Çokluktan Birliğe Ulaşan Kuşlar Jake Michael Singer
Jake Michael Singer, fotoğraf ve kâğıt sanatıyla ilgileniyor. Yeteneğini en üst düzeyde gösterdiği alan ise heykel. Mutidisipliner bir sanatçı olarak tanımlanmayı tercih ediyor. Singer bugüne kadar dünya çapında birçok sanat fuarına katıldı ve Avrupa, Amerika ve Afrika’da kişisel sergiler düzenledi. Cibali, Küçükmustafapaşa Hamamı’nda sergilenen enstelasyonu “Bennu Statis” onun son projesi. Singer’ın binlerce çelik çubuktan zıtların bütünlüğüne vurgu yapan metaforlarla biçimlendirdiği kuş heykelleri algımızda yeni kapılar aralıyor.
ÇOKLUKTAN BİRLİĞE
ULAŞAN KUŞLAR
Öncelikle tebrik ediyorum. Sayenizde harika bir sergiyi bu güzel bir mekânda ağırlıyoruz. Bennu Statis ile başlayacak olursak…
Sergim, Antik Mısır mitolojisindeki bir kuştan alıyor ismini, Bennu’dan. Efsanede, bu kuş, evrenin başlangıcını belirleyen, sonunu da belirleyecek olan tanrı Atum’la ve yeniden doğuşun tanrısı Osiris’le ilişkilendirilir. Ama daha çok Atum’un bir simgesidir. Atum’dan çıkan, ona ait bir ruh. Atum ise Mısır kozmogonisinde ilksel su olarak tanımlanan Nun’dan çıkmış. Bennu o sebeple bir balıkçıl figürüyle betimlenir genellikle. Kelime itibarıyla, parlaklık içinde yükselmek, parlamak anlamlarına gelir; daha çok doğuşu ifade eder. Bennu’ya hem tarihin hem de ölümden sonraki yaşamın başlangıcı diyebiliriz. Burada yaşam ve ölüm zıtlığı var. Ama ondan da önce kaostan düzene geçiş… Süreklilik gösteren bir yeniden biçimleniş. Sergim tüm bu süreçlere temas ediyor, katarsisle tamamlanıyor. Enstalasyonu bir hamam yapısı içinde gerçekleştirmek de ayrıca anlamlı. Mekânla birlikte, daha öncesinde kurgulamadığım, tüm bu söylediklerimle uygunluk gösteren bir bağlam oluştu. Bildiğim kadarıyla hamam durulanma ve temizlenme yeri, manevi anlamda da insana bir arınma, yenilenme imkânı sağlıyor.
Güzel bağlantı gerçekten, işin o kısmına birazdan geleceğiz zaten. Kuşların ortaya çıkış sürecinden biraz bahsedebilir misiniz?
Aslında burada bana fikir veren, murmuration (mırıltılar) dediğimiz doğada rastlanan bir hadise. Sığırcık kuşlarını bilirsiniz. Onlar şekil değiştiren bulut kümeleri hâlinde, gökyüzünde döne döne bir koreografi sergilerler, bir nevi sığırcıkların dansıdır murmuration. Tam da geceyle gündüzün kesiştiği, alaca karanlık dediğimiz vakitten hemen önce yaşanır. Güneş doğmak üzereyken veya batma aşamasında, hava aydınlanmaya veya kararmaya yüz tutmuş bir vakitte gökyüzünde bir sığırcık kümesi belirir, büyüdükçe büyür ve inanılmaz güzellikte bir görsel şölen başlar. Kuşların uyum içinde belli bir koreografiyle uçmaları çok etkileyicidir. Binlercesi tek bir beyin varmışçasına, en ufak bir aksama olmadan hareket eder. Bu manzara, çokluktan birliğe ulaşmadır aslında. Çünkü onları organize eden merkezi bir güç yoktur, görünmez. Benzer bir tablo, denizdeki bazı balık ve uzaydaki yıldız kümelerinde de görülebilir. Bu bakımdan kendi kuşlarımız bireyle kolektifin bir araya gelmesinden doğan sinerjinin bir ürünü olarak tanımlıyorum.
Aynı zamanda sizden doğan bir fikrin katkılarla birlikte nasıl görkemli bir anlatıya dönüştüğünü görüyoruz burada.
Evet, dediğiniz doğru. Bennu Statis fikir olarak benden doğdu, ancak birçok insanın fikriyle son şeklini aldı, sanatseverlerin beğenisine emek birliğiyle sunuldu. Bu kolektifin içinde Zimbabwe’den Johannesburg’a gelerek bana yardımcı olan iki arkadaşımı özellikle zikretmeliyim. Oradan da hep birlikte İstanbul’a geldik. Gerçekten de hikâyemiz sayıları sürekli artan kuşların göçüne benziyor. Burada Muse Contemporary Art Gallery’nin kurucucu, aynı zamanda sergimin de proje koordinatörü Ayşe Pınar Akalın ve küratörümüz Sinan Polvan’la çalıştık, bu aşamada da ekibimize Türk ustalar da dâhil oldu. Heykellerimin hepsini burada yaptık. Üç aylık bir zaman diliminde.
Gelelim zıtlıklar bahsine. Bir izleyici olarak çok net görüyor, algılıyorum. Birlerce çelik çubuktan oluşan kuşlar zihnimde bir ikilik yaratmayı başarıyorlar.
Bu biraz da simyacı dünyayı hiç umulmadık biçimde değiştirmesine benziyor. Tıpkı bir simyacı gibi, Maddelerin veya olguların birbirleriyle iletişime, birbirlerini değiştirmelerine dikkat çekmeyi seviyorum. Amacım, insanların beklemediği, ummadığı şeyleri gösterebilmek. Zıtlık olarak tarif ettiğimiz ikilikler arasında hep bir diyalog var. Tek-çok, boş-dolu, hafif-ağır, yumuşak-sert, iyi-kötü, siyah-beyaz, kaos-düzen arasındaki ilişkiyi, hâlden hâle geçişliliği çözümleyen, bu diyaloğu izleyicinin kulağına fısıldayan, bir bakıma ifşa eden bir sihirbazdır sanatçı. Bennu Statis’in fikirsel alt yapısı, senaryosu, benim kişisel menkıbemle de birlikte, zıtların birliğine yapılacak bir vurgu için gayet elverişliydi. Kuşları yaparken kullandığım malzemenin özel bir anlamı var. Çelik teller, Güney Afrika’da yakın bir tarihe kadar yaşanan sert ırkçılığın ayrıştırıcı bir alametiydi. Bir zamanlar siyahlar ve beyazlar arasına gerilmiş bu çelik çitler artık kullanılmıyor. Bir simyacı dokunduğu formu her zaman bir ileri, üstün bir aşamaya getirmek ister, ben de bir sanatçı olarak ırklar arasındaki ayrımcılığın sembolüne dönüşen çitleri korkunç geçmişinden arındırmak istedim. Onu yeni, masum bir formla temize çekmek gerektiğini düşündüm.
Burasının tarihî yapı olduğunu biliyorsunuz. Derin kubbelerin sağladığı boşlukta asılı heykeller anlatımınıza daha büyüleyici bir hava katmış. Deyim yerindeyse kuşlar tam olarak yerini bulmuş. Daha önceden böyle bir mekânda bulunmuş muydunuz?
Öncelikle şunu söylemeliyim, arkadaşlarımla birlikte iki yıldır bu günün hayaliyle yaşıyorduk. Buraya gelene kadar epey mekân gezdik. Burayı görünce de artık doğru yeri bulduğumuza kanaat getirdik. Bu konuda Fatih Belediyesi’ne de çok teşekkür ediyorum. Güney Afrika ile Türkiye arasında çok farklılıklar var. İstanbul’da sur içinde farklı bir tarihi, değişik kültürleri deneyimlemek benim açımdan heyecan vericiydi. Dokunduğum her şeyde bambaşka bir dünyanın içinde olduğumu yeniden idrak ediyordum. Topkapı Sarayı’nı ilk ziyaret ettiğimde, bize rehberlik edenlerin naklettikleri hikâyelerden çok etkilendim. Çünkü bana hiç benzemeyen insanların ideallerine, dünyayı nasıl algıladıklarına dair pek çok ayrıntıyı görebiliyordum. Orada bir zamanlar yaşamış insanların ruhlarıyla aynı gökyüzünde buluşmuş gibiydim. Buradaki atmosfer bana o günkü hislerimi bu defa başka bir bağlamda yaşattı, yani geçmişteki insanların gelecekle ilgili hayallerinden birine dokunuyor olduğumu düşündüm. Garip bir deneyim… Buraya gelince zaten ilk işim çevreye göz atmak oldu. Cibali’yi gezdim, burada oturan insanlarla selamlaştık.
Madem öyle, sizi artık Fatihli bir sanatçı olarak tanımlayabiliriz. Sadece burası değil, sur içinde çağdaş sanatın iyi örnekleriyle buluşmayı bekleyen birçok tarihî mekân mevcut. Yakın gelecekte sizi bu mekânlardan birinde yeniden görmek mümkün olacak mı? Yeni bir projeniz var mı?
Böyle düşünmeniz bana onur verir. Fatih için elbette yeni bir fikrim var. Bu düşünceyi yakın denilebilecek bir zamanda, İstanbul Bienali paralelinde hayata geçirmeyi planlıyoruz. Çok detaylandırmayayım ama Yedikule Hisarı’nı gezip oradaki zindanları gördüğümde aynı mekânda multimedya kullanacağım bir enstalasyon için kolları sıvadım. Bir yılı aşkın süredir daha yenilikçi, radikal ve ses getirecek bu proje üzerinde çalışıyorum.
Fatih’teki yeni serginizi merakla beklediğimizi belirtiyor, bize zaman ayırdığınız için teşekkür ediyorum.
Ben de sergimin İstanbullu sanatseverlerle buluşmasına imkân sağlayan herkese minnettarım. Sizin vesilenizle de Fatih Belediyesi’ne çok teşekkür ederim.