Her Sayfası Altın Değerinde: Ahmed Ateş Ailesi: Hatıralar, Belgeler, Resimler

Her Sayfası Altın Değerinde: Ahmed Ateş Ailesi: Hatıralar, Belgeler, Resimler

Ahmet Emre Ateş 

Büyüyenay Yayınları

“Türkiye’de Resim ve Politika” ile “Cumhuriyet ve Modernleşme” kitaplarının yazarı Ahmet Emre Ateş’in yeni kitabı “Her Sayfası Altın Değerinde: Ahmed Ateş Ailesi: Hatıralar, Belgeler, Resimler” edebiyat dünyasındaki yerini aldı.

Politik felsefe, kültür tarihi, sanat ve estetik üzerine akademik çalışmaları da bulunan Ahmet Emre Ateş yeni kitabında ülkemizin yetiştirdiği değerli bilim insanlarından Prof. Dr. Ahmed Ateş ve ailesinin hayat hikâyesine odaklanıyor. Merhum şarkiyatçı profesör aynı zamanda yazarın dedesi. Ateş ailesi oldukça renkli kişiliklerden oluşuyor, ayrıca üç nesil boyunca akademisyen yetiştirmiş. Anlatının merkezinde her ne kadar Ahmed Ateş yer alsa da kitabın gizli kahramanı karısı Fikret Ateş. Zira yazar genç yaşta vefat eden dedesini hayattayken görme şansını elde edememiş, ama ilginç bir şahsiyet olan babaannesiyle uzun süre vakit geçirmiş.Dolayısıyla kitabın sayfalarında akıp giden olayların anlatımında ailede her işi çekip çevirmiş, son derece becerikli bu hanımefendinin güçlü varlığı hissediliyor. Amca Toktamış Ateş ise bir siyasetbilimci, o da kültür hayatımıza damga vurmuş önemli isimlerden. Halide Edip Adıvar, Şerafettin Yaltkaya, Hellmut Ritter, Bernard Lewis kitapta bahsedilen isimlerden bazıları.

Kitapta bir ailenin hikâyesiyle iç içe geçmiş bir şehir anlatısı da var. Tabii ki anılardan, tanıklıklardan fırlamış görünümleriyle. Tarihî yarımada, sur içi göz alıcı güzelliğiyle kitabın doğal dekorunu oluşturuyor.

Sosyal hayatın tarihine ışık tutan bu hatıralar kolektif hafızanın önemine vurgu yapıyor. Bir yandan da yeri geldiğinde kuşaklar arası farkı gözler önüne seriyor. Otobiyografik bir roman olarak tanımlayabileceğimiz bu çalışmanın asıl başarısı yakın tarihimizin özellikle bilim ve kültürle özdeşleşmiş entelektüellerinin dünyasını kısa ama keyifli bir dille anlatmasıdır.

Özetle kitap bilim, kültür, siyaset üçgeninde Türkiye’nin kısa tarihini merak edenlere keyifli bir yolculuk vadediyor.

Kayıp Tanrılar Ülkesi

Ahmet Ümit 

Yapı Kredi Yayınları

Türkiye’de polisiye roman türünün beğenilen yazarlarından olan Ahmet Ümit’in yeni romanı haziran ayı itibarıyla okurlarıyla buluştu.

“İstanbul Hatırası”, “Sis ve Gece”, “Bab-ı Esrar”, “Beyoğlu Rapsodisi” gibi eserleriyle özellikle İstanbul’un arka sokaklarını, kenarda kalmış yaşamlarını işleyen bir isim Ahmet Ümit. Son kitabı Kayıp Tanrılar Ülkesi’nde de diline ve hikâyesine bambaşka bir soluk getiriyor; polisiye türünü, mitoloji ve arkeolojiyle harmanlayarak ortaya sıra dışı bir eser koyuyor.

Berlin’e gidiyoruz Ümit’in bu yeni kitabıyla birlikte. Ana karakterlerimiz Berlin Emniyet Müdürlüğünün gözükara Başkomiseri Yıldız Karasu ve yardımcısı Tobias Becker. Sokak sanatçılarının, göçmenlerin bulunduğu Berlin’in renkli sokaklarından başlayıp Bergama’ya doğru yol alan macera boyunca bir seri cinayet dizisi çözülmeye çalışılıyor. Bir noktada Türkiye’ye de ulaşan bu serüvene sürpriz bir karakterin de dâhil olmasıyla beraber heyecan doruğa ulaşıyor.

Tüm hikâye aynı zamanda mitlere de ışık tutuyor. Efsanelere bir de günümüz gözünden yeniden bakılıyor. Suça, suç olgusuna kültür ve çağ farkı üzerinden dokunuluyor. Ahmet Ümit bu yeni yapıtıyla birlikte Zeus Altarı ve Pergamon Tapınağı gölgesinde mitoloji ve polisiyeyi aynı potada erittiği unutulmaz bir hikâye ortaya koyuyor.

Ayasofya Şiirleri

 Adem Yazar

Peygamber Efendimizin “Kostantiniye muhakkak fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan ve onu fetheden asker ne güzel askerdir.” müjdesine sekiz asır sonra mazhar olan Fatih Sultan Mehmed’in fermanıyla 1 Haziran 1453’te Ayasofya camiye çevrildi ve içinde ilk cuma namazı kılındı.

Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan 10 Temmuz 2020’de Ayasofya’yı müzeden camiye çeviren imzayı atarak 86 yıllık hasrete son verdi.

Ayasofya yüzyıllar içinde eklenen yapılarla bir külliyeye dönüşmüştü.
Cami, medrese, sıbyan mektebi, hamam, muvakkithane, padişah (II. Selim, III. Murad, III. Mehmed, I.İbrahim, I. Mustafa) ve şehzade türbeleri bu külliyenin parçalarını oluşturur.
Hep hasret duyulan, içinde yüzümüzü Kâbe’ye dönmek istediğimiz Ayasofya adına birçok şair şiirler yazmış, ona hissedilen derin muhabbeti anlatmıştır.

Eşsiz Ayasofya için yazılan kitaplara bir yenisi geçtiğimiz günlerde Adem Yazar tarafından eklendi.

Adem Yazar “Ayasofya Şiirleri” kitabında şairlerin eserlerini bir araya getirdi. Milletimizin hislerine tercüman olan bir esere imza attı.

Lalezar-ı Süheyl  – Tarihimizde Lale Merakı

Süheyl Ünver

Lale bir Türk çiçeği. Tarihte koca bir dönem onun ismiyle anılıyor. Öyle bir dönem ki güzel sanatların her türü bu laleli çağda yükselişe geçmiş. Mimariden şiire her formun estetiğinde kendine bir yer edinmiş lale. Aslında kültürümüzde laleye duyulan ilginin belirgin örnekleri çok daha eskiye, Selçuklulara kadar gider. Türk Anadolu’sunun bir remzidir lale.

Elbette en parlak dönemini 16. ve 18. yüzyıllar arasında yaşamıştır. Bu dönemde Osmanlı bahçeleri, kasırları ve sarayları laleler ile donatılırdı. Halı, kilim, camii, mescit, türbe, medrese gibi yapıların duvarlarına her renkten lale işlenirdi.

Süs bitkisi ve süsleme motifi olarak kullanılan laleleri bu denli özel kılan şey onun kültürel hafızada bir çiçekten ziyade musikiyi, zevki, zenginliği ve refahı simgeleyen bir motife dönüşmüş olmasıdır. Bu sürecin ne şekilde işlediğini anlamak isteyen Ord. Prof. Dr. Ahmet Süheyl Ünver (17 Şubat 1898 – 14 Şubat 1986) tarihimizde lâle merakını boyutlarıyla masaya yatırarak incelemiş ve ortaya çok kıymetli bir eser, Lalezar-ı Süheyl çıkmış. Kitap 13. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar lalenin serüvenini anlatıyor.

Kültür ve sanat tarihçileri ve bilhassa çiçek meraklıları için hazine niteliğinde bir eser.

Akıntıya Karşı 

Mustafa Kutlu

“Şu hızla akıp giden nehirde akıntıya karşı çıkalım ve kendi hikâyemizi yazalım. Çıkış Yok adlı film oynuyor ama bizim hikâyemiz bir yol bulup bu akıştan çıkacak. Kalbin sesi bize yol gösteriyor.” diyor Mustafa Kutlu okurlarına.

Etkileyici ve akıcı üslubuyla, içinde boğulduğumuz toplumsal sorunlara, darboğazlara ve sürüklendiğimiz akıntının oluşturduğu tahribatlara dikkat çekerek; “Akıntıya Karşı” durabilmenin mümkün olduğunu hatırlatıyor. Sadece sorunlara ışık tutmakla kalmayarak; hasbî, kalbî ve sahih olanı metne aktararak, kalpler için bir şifa reçetesi sunuyor âdeta.

Sürüklendiğimiz akıntıya direnebilmenin yegâne yolunun değerlere sımsıkı tutunmak olduğunu söylüyor. Ona göre maziden hâle, hâlden istikbale bakarken yapacağımız ilk iş, bizi biz yapan değerlerin varlığını hatırlamak, gücünü hissetmek olmalı.

Duygu ve düşünce dünyamızı kaleme aldığı hikâyelerle besleyen Mustafa Kutlu, bu defa Akıntıya Karşı kitabında denemeleriyle karşımıza çıkıyor. Gazete yazılarından derlenen

denemeler, usta öykücünün naif yaklaşımından fazlasıyla payını almış metinlerden oluşuyor.

Start typing and press Enter to search