Sebilci Hüseyin Efendi

Ali Ömer Yurddaş

Dünün gençleri, bugünün yaşlılarına eskiyi sorduğum vakit gözleri uzaklara dalar, yüzlerinde buruk fakat tatlı bir tebessüm oluşur, gözlerde yüzlerce anı, hikâye ve insan beliriverirdi. Bu hikâyeleri keşfetme arzusuyla sorduğum sorular zihinlerde yapılan arkeolojik bir kazıya dönüşürdü. Geleneksel musiki hayatımızla ilgili konular başka bir heyecan vererek o günler anlatılmaya başlanırdı. İlk anlatılan ve yâd edilen isimlerden bir tanesi de meşhur mersiyehan Sebilci Hüseyin Efendi olurdu. O mevlit meclislerinin daima aranan isimleri arasında, okuduğu kasidelerle dinleyicileri cezbeye getiren gerçek bir Ehl-i beyt aşığıydı. Bizlerse onu Muharrem ayında okuduğu mersiyelerinden, ilahilerinden ve ses kayıtlarından tanıyoruz. “Fatihli Bestekârlar”ın bu sayısında çok çileler çekmiş, naif ve zarif, derviş meşrep, musikimizin kültür elçilerinden, bestekâr ve mersiyehan Sebilci Hüseyin (Okurlar) Efendi’nin hayatını konu edeceğiz. Bugünün gençleri olarak büyüklerimizden istifade etmek, onların gittiği edep ve irfan yolculuğunda seyre çıkabilmeyi niyaz ederim. Sebilci Hüseyin Efendi ve nice musikişinasın ses kayıtlarını arşivlerden temizleyerek “Nağme-i aşk” adlı sitesinde bizlerin istifadesine karşılıksız olarak sunan Nureddin Ergür’e can-ı gönülden teşekkürlerimi sunarım.

Sebilci Hüseyin Efendi, 1894 tarihinde Sultan Selim Camii yakınında Fatih’te doğdu. Babası İhsan Efendi annesi ise Amine Hanım’dır. İki kardeşi daha vardır, Sadeddin ve Mazhar. Ailesi musikiden anlayan ve icra eden insanlar olmakla beraber annesi Amine Hanım saray mevlithanıydı. Sebilci Hüseyin ileride annesinin sesini överken “Ümmü Gülsüm’ün sesi kadar güzeldi” diyecektir. Babası İhsan Efendi ise tekkelerde zâkirlik yapar, ud çalardı. İlk musiki eğitimini evde annesinden ve babasından aldı. Sebilci Hüseyin’in ilk hocalarından, Zekâi Dede’nin öğrencisi Şeyh Cemal Efendi, Hüsameddin Uşşaki Tekkesi’nin ve birçok dergâhın zâkirbaşısı olmakla beraber öğrenci yetiştirmesiyle tanınıyordu. Öğrencileri arasında Sadi Hoşses, Sadettin Kaynak, Kemal Batanay ve Hafız Kemal vardı. Sebilci Hüseyin’in de bu önemli isimlerle beraber aynı mekanlarda meşk ettikleri ve tanış oldukları da uzak bir ihtimal değildir. Bu isimler ve ortaya koydukları eserler, tekkelerin ne büyük sanat ve kültür yuvaları olduğunu kanıtlar nitelikte. Sebilci Hüseyin’in istifade ettiği diğer isimler arasında Bahariye Mevlevihanesi kudümzenbaşısı Şevki Dede, Selanikli Ahmed Efendi ve Udi Abdi Bey sayılabilir.

Sebilci Hüseyin henüz küçük yaşta ağabeyi Mazhar ile İstanbul’un çeşitli yerlerinde sebilcilik yapmaya başladı. Özellikle yaz aylarında İstanbulluların su ihtiyacını karşılarken Muharrem ayında da yanan yürekleri söndürmek için omuzlarında kırba ve ellerinde ayetler yazılı taslarla, sokak sokak dolaşıp mersiyeler okuyarak su dağıtırlardı. Hatta bir anısında Selanik’ten İstanbul’a gelen Hareket Ordusu’na bile su dağıttığını anlatır. Kendisine ‘sebilci’ lakabını veren dönemin meşhur simalarından Hafız Kemal ile bir anısını Rahmi Şenses şöyle aktarıyor: 

“Bir gün çeşme meydanında yanık sesleriyle, hazin hazin mersiyeler okuyarak halkın yanan kalplerini söndürmeye çalıştıkları esnada, tesadüfen oradan geçmekte olan Tophane’de Nusretiye Camii müezzinlerinden merhum Hafız Kemal Efendi başında sarığı, arkasında tertemiz cübbesiyle yolun ortasına oturarak ‘Allah aşkına olsun, okumaya devam ediniz’ diyerek rica etmiş ve mest olup ağlayarak kendinden geçmişti. Yoldan geçenler, atlı tramvayları hep oldukları yerde, adeta çivilenmiş gibi kalmış, hayran hayran bu aşıkları dinliyorlardı.” 

Bu günlerin ardından Sebilci Hüseyin, Balkan Harbi’ne katılır. Harpten sonra plak doldurarak Tayyareci Fethi Bey için neveser makamında bir gazel okur. Bu gazelin hikâyesi de şöyledir: Ocak 1914’te Osmanlı Hükûmeti imparatorluğun azalan saygınlığını yeniden kazanmak, Türk havacılığının kaydettiği önemini anlatmak, İslam ülkeleriyle bir dayanışma vesilesi olmak ve Türk pilotlarına hayranlık duyulmasını sağlamak amacıyla İstanbul–Kahire arasında politik bir gezi olarak sefer düzenlenmesine karar verir. İstanbul’dan havalanan görevli pilot Fethi Bey ve Sadık Bey Şam civarında düşerek vefat etmiş ve ilk hava şehitlerimiz olarak tarihe yazılmıştır. Osmanlı ordusu, bu seferde hem en yetenekli subaylarını hem de elindeki sınırlı sayıdaki tayyare gücünü kaybetmesine karşılık, seferi bir onur ve gurur mücadelesine dönüştürerek başarıyla tamamlamıştır. Bu acı kayıplar ülke gündemini etkilemiş şehitlerimiz için şiirler yazılmış, marşlar bestelenmiştir. Şehitlerimizin anısına Fatih’te bir anıt dikilmiştir. 

Sebilci Hüseyin, I. Dünya Savaşı’nda Mücâhidin-i Mevleviye Alayı’na katılır. Bu alayın özelliği memleketin dört bir yanındaki gönüllü Mevlevi dervişlerinden ve şeyhlerinden oluşmasıdır. Sultan Reşad’ın arzusuyla 1915 senesinde Mevleviler, Konya Mevlâna Âsitânesi önünde toplanmıştır. Alay komutanlığına âsitâne şeyhi Veled Çelebi tayin olunmuştur. Mevleviler Şam’da kaldıkları yaklaşık üç sene zarfında, dergâhlarında olduğu gibi semâ ayinlerine ve musiki ziyafetlerine devam etmişler, halkın ve askerlerin maneviyatlarını yüksek tutmaya çalışmışlardır. Marş muallimi olarak görev alan Sebilci Hüseyin Efendi’nin bir anısını Safer Dal şöyle aktarıyor: 

“Bir gün Mevlevi gönüllü taburuyla Şam’da fasıl yapıyoruz diyor. On param yok, meteliksizim. O fasıl esnasında buyurun dediler bir gazel. Başladım gazel okumaya. Tam gazelin meyanına geldim, enseme bir tokat geldi, sustum kaldım. Ağlıyorum zaten. Meğer kumandan öyle bir vecde gelmiş ki bunun ensesine tokat vurmuş; bir de avcuna bir avuç para koymuş. Ağlamayı unuttum, diyor. Hadi devam yine meyandan, demiş.”

Suriye-Filistin cephesinin düşmesiyle alay geri dönmüştür. Sebilci Hüseyin tekkelerin kapatılma tarihi olan 1925’e kadar İstanbul tekkelerinde zâkirlik yapmaya devam etmiştir. Daha sonra Kemanî Memduh Efendi ve başka müzisyenlerle beraber fasıl heyetlerinde hanendelik yapmaya başlamıştır. Yirmi beş yıl süren hanendelik döneminde İstanbul’da ve başka şehirlerde, çeşitli gazinolarda çalışarak, film müzikleri için gazel okumuş, geçimini sağlamıştır. 1950’de Demokrat Parti’nin başa gelmesiyle millî ve manevi değerlerin icrası tekrar gündeme gelmiştir. Bu dönemde İstanbul Fetih Şenlikleri, Konya Mevlânâ İhtifalleri düzenlenmeye başlamıştır. Memleketin çeşitli camilerinde önemli gün ve gecelerde mevlit merasimleri tertip edilmiş, ülke genelinde mevlit okutma âdeti tekrar moda olmuştur. Sebilci Hüseyin mevlit icrasında İstanbul’un aranan isimlerinden biri hâline gelmiştir.. Zira dönemin gazetelerine verilen mevlit ilanlarında ismine sıkça rastlanmaya başlar. İstanbul’da tasavvuf kültürünü korumaya çalışan meclislere devam etmiştir. Bu dönemde özellikle Muzaffer Ozak kendisini yanından ayırmamıştır. Bu mekânlar arasında Tophane’de Kadirihane Tekkesi, Karagümrük’te Nureddin Cerrahi Tekkesi ve Kasımpaşa’da Ayn-i Ali Baba Dergâhı zikredilebilir. Bu meclislerde, makara bantlara kaydedilen eserler ve icralar sayesinde günümüzde tasavvuf müziği icra edilebiliyor desek hiç abartmış olmayız. 

Sebilci Hüseyin tek başına eline bendir alarak saatlerce ilahiler ve kasideler okuyarak dinleyenlerin gönlüne dokunmuştur. Hususiyetle Ehl-i beyt ve Kerbela hadisesiyle ilgili mersiye okumakta üstüne kimsenin olmadığı, döneminde yaşayan herkesin vurguladığı bir gerçektir. Bu etkileyici sesi şu hatırayla idrak etmek mümkün olacaktır. Her sene Muharrem ayının onuncu gününde Kocamustafapaşa’da bulunan Sünbül Efendi Camii’nde Kerbela şehitleri için mevlit merasimi düzenlenir. Osmanlı’dan günümüze kadar devam eden bu gelenekte dönemin meşhur hafızları, mevlithanları ve tarikat ehli bir araya gelerek Kerbela vakasını yad ederler. 1960’lı yıllardaki bir merasimi dönemdaşı Hakkı Yurddaş şöyle tarif ediyor: “Türbe ve caminin her tarafı Ehl-i beyt aşıklarıyla dolmuş, İstanbul’un birçok yerinden insan Sünbül Efendi’nin huzurunda cem olmuştu. Dönemin meşhur hafızlarıyla beraber Sebilci Hüseyin Efendi’de baş köşedeydi, bahirler okunduktan sonra Sebilci Hüseyin ‘Aktı ma’sûm kanı Kerbelâ yazısına/Çekildi okla kılıç peygamber kuzusuna’ mısrasıyla başlayan mersiyeyi okumaya başlayınca caminin kubbelerinde yankılanan bu yakıcı ses, dinleyenlerin feryadına, inlemelerine karıştı. O gün mübalağasız, gözyaşları sel olup akmıştı. İstisnasız dinleyen herkes bu ilahi ses karşısında titreyerek gözyaşlarını siliyordu. Hatta cemaatten bir kişi cezbeye gelerek ‘âh’ edip kafasını caminin duvarların güm güm diyerek vuruyordu.”

Sebilci Hüseyin icra konusunda okuduğu bir şiiri veya ilahiyi aynı mecliste okumamış hep farklı güfteleri tercih ederek zengin repertuar bilgisini ortaya koymuştur. Yaşadığı dönemde güftelere ulaşmak zor olduğu için bazen unuttuğu bir kelimeyi yahut mısraı, irticalen manası uygun bir cümle ile değiştirirdi. Bu değişimi kimse fark etmez böylece meclisin keyfi de bozulmazdı. Dönemin diline, mekânın bütünlüğüne, günün anlam ve önemine uygun güfte tercihlerinde bulunurdu. Takip edebildiğimiz kadarıyla ömrünün son yarısında beste yapmaya başlamıştır. Müzikal manada bir ümmî olan Sebilci, nota ve nazariyat bilgisine sahip olmadan, herkesin ezberleyebileceği akılda kolay kalan besteler yapmıştır. Onun için beste yapmak Allah’ın kendisine ilham ettiği nağmeleri, evliyâullahın sözleriyle birleştirmektir. Bestecilik hususunda da oldukça titiz ve mütevazıdır. Besteleri kendi döneminde ve vefatından sonra ses kayıtlarında istifade ederek notaya alınmıştır. Bugün elimizde kırk dört adet bestesinin notası vardır. Bunların hepsi ilahi formundadır. 

Orta boylu, zayıf, nazik ve tevazu ehli olan Sebilci yemek yemeyi çok seven, tam bir keyif insanıydı. Gerçek manada nargile tiryakisiydi. Dönemdaşı olan bestekâr Ahmet Muhtar Gölge, çantasında ayran şişesi küçüklüğünde bir nargile taşıdığını söylüyor. Dostlarından eczacı ve hicivci Memduh Cumhur, kendisinde kaldığı zamanlar sabahları mevlit sesiyle uyandığını, hizmet etmekten çekinmeyen bir derviş olduğunu vurguluyor. Bir gün Sebilciye, Kani Karaca hakkında ne düşündüğünü sorduğunda “Hafız Sami benim arkadaşımdı. Hafız Sami ile ortak arkadaşlık yapmama rağmen yiğidin hakkını yiğide teslim etmek lazım. Kani Karaca daha üstündü” diyor. Bu yorumu musiki tarihimiz için oldukça kıymetlidir.

Sebilci Hüseyin birkaç öğrenci yetiştirmiştir. Bunlar arasında Hafız Arif Hikmet Öğüt, Hafız Celal Yılmaz, Hafız Nazmi Temelcan zikredilebilir. Eserleri arasında bulabildiğimiz 1970 yılında basılmış “Son Bestelediğim İlahiler” adlı beş eserden meydana gelen küçük bir kitapçıktır. Bu eserde sadece beş adet ilahinin güftesine yer verilmiştir.

Hünerli hançeresiyle, âşıklara selsebil vahdet meyini sunan Sebilci Hüseyin Efendi, 27 Ağustos 1975 tarihinde eve dönerken kapısının önünde âlem-i cemâle irtihal etmiştir. Son dönemlerini Üsküdar’daki evinde yalnız geçiren Sebilci, vefatında da yalnız olacağı endişesine kapılmışsa da sevenleri ve öğrencileri onu tek bırakmamışlardır. Cenazesine Cahit Öney, Hafız Kemal Tezergil, Fuat Türkelman, Asım Sönmez, Nail Kesova, Memduh Cumhur, Salâhaddin Demirtaş, Necdet Tanlak, Hafız Ali Altınbay ve Cahit Atasoy katılan isimler arasındadır. 30 Ağustos günü, Yeni Valide Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından İstanbul tekke folkloruna uygun bir merasimle, ilahiler ve salatlar eşliğinde, Muzaffer Ozak’ın riyasetinde Karacaahmet Kabristanı’na defnedilmiştir.

 

Kaynakça

Rahmi Şenses, Bugünün Meşhur Huffaz-ı Kiramı ve Mevlithanları, İstanbul 1965, s.60-62

Nezih Uzel, “Bestekâr ve Mevlidhan Sebilci Hüseyin (1894-1975)”, Yeşilay Dergisi, sy. 504, İstanbul 1975, s. 25.

Mustafa Özoruç, Hüseyin Sebilci’nin Hayatı ve Eserleri (lisans tezi, 1996), İTÜ TMDK Temel Bilimler Bölümü.

 

 

 

Start typing and press Enter to search