevler verirdi Biri kaptan olur, birisi rotayı izlerdi. Ama hep kitaba göre. Hem uzayı öğrenirdik hem de dramatik bir şekilde oynayarak, canlandırarak ders yapardık. Hepimiz için çok eğlenceli olurdu. Benim Türkçe gramer bakımından en fazla yararlandığım kaynak Baha Toven’di. Noktalama diye küçük bir kitabı vardı. El kadar bir kitap. Orada noktalamanın bütün inceliklerini bulurdunuz. Dili düzgün kullanmamız için bizi bilinçlendirmesi, bütün hayatım boyunca gramer duyarlılığına sahip olmama yol açtı…
Hiç şüphesiz acılarla yüzleşmiş, farklı cephelerde savaşmış, İmparatorluğun yıkılışına şahit olmuş biriydi Baha Toven. Cumhuriyet’in kurulmasında verilen eğitim mücadelesinde de önemli bir görev üstlenmişti. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra tek partili Türkiye’nin zorlu şartları altında bir hayat mücadelesi verdiği de su götürmez bir gerçektir. Talat Bey şu sözlerle devam ediyor:
- Dünya Savaşı sırasında Türkiye’de büyük bir kâğıt sıkıntısı yaşanıyordu. Hele iyi kâğıt bulmak çok zor. Ama Baha Toven ısrar ederdi, “Bütün kompozisyonlarınız şu tür kâğıda yazılacak” diye. Herkes bu duruma çok kızıyordu. Biz ise merak ederdik “Niye bu kâğıtta ısrar ediyor?” diye. Ama hoşumuza giderdi. “Özen göstermek önemli” diye düşünürdük. Fakat bir gün çok ilginç bir olay oldu. Sınıf arkadaşlarımdan Arman Manukyan’ın babası Sirkeci’den tramvaya binmeden evvel bir balıkçıdan balık almış, Aaa bir bakmış, paketin üzerinde oğlunun ismi yazılı? Arman Manukyan’ın Baha Toven’e verdiği bir kompozisyon ödevi! Anlaşılan o iyi kağıtları Baha Toven okuduktan, notu verdikten sonra balıkçıya satıyormuş. Hem gülmüş, hem de çok üzülmüştük O zaman. Minnettarım ona. Özgür düşünceyi öğrendik ondan. Hepimizle tartışırdı. Soru sorardı. Baha Toven bize ufuklar açtı ve her şeyi sorgulardı. Çocuklar için renkli, bir nevi seminer gibiydi onun dersleri…
Baha Toven Fatih’te İtfaiye Caddesi, 43/7 numaralı dairesinde sözlük çalışmalarına devam etti. O günlerinde 12 yıllık çalışması olan Fransızcadan Türkçeye lügatinin basılması için Başvekil Adnan Menderes’e bir mektup yazdı. Zira parası olmadığı için bu eserini bastıramıyordu. Çalışması çok beğenilmesine rağmen, bütçe olmadığı için Maarif Vekaleti’nden (bakanlık) ret cevabı gelmişti. Mektubunda “Bu lügatin müsveddelerini alsınlar Maarif’e versinler, gene basmazlarsa Maarif binasının önünde yaksınlar. Beni de artık, merhameten, bu dertten kurtarsınlar” diyerek feryat ediyordu. Ancak yine de istediği olmadı. 1956 senesinde bir motosiklet kazası geçirdi. Hastane günlerinde kolon kanseri teşhisi konuldu. Ailevi sebeplerle Ankara Bahçelievler’e taşındı. 6 Ocak 1959 günü vefatına kadar burada kaldı. Kabri Cebeci Asri Mezarlığı’ndadır.
Eserleri
Baha Toven birçok alanda eserler vermiş, çeviriler yapmıştır. Dönemin moda konularından biri olan spiritüalizmle alakalı olarak İspritizma adlı aylık dergiyi 1910-1911 yılları arasında 12+3 sayı çıkarmıştır. İspritizma alanında çıkarılan ilk dergi olması sebebiyle yayın dünyasında önemli bir yer tutar.
İlk tercümesini Sir William Crooks’un La Force Psychique isimli eserinden yapar, Kuvve-i Ruhiye adıyla 1910 yılında yayımlar. Ardından Sir James Jeans’in The Stars in Their Courses isimli kitabını çevirir, Gökyüzü adıyla 1939’da neşreder.
Gençlik yıllarından beri dile ve dil öğrenmeye büyük merakı olan Baha Bey’in bu alanda çıkardığı eserlerse şöyledir: Arapça Sarf ve Nahv (1909), Küçük Gramer ve Yeni Türkçe Gramer (1931), Noktalama (1946), Türkçe Lugat (1914), Yeni Türkçe Lugat (1924). Bu çalışması çok beğenilir, Lugat-ı Baha adıyla bilinir. B. Toven Lugati-Fransızca’dan Türkçe son eseridir, maalesef basılamamıştır.
Baha bey ayrıca Velid Ebuzziya Bey’le birlikte 1943-44-45 senelerinin takvimlerini yayımlarlar. Ortağı Velid Bey’in vefatından sonra 1946 yılında kendi adını taşıyan B. Toven Takvimi’ni hazırlar, ancak takvimin bir yerinde geçen Rus meselesinin dönemin siyasi karışıklığı içinde yanlış anlaşılmasından çekinilerek takvim Ziyad bey tarafından toplatılır.
Baha Toven özgün karakteriyle çevresinde sevilen bir insandır. İlim dünyamıza değerli eserler kazandırmış, özellikle Türk dilinin gelişimi için büyük gayret göstermiştir. Gece gündüz çalışır yürümeyi çok severmiş. Robert Kolej’de çalıştığı günlerde Fatih Kadınlar Pazarı’nda kendi ismini taşıyan B. Toven apartmanından çıkar Eminönü’ne kadar yürüyüp Bebek tramvayının en tenha köşesine çekilir, yol boyunca notlar alırmış. Her zaman iyi giyinir ve yediğine içtiğine çok dikkat eder, evinde devamlı aşçı bulundururmuş. Klasik Batı müziğinin yanı sıra Doğu’nun Yıldızı, Mısırlı şarkıcı Ümmü Gülsüm’ü de pek severmiş.
Klasik Batı müziğine duyduğu ilgi ve derin muhabbet, 1934 yılında yürürlüğe giren Soyadı Kanunu ile beraber onu Toven soyadını almaya sevk eder. Bu tarihten itibaren imzasını Beethoven’i çağrıştırır bir kısaltmayla, “B. Toven” şeklinde atar. Derslerinde çocuklara muhakkak Beethoven’dan eserler dinletir. Bu sevgi o kadar şiddetlidir ki Beethoven’in sevdiği kadınlardan olan Bettina’nın ismini kızına vermiştir. Hatta vasiyeti üzerine vefatından sonra evinde ve defnedilirken mezarı başında Beethoven’in 7. Senfonisi’nin 2. movementi çalınmıştır.
Hezarfen bir şahsiyet olan Baha Toven 78 yıllık hayatına birçok şey sığdırmış, şüphesiz ilim tarihimizde önemli bir yer edinmiştir. Ancak yaşadığı dönemde dilimize yapılan üstenci müdahalelere, öz Türkçeleştirme hareketine karşı durduğu için yeterli ilgi ve alakayı görmemiştir. TDK’nin Türk Dili dergisinde haberinin bile yapılmaması bunun en büyük göstergesidir. Onu tanıyanlar olarak bizler, kendisini şükran, minnet ve vefa borcuyla her zaman anacak, Beethoven’ın melodilerinde hep onu hatırlayacağız.