Doğu ve Batı Dünyasında Fethin Yankıları

 DOĞU VE BATI DÜNYASINDA FETHİN YANKILARI

PROF. DR. FERİDUN M. EMECEN

Tarihçi

İstanbul’un 1453 Mayısında genç bir Türk sultanı tarafından ele geçirilmiş olması, hem doğu hem batı dünyasında büyük bir şaşkınlıkla karşılanmıştı. Hem Bizans tebaası hem de onu çepeçevre saran Türklerce, halk lisanına uygun “İstanbul” ve bazen “Konstantiniyye” şeklinde anılan bu tarihi başkent, İslam ve Hristiyan dünyasında farklı algılarla beslenen büyük bir hedef olarak öne çıkmıştı.  Şimdi bu kentin Osmanlı Türklerince fethi, bütün algıları kökünden değiştirmiş, İstanbul merkezli büyük bir imparatorluğun doğuşu hem batı / Hristiyan hem de ilginç şekilde doğu /İslam dünyasında yeni parametrelerin zuhuruna yol açmıştı.

Gerçekten de özellikle İtalyan şehir devletlerinde ve papalıkta şehrin düşüşü büyük bir şaşkınlık ve ümitsizlikle karşılandı. İlk haberler Venedik idaresindeki Mora limanlarına ulaştı. Bunlar fetih haberini Karadeniz ve Akdeniz’de büyük bir ticaret ağı kuran İtalyan devletlerinin başında gelen Venedik’e ilettiler. Derhal toplanan Venedik Senatosu öncelikle ticari bağlantılarını ve kayıplarını düşünüyordu. Ancak durumu Hristiyan kamuoyuna ve diğer devletlere de bildirmekten geri kalmadılar. Az sonra vaziyeti kabullenip Osmanlılarla ticari menfaatleri gereği anlaşma çareleri aradılar.

Venedik gibi Cenovalılar da büyük bir panik içindeydiler. Onların durumu Venedik’ten daha farklıydı, çünkü Galata’daki kolonisinin akıbetinden endişe duyuyorlardı. Galata, artık Türklerin kontrolü altındaydı, üstelik Karadeniz’deki en büyük kolonisi Kefe de tehdit altına girebilirdi. Milano ve Floransa Cumhuriyeti, İstanbul’un düşüşü ile durumu sarsılan Venedik’e olan düşmanlıkları sebebiyle gizli bir sevinç içindeydiler. Floransalılar Fatih Sultan Mehmet ile iyi ilişkiler kurdular; onun nezdinde en muteber İtalyan devleti oldular. Napoli Kralı ise 1454 yazında diğerlerinin tersine Hıristiyanlığın intikamını alacağını, bir Haçlı seferi düzenlenmesi durumunda seferi bizzat yöneteceğini ilan ediyordu. Diğer Avrupalı prens ve kralların da kendisini örnek alıp Türklere karşı harekete geçerek bu “kâfirleri” Avrupa’dan atmaya ümit ettiğini bildiriyordu. Fakat bu sadece lafta kaldı.

Papalık daha açık bir politika izledi ve  Hristiyan güçlerin toplanarak yeni bir Haçlı seferi hazırlaması gerektiği fikrini ciddi şekilde ortaya attı. Papa, 30 Eylül 1453’te resmi bir beyanname hazırlayarak Haçlı seferi ilan etti. Krallara çeşitli temsilciler yollandıysa da bundan bir sonuç çıkmayacaktı. Heyecan dalgası yavaş yavaş bütün Avrupa’ya yayılmakla beraber kimse harekete geçmedi. Roma Germen İmparatoru III. Friedrich zaten güçlü bir konumda değildi, prensler üzerinde etkisi zayıftı. Fransa Kralı VII. Charles ve İngiltere Kralı Henry de kendi iç işlerine gömülmüş vaziyetteydiler. Danimarka ve Norveç Kralı I. Christian, Türk “canavarlarla” İncil’de belirtildiği gibi savaşacağına yemin etmişti, ama bunların boş sözler olduğu az sonra belli oldu. Bir bakıma Macar Kralı Ladislas’tan başka hiç kimse Türk tehlikesiyle ciddi anlamda ilgilenir gözükmemekteydi, fakat Macarların herhangi bir destek almaksızın tek başlarına harekete geçtikleri günler geride kalmıştı.

Kısaca İstanbul’un fethi üzerine batıda Türk tehlikesi üzerine bol bol konuşulmaktan, dini telkinlerle Hristiyanlık için endişe duyulmaktan, parlak sözlerle manevi ruhu ikame etmekten başka herhangi bir ciddi işe kalkışılmadı. Bununla beraber “Konstantinopolis’in ıstırabını ve gözyaşlarını” konu alan mersiyeler, ağıtlar bütün Avrupa’ya yayıldı ve bunlar kamuoyu üzerinde derin etkiler yaparak bugüne kadar ulaşacak olan olumsuz “Türk” imajını destekledi.

İstanbul’un fethinin Doğu’da özellikle İslam dünyasındaki yankıları ise Batı’daki büyük hayal kırıklığıyla ölçüşebilecek nispette büyük ve aleni sevinç gösterisine dönüşmemişti. Bunun hiç şüphesiz türlü siyasi sebepleri bulunuyordu. Aslında bütün İslam dünyasında Osmanlı Türkleri, batıda Hristiyanlığa karşı “gazâ” faaliyetini başarıyla yürüten bir uç/sınır devleti olarak algılanıyordu.

İstanbul İslam dünyasında çok iyi bilinen, hadislere konu olan bir şehirdi. Bundan dolayı İstanbul hakkında İslam kaynaklarında çok ciddi bir bilgi birikimi bulunuyordu. Doğu/İslam dünyasında İstanbul efsunlu ve manevi değeri yüksek bir başkent olarak algılanıyordu. Hemen hemen burayı gören veya dolaylı olarak bahseden bütün Müslüman seyyahlar ve tarihçiler, Ayasofya çerçevesinde İstanbul’u dinî vurgular ve hadislerden hareketle oluşan bir literatür eşliğinde anlatmayı tercih ediyorlar, okuyucularının hafızalarına olduğundan farklı bir İstanbul imajı yerleştiriyorlardı. Bununla beraber şimdi “fetihle gerçekleşen bu büyük müjde” İslam dünyasında farklı tepkilerle karşılandı.

Fatih Sultan Mehmet, fetih haberini ilk olarak o dönemde güçlü komşuları olan Karakoyunlu hükümdarı Cihanşah’a, Memlük Sultanı İnal’a ve Mekke emirine resmi birer “Fetihname” ile bildirmişti. Bu mektuplar Kahire, Tebriz ve Haremeyn’e ulaştığında İstanbul’un fethinden bütün İslam dünyası haberdar oldu. Özellikle o dönemin en önde gelen devleti olarak Memlük  Sultanlığı’nın fetih haberini nasıl karşılayacağı büyük bir önem arz ediyordu. Osmanlı elçisi Kahire’ye geldiğinde mutat bir şekilde tören icra edildi, fetih haberini getirdiği anlaşılınca büyük bir şaşkınlık yaşandı, hemen ardından da derhal şenlikler yapılması için emirler verildi. Bu haber, halk ve bilhassa ulema arasında büyük bir coşkuya yol açtı. Memlük Sultanı ise haberi hayli sönük bir ruh hali içinde karşıladı. Bu serinkanlı yaklaşım şüphesiz iki devlet arasındaki seviye ve itibar farkını karşı tarafa hissettirme düşüncesinden kaynaklanıyordu.

Mekke emirinin cevabi mektubu ise duyulan sevinci ifade eden ibarelerle doluydu. Mekke  emiri, Fatih Sultan Mehmet’i “gazi” olarak övüyor, onun bu hasletiyle seleflerini geçtiğini, akranları arasında temayüz ettiğini bile yazıyordu. Mektubunda gelen fetih haberini ihtiva eden fetihnameyi “Hicaz halkı ve Arap evlatları içinde kemâl-i edeble açarak Kâbe karşısında okuduğunu” ve bunun herkese duyurulduğunu belirtiyordu. Kahire’deki sessizlik, Haremeyn’de yerini büyük bir takdire bırakmıştı.

Karakoyunlu hükümdarı Cihanşah’a yazılan Farsça fetihname, diğerlerine göre daha uzun olup olayı çeşitli ayet ve hadislerle süsleyerek aktarmaktaydı. Cihanşah da mukabil olarak Fâtih’e  yine dini unsurların ağır bastığı bir cevap yazmıştı. Cihanşah açık şekilde böylesine büyük bir fetih haberi dolayısıyla memnuniyetini bildirmekte ve Fâtih’i övmekteydi. Ona “şahlar şahı, hilafetin incisi, Tanrı yolunda gazi, iman ehli orduların kumandanı, zamanın kahramanı, adaletin koruyucusu, sultan ve hükümdarların önderi” gibi son derece parlak sözlerle hitap ediyor, bu mektubun camilerde minberlerde okunmasıyla halkın çok büyük sevince kapıldığını, haberin hızla ta Çin’e kadar uzandığını, şehir ve kasabaların çarşılarının süslendiğini, üç gün üç gece donanma şenlikleri yapıldığını anlatıyordu. Bu durum İran ve Doğu Anadolu sahasında fetih haberinin olumlu karşılandığını açık şekilde ortaya koyar. Ayrıca fetih haberinin Orta Asya kesimindeki ve Hindistan’daki İslam devletlerine de ulaştığı buradaki ifadelerden anlaşılır.

Sonuç olarak İstanbul’un fethi Batı dünyasında korkuyla karışık bir tehdit algılamasına, Hristiyan hükümdarlar nezdinde ümitsizce yeni bir Haçlı çağrısına yol açarken İslam dünyasında Memlük idaresi hariç genel bir sevinçle karşılanmıştır. Böylece Osmanlı gücü sadece  Hristiyan memleketlerinde değil bütün İslam ülkelerinde de iyice tanınmıştır. Artık Osmanlılar üç kıtaya yayılmış bir imparatorluğun temellerini atacak ve yeni misyonlar üstlenecek bir çağa adım atmaya hazırdılar.

Start typing and press Enter to search