SÖYLE TURİST ÖMER SEN KİMSİN
SÖYLE TURİST ÖMER, SEN KİMSİN?
Ali Can Sekmeç
“Eğer dünya tek bir ülke olsaydı başkenti İstanbul olurdu” demiş Fransa imparatoru Napoleon Bonaparte… Bir başka Fransız Alphonse de Lamartine’in 1833’te yaptığı İstanbul ziyareti sırasında “Doğa burasını dünyanın başkenti olmak için yaratmışa benziyor” dediği söylenir. Şehrin cazibesi; imparator, komutan, evliya, bilgin, filozof, gezgin, din adamı, tüccar, mimar, ressam, şair, yazar, müzisyen, artist, gazeteci, turist, denizci, göçmen, maceraperest demeden kim varsa kendine bir mıknatıs gibi çekmiştir.
Bir kenti keşfetmenin ancak o kentte kaybolmakla mümkün olacağını herkes bilir. Peki, o kentin asli unsuru olmadan yaşamak mümkün mü? Hani flanör gibi mesela. Elbette mümkün. Modern zamanların kent insanlarına dayattığı yaşam biçimlerinden biri flanörlük. Yani aylaklık… Aylaklar en kaba hâliyle; kapitalist modern dünyada kendini anlamlandırmakla uğraşan, kenti gezen ama kentlilerden uzak duran ve bu çelişkiden beslenen kişiler. Onlar kalabalıkların içinde gezerler ama bir anda sırtlarını da dönebilirler o kalabalıklara…
Gerçek aylak bireycidir aslında. Kendi iç dünyasında mutludur. Bedeninde modernitenin bireysel etkilerini yaşamak da, taşımak da istemez. Mesafelidir. Kimi zaman yersiz yurtsuz, kimi zaman avare ya da aylak, kimi zamansa sıradan bir kent romantiğidir. Onlara ilk kez 19. yüzyıl ortalarında Charles Baudelaire’in Paris Sıkıntısı kitabında rastlanır. Baudelaire’e göre aylak, modern kentin ve yaşamın gözlemcisidir. Bir ayağı kentin içindeyse diğeri dışarıdadır. Resmî çerçevesi şair tarafından çizilen aylaklık, aslında daha önce bir edebiyat ürününde çıkmıştı. Edgar Allan Poe, Kalabalıklarda Bir Adam adlı polisiyesinde onu bir kişilik olarak sunmuştu. Walter Benjamin’in Pasajlar’ı, Bertrand Russell’ın Aylaklığa Övgü’sü ve daha bir niceleri aylak tipini, günümüzün modern edebiyat anlayışında temel kişilik tipini temsil eden bir kavram olarak işledi ve geliştirdi.
Bu tip, modern Türk edebiyatında da kendine yer bulmakta zorlanmadı. Oğuz Atay, Yusuf Atılgan, Sait Faik Abasıyanık, Orhan Veli Kanık, Orhan Duru, Demir Özlü, Ferit Edgü gibi yazarlar eserlerinde sıklıkla bu tipi işledi. Aylak adam, yeri gelir inzivaya çekilir, yeri gelir kitaplara veya salt tefekküre gömülür ve en önemlisi de çokça hareket hâlinde oluşu benimser. Buradan bakıldığında hepimizin içinde çerçevesi çizilsin ya da çizilmesin bir aylaklık var gibidir.
Türk sineması aylak adam tipini sıklıkla olmasa da gündelik hayatın gerçek tipleri üzerinden seyircisine sunmuştur. Yeşilçam filmlerindeki bu tipler, en basit tanımıyla kentli, gezgin ve aylaktırlar. Onlar; sokaklarda, caddelerde ve parklarda amaçsızca insanları gözetler ve aynı zamanda onlar üzerine doğru ya da yanlış fikirler üretirler. Gelişen ve kalabalıklaşan kentte kaybolan aylak adam, aynı zamanda insanları gözlemler. İşi gücü olmayan biridir. Dolayısıyla parası da yoktur. Üstü başı pejmürdedir. İnsanlar onu kolaylıkla tanır. Onun ise hiç bir şey umurunda değildir. Kentin akışına dair bir protesto sunar. Bu anlamda Türk sinemasının gerçek anlamda ilk aylak adam tipi Turist Ömer’dir. 1963’te Hulki Saner’in yönettiği Helal Olsun Ali Abi adlı filmde Ayhan Işık’ın karşısında Sadri Alışık tarafından yaratılan Turist Ömer tipi, İstanbul kentinin içinde olduğu kadar dışarıda ve dışarısında olduğu kadar da içindedir. Onun ilk elden anlaşılamaz belirsizliği, saflık, aptallık, göçmenlik, asilik, kuralsızlık gibi tanımlamalara karşı aynı mesafede durmasından kaynaklanır. Tıpkı City Lights ya da Modern Times adlı filmlerdeki Charlie Chaplin gibi… Sadri Alışık’ın Turist Ömer’i diğer yandan aynı dönemde Feridun Karakaya’nın yarattığı Cilalı İbo ve Öztürk Serengil’in yarattığı Adanalı Tayfur tipleriyle de benzerlik gösterir. Fakat Turist Ömer’i diğerlerinden ayıran birtakım özellikler dikkati çeker. Örneğin gündelik yaşamında belirsizlikler vardır. İçinde bulunduğu her duruma kolaylıkla çözüm bulur. Belki de en ilginci, o sınıf atlama arzusundan yoksundur.
Yapımcı-Yönetmen Hulki Saner, 1963’te Helal Olsun Ali Abi’de, 1964’te Ayşecik Çıtı Pıtı Kız ve Ayşecik Cimcime Hanım adlı filmlerde yan karakter olarak olgunlaştırdığı Turist Ömer tipini 1964 yılı yazında çektiği Turist Ömer adlı filmle başat karakter hâline dönüştürdü. Sadri Alışık, başrolü o güne kadar karakter oyuncusu olarak tanınan Vahi Öz ve Mualla Sürer ile paylaştı. Film, söz ve müziğini Hulki Saner’in yaptığı ve Turist Ömer’in Taksim Meydanı’nda yürüyerek seslendirdiği Aman hey adlı şarkıyla başlar. Şarkı aylaklığın âdeta destanlaştırılmış hâli gibidir ve karaktere dair ilk ipuçlarını verir.
…
Aman hey, sokaklarda aylak aylak gezerim,
İzmaritin kralını seçerim Aman hey,
Trafikten çakarım, kral oto yıkarım,
Hiç bir işte tutturmam, hepsinden de bıkarım Aman hey,
…
Kendinin farkında olan, yaşamla alay eden Turist Ömer, traş olmaz, gri pantolon, ekose gömlek, delik fötr şapka, ökçesi basık pabuç giyer. Espri yapar, karşısına çıkanları sözle, nükteyle harcar. Görgüsüzdür. Geç anlar. Asla yalan söylemez. Sokak jargonuyla konuşur. Hakem düşmanı olacak kadar da Fenerbahçelidir… Turist Ömer kendisini şöyle anlatır:
Allahıma diyorum, memleketteki bütün açık hava otellerini dolaştım. En kralı park otel tabii. Yani parklar… Tahta sıraya postu serdim mi, atom patlasa hava gazı diyorum abicim. Zaten turist milleti böyledir abi. Neyse ben şimdi Hilton’a gidiyorum. Ama yanlış anlaşılmasın. Yani ayıptır söylemesi izmarit toplamak için. Ne yaparsın biz de yolumuzu öyle bulacağız anladın mı… (Otelin kapısına yakın) Anam şuraya bak be, herif iki nefes çekmiş atmış iyi mi. Ciğerlerimizde bayram. Olur mu be herkese talih bize kör Salih. Takımın golünü harbiden yediler ha. Ulan bir gün ölürsem mezar taşıma sebebi meftam hakemler diye yazsınlar be. Ne yapalım abi hastasıyız işte. Fenerbahçe gol yedi mi, biz yengen yataklarda. Ne yapalım…
Aylak insan en basit anlamıyla modernizmin taleplerine ve gerekliliklerine bilinçli veya bilinçsiz olarak kayıtsız kalır, onu yok sayar. Modern sistemin öğretilerini, dayatmalarını inkâr eder. Dolayısıyla yok saydığı sisteme uyamama hâli onda bir yoksunluk hissi yaratmaz. Diğer insanların gözünde yoksul, işe yaramaz ve avare olan aylak daha en baştan tüm bu kavramları yok sayarak varlığını ortaya koyar. Turist Ömer, yetim büyümüştür, yardımseverdir, gelecekte ne olacağını pek düşünmez, çalışmaz, çalışamaz, işsizdir. Üstelik beceriksizdir, bu yüzden de sevimli ve cana yakındır.
…Ne demişler, kimsenin işine burnunu sokma! Ama o arabayı ben koymadım ki oraya ya. Burnunu sokma ama gel de bunu bizim patlıcan burnumuza anlat. Şahsen her yere girip çıkar bu mereti muzır. Acısını Turist Ömer çeker iyi mi. Fakirin tutunacak bir yeri yok ki. Nerde akşam orda sabah. Fakir kuşun yuvasını Allah yapar ama bize gelince nanay. Ne tuğla kalır, ne harç. Yani Rüknettin abi de olmasa sıkıntıdan gümlerim ha. Allah ayırmasın içtiğimiz su ayrı gitmez onunla. Siz de tanırsınız canım. Şu hani meşhur Horoz Nuri’den Rüknettin… Bana hiç benzemez ha. Kafası sekiz silindirli motor gibi çalışır. Erkeklik kitabını da limonlu çay gibi içmiştir. İki eli kanda olsa bile dişiyle ıslık çalar. Son numarası da Bedia…
Turist Ömer kadınlara karşı zaafı varmış gibi görünen biridir. Flörtöz bir çizgide ilerlerken birden kadınlarla baş başa kaldığında masum, libidosu olmayan bir karaktere bürünür. Yani kadınlarla kurduğu ilişki tutarsızdır. Turist Ömer, bir gün tesadüfen zengin olur. Önce kör bir kızı Tarabya sahilinde intihardan kurtararak, gözlerinin açılması için gerekli olan parayı verir. Sonra, yanında güzel kızların da olduğu üstü açık son model bir arabayla Hilton’a gelir. Zengin olmuştur ama giysilerinde en ufak bir değişiklik yoktur. Dolayısıyla sınıf atlama arzusu da…
Kapıcı: Bonjur mösyö.
Ömer: Mösyö ne demek? Temiz konuşsana ya. Biz turistiz be.
Kapıcı: Ben de öyle zannettim efendim.
Ömer: Ama biz yerli turistiz anladın mı. Bana Turist Ömer derler. Kardeşine bir oda araklasana yukardan.
Kapıcı: İçerde resepsiyona sorun efendim, bilirler.
Ömer: Kasap Hüseyin mi?
Kapıcı: Kasap Hüseyin değil efendim. Resepsiyon.
Ömer: Haaaa atmasyon.
Turist Ömer, bir aylak adam olarak İstanbul’u iyi bilir. Dolmuşa biner Emirgan’a gider. Taksim’de Kulüp 12’de ya da Reşat Kulüp’te kaçak da olsa eğlenir. At yarışları için Veliefendi’ye, Fenerbahçe maçları için İnönü stadına koşar. Tarabya sahilinde dolaştığı kadar Sultanahmet Meydanı’nda da kaldırımları arşınlar. Kısacası İstanbul’un her yerindedir. Her ne kadar giyiminden dolayı Hilton’a alınmasa da, Maslak’ta çalıştığı benzin istasyonunu birbirine katsa da, Topkapı’da polise yardım edeyim derken arap saçına çevirdiği trafiğe rağmen İstanbul’la barışıktır. Bankadan aldığı reklam paralarıyla halka yalandan da olsa umut dağıtır Turist Ömer.
Türk sinemasında Turist Ömer karakterinin ortaya çıktığı zaman, İstanbul’a göç çoktan başlamıştı. Şehir için tam bir kalabalıklaşma yıllarıydı. İç göçün yarattığı yeni kent kültürü ve bu kültürün İstanbullular üzerindeki etkileri uzun yıllar boyunca kabullenme-kabullenememe gelgitleriyle sürüp giderken Turist Ömer bundan hiç etkilenmedi. Ancak onunla ilgili temel bir soru vardı: Kimdi bu adam? O, İstanbul’a göçle gelmiş insanları mı yoksa hâlihazırda İstanbul’da olan ve değişime seyirci kalan insanları mı temsil ediyordu. Yönetmen Hulki Saner, 1964-1973 yılları arasında çektiği toplam yedi filmle aylaklığı Türkiye’den Almanya’ya, İspanya’ya, Arabistan’a hatta Kenya’ya taşıdı ama bize onun kim olduğu konusunda hiçbir ipucu vermedi. Öyle ya herkesin bir Turist Ömer’i vardı. Onu öyle kabul etmiş ve sevmişti. Peki, Turist Ömer gerçekten kimdi? Yersiz yurtsuz mu? Avare mi? Yoksa şakayla karışık bir kent romantiği mi? Buyurun siz karar verin. Son söz Sadri Alışık’ın:
Beni sinemada meşhur eden Turist Ömer tipi askerde doğdu. Ahmet Güzelce adlı bir asker arkadaşım vardı. Ben askere gittiğimde, o uzun zamandan beri askerdi. Disiplinsizlikten hem askerliği uzuyor, hem de devamlı dayak yiyordu. Künyesini hiç doğru okumazdı. Bir arkadaş sivilde balıkçıymış… Delikanlı bir arkadaştı. Askerde bile külhani bir yürüyüş vardı. Buna “Oku ulan künyeni” diyorlardı. O da “Balıkhaneden Uyuz Ahmet, Salliala Muhammed” diyor ve selamını da benim filmde verdiğim şekilde veriyordu. Bunu yere yatırıp basıyorlardı dayağı. Yine bana mısın, demiyordu… Bir daha künye, bir daha dayak… Bu olay akşama kadar devam ediyordu. “Uyuz Ahmet” demek, kafası çalışan, her şeye aklı eren, cin gibi bir adam demekmiş. Onun bu künye ve selam veriş tarzı dikkatimi çekti ve sivilde Turist Ömer filmlerine başlayınca, bu arkadaşın hareketlerini ve selamını kullanmaya başladım…