Seyyahların Gözüyle YEDİKULE HİSARI

Seyyahların Gözüyle

YEDİKULE HİSARI 

* Mesud AKYÜZ

İletişim Uzmanı

  1. yüzyıl Osmanlı şairi ve devlet adamı Tacizade’nin “Şehrin Gözleri” diyerek tanımladığı Yedikule Hisarı, 4. yüzyılın sonunda inşa edildiğinde Bizans imparatorlarının anıtsal bir zafer takıydı. İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmed tarafından mevcut sur sisteminin iç kısmına 3 adet kule eklenmesiyle bir iç kale hâlini aldı ve sur içi İstanbul’unun ilk askerî yapısı oldu.

Yedikule Hisarı tarihi boyunca; ganimetlerin saklandığı hazine binası, hapishane, hayvanat bahçesi, kız sanat mektebi, fişekhane, müze gibi farklı işlevlerde kullanılmış, her dönem yabancı seyyahların ilgi odağı olmuştur.    

Osmanlı’nın son yüzyıllarında Rusya ile ilişkilerin yoğunlaşması nedeniyle Şehirlerin Sultanı İstanbul’u birçok Rus seyyah ziyaret etmiştir. Bunun çeşitli sebepleri olsa da, özellikle Rus aydınları arasında İstanbul’u ziyaret etmek bir ayrıcalık kabul ediliyordu. Bilhassa 17. ve 18. yüzyıllarda süregelen Osmanlı-Rus savaşları esnasında, teamüller gereği Yedikule Hisarı içindeki zindanlarda misafir edilen Rus elçilerinin Yedikule ile ilgili anlattıkları, Rus kamuoyunda buraya karşı bir ilgi uyandırmıştı.

Gelin Yedikule Hisarı hakkında notlar alan iki Rus seyyahın yazdıklarına nazar edelim.

Vladimir Petroviç Davidov Avrupa’da eğitim gören Rus asilzadesi Davidov, 1835 yılında İstanbul’u da içine alan bir doğu seyahatine çıkmış ve bu seyahatlerini Davidov 1840 ismiyle kitaplaştırarak Edinburg Üniversitesi’nden saygın bilim adamı ödülünü almıştır. Seyyah, İstanbul gezisi boyunca üst düzey devlet adamlarıyla yakın ve iyi ilişkiler geliştirmiş, hatta yabancı ziyaretçilerin çok zor elde ettikleri sultanı yakından görme şansına erişmiştir.

Davidov, Yedikule ile ilgili şunları yazmaktadır:

“Surları seyretmek ve özellikle meşhur Yedikule’yi gözlemlemek için tarihî şehir surları yakınında şehirden çıktık. Çeşitli devirlerde, bir kısmı Büyük Konstantin tarafından, bir kısmı ise Haçlı seferleri sırasında yapılmış olan şehir surları, artık şehrin muhafazası için hiçbir önemi kalmasa olağanüstü bir manzaraya sahip olup etrafındaki hendeklerden fışkıran yeşilliklerle süslüdür. Şehre 12 kapıdan giriliyor. Yedikule zindanı ilk başta surların Marmara Denizi’yle buluşan köşesini savunmak maksadıyla inşa edilmiştir. Etrafı büyük ve görmeye değer harabe yığınları ve topraklarla çevrili bu harika kaleyi sadece dışarıdan gördüğüm için ayrıntılı bir biçimde tasvir edemiyorum. Şimdilerde sık sarmaşıklarla kaplı, ancak kendi türünde zengin mimari yapılardan biri sayılan bir zamanların meşhur Altın Kapı’sını zor da olsa görebildim. Kalenin diğer kapılarının o kadar tarihi olmadığını söylediler. Cevahir Pazarı’nın kapılarında görülen kartal kabartmasının aynısı burada da mevcut. Yedikule şimdilerde hapishane olarak hizmet vermiyor. Hatta özel kişilere ait evler yapılmış durumda. Ancak firman olmadan içine girmek yasak ve bu yüzden sadece yüzeysel de olsa bu kadarını gördüğüme mutlu olmalıyım. Oysa Yedikule Konstantinopol’un hem geçmişte hem de yakın tarihinde oynadığı önemli tarihi rol dolayısıyla son derece enteresan.”

 

Nikolay Sergeyeviç Vsevolojski      Önemli bir askerî kariyere sahip olan Rus seyyah Nikolay Sergeyeviç Vsevolojski, 1836 yılında İstanbul’u ziyaret etmiştir. Edebî yönüyle olmasa da Osmanlı ordusunun modernleşme çalışmalarının yoğunlaştığı bir dönemi uzman gözüyle değerlendirmiştir. İstanbul izlenimlerini ülkesine döndükten sonra kitaplaştıran seyyah, İstanbul’a deniz yolculuğuyla giriş yaptığı sırada şehrin eşsiz manzarası ve tarihî dokusu karşısında büyülendiğinden bahseder. Askerî kimliği dolayısıyla Boğaz’da gördüğü kaleler ve askerî tertibat dikkatini çekmiştir.

 

Vsevolojski’nin İstanbul’undan ilk sahneler şöyledir:

 

“Şehrin bu azametli manzarası, onu ilk görenlerde şaşkınlık ve hayranlık doğruyor. Gemimizin tam karşısında “Jeralskiy Dvrety” (Saray) evleri, kuleleri ve türlü bahçeleriyle saray gemimizin tam karşısında idi. Saray eski Bizans sarayının tam bulunduğu yerde kurulmuş ve bütün şehrin genişliğini ihtiva ediyor. Onun farklı mimarisi, ihtişam ve görkemli görüntüsü ister istemez bin bir gece masallarını hatırlatıyor. Rengârenk ve yaldızlı filikaların göründüğü Sultan iskelesi, gözleri kamaştırıyor. Marmara denizi buradan başlıyor. Tam olarak saraydan itibaren sağ sahilinden Yedikule zindanına kadar şehrin eski surlarının uzandığını görürsün.”

 

İstanbul’a daha önce de beş kez gelen Vsevolojski, bu sefer seyyah olarak Yedikule Hisarı’yla özel ilgilenmiş, burayı gezi rotasına ekleyerek, gezmek için izin çıkarttırmıştır. Yedikule Hisarı’nı ayrıntılı şekilde inceleyen Vsevolojski, yapının tamamını gezerek deniz tarafındaki sur kapıları hakkında bilgi vermiştir.

 

“Edikulya’dan (Yedikule) ilki Türkler tarafından “Granatniy”, “Narlev-Kapu” olarak adlandırılıyor. Çünkü Arhipelog’dan kayıklarla nar ve portakal getirenler genelde oraya yanaşıyorlar. İkincisi Pesoçniya, Psamatiya-Kapısı, Bu söz Greklere ait. Psamatos’dan geliyor. Arena, Pesok (kum) çünkü onlar akıntıyla birlikte taşınan kum yığınlarının köşesinde bulunuyor. Üçüncüsü Davut-Paşinskaya Kapısı (Davut Paşa Kapısı) bu eski Kutsal Emeliya Kapısı olmalı. Dördüncüsü, Naviya Vrata, Yeni-Kapısı, Ermeni mahallerinin hemen yanında bulunuyor. Beşincisi de ikinci kapı gibi “Pesoçnıy”, Türkçe olarak Kum-Kapısı adlandırılıyor.

Eski zamanlardaki adı Kondoskalia’dır. Altıncısı Türkler tarafından Tşatladi-Kapı diye adlandırılıyor. Yedincisi Konyuşennıya, Akhur-Kapısı (Ahırkapı) diye adlandırılıyor. Sultan atları için gerekli şeyler bu kapıdan getiriliyor. Saray’ı çevreleyen sur bu kapıdan başlıyor ve Yalı Köşk’ünde bitiyor.”

Start typing and press Enter to search