NUSRET ÇOLPAN SERGİ
YERLE GÖK ARASINDA BİR NAKKAŞ NUSRET ÇOLPAN
- Sona Tomaç
Fatih Belediyesi Kadırga Sanat Galerisi ve sergi açılış töreninde güzel bir jestle ismi Nusret Çolpan Sanat Galerisi olarak değiştirilen Fatih Cam Küp Galeri, yeni bir sergiye ev sahipliği yapıyor: Yerle Gök Arasında Bir Nakkaş Nusret Çolpan
Pek çoğumuz Nusret Hoca’yı, Taksim Tünel ve İstanbul metrosunda yer alan minyatürleriyle tanıdık. İstanbul’un fethinin adım adım anlatıldığı, bugün hâlen Taksim metro istasyonunda küçük bir bölümünün görülebildiği seride, tarih derslerinden kopup çiniye işlenmiş sahneleri hayranlıkla izledik. Eserleriyle lise döneminde tanıştığım sevgili hocamın orijinal çalışmalarının bir kısmını ve eskizlerini, Beyazıt tramvay durağından yürüyerek ulaştığım, Kadırga’da yer alan Kadırga Sanat Galerisi’nde görme şansı elde ettim. 2020 yılından bu yana Faik Kırımlı Resim Sergisi, Hasan Çelebi Retrospektifi gibi pek çok özel sergiye imza atan galeri iki küçük, bir büyük sergi salonu ve derslikleriyle dokuz yüz metrekarelik bir alandan oluşmakta.
Çolpan’ın, eserlerinden etkilenerek minyatür sanatına adım attığı Matrakçı Nasuh’un adıyla anılan bu büyük salona girdiğinizde kırmızı duvarlar üzerine yerleştirilmiş birçok özel koleksiyondan toplanan irili ufaklı rengârenk dünyalar sizi selamlıyor. Gezmeye salon girişinin hemen sağından başlıyorum ve orada asılı olmasına anlam veremediğim bir eserle karşılaşıyorum: Bir tezhiple. Hocamızın ilk dönem eserlerinden olduğunu öğrendiğim bu tezhibi ile diğer eserlerini çok dikkatli ve sindirerek incelemenizi öneririm. Öyle ki sergideki kronolojik kurguyla, eserlerin zamanla nasıl değiştiğini gözlemleyebileceğiniz harika bir sıralama oluşturulmuş. İlk dönem eserlerinde Matrakçı Nasuh etkisiyle baskın yeşil ve mavi renkler arasında İstanbul manzaraları nakkaşın genç yaşta geldiği ve çok sevdiği bu şehri ne kadar iyi tanıdığını kanıtlayan birer belge gibi. Sanatçı yönünün yanında çok iyi bir araştırmacı ve gözlemci olduğunu bildiğimiz Çolpan’ın eserleri arasında ilerledikçe, mimarlık birikimi kendini daha güçlü göstermeye başlıyor. Yapılar kendi içerisinde kompozisyonlar oluşturuyor ve çerçeveye muntazam yerleşiyor. Bu düzensiz görünen eserlerin içerisinde ahengi fark etmemek imkânsız.
Sanatçının sıkça kullandığı unsurlardan biri de spiral form. Geliştirdiği bu formla minyatürlerinde farklı zaman, mekân ve olayları bir arada anlatma imkânı bulmuş. Bu anlatım biçimiyle minyatür, eski işlevini -belgeleme ve kayıt altına alma görevini- sürdürüyor gözükse de Nusret Hoca’nın kendine has üslubunu fark etmemek mümkün değil.
Anadolu Hisarı’ndan Beyoğlu’na, Eminönü’nden Yedikule’ye, oradan Beyazıt’a o çok sevdiği, sürekli betimlediği Kız Kulesi’ne; semt semt işlediği İstanbul’u hocamın minyatürleri eşliğinde gezerken bize söylediği şu söz zihnimin bir köşesinde yankılandı durdu: “Bizim bütün kültürümüzü, tarihimizi bir arada barındıran bu şehri çalışmaya ömürler yetmez.” İstanbul’un tarihî semtlerine baktığımızda, orada sadece geçmişi değil, geçmişin içinde yaşayan bugünü de görürüz. Nusret Hoca’nın eserleri şehirlerin yaşayan birer organizma olduğunu hatırlatıyor. Birazdan hareket edecek ve son hâllerini alacakmış gibi bir hissi uyandırıyor içimizde.
Kuşbakışı izlediğimiz bu minyatürlerde Nusret Hocamız bazı çizimleri karşıdan görünümüyle işlemiş. Kimi daha büyük kimi yan dönmüş bu unsurların her biri, aslında minyatürün geneline baktığınızda size anahtar kelimeleri veren parçalar, minyatürün içerisinde bazen en önemli yapı bazen de şehrin sembolü olmuş yerler. Eserleri izlerken kendinizi bir haritanın içine girmiş, sağa sola yürürken buluyor, “Gerçekten bu yapıyla mı yaşıyoruz? Bu cami gerçekte hangisi?” sorusunu sormaktan kendinizi alamıyorsunuz.
İstanbul’un yanında Bursa, İznik, Çanakkale, Sivas ve Konya tasvirlerini bildiğim Nusret Hoca’nın Konya’nın gece görünümünün yer aldığı eserine gözlerim takılı kalıyor. Aynı şehirde bizleri gecenin asalet ve gizeminden gündüzün neşe dolu parlak yapılarına götürüyor; yazın güneş saçan sarı, çiçek kokulu masmavi gökyüzünden kışın donmuş, beyaz, bir o kadar da masalsı ve hareketsiz sokaklarına mühürlüyor.
Yurt dışında da pek çok önemli yeri gezerek farklı dünya şehirlerini tasvir eden Çolpan’ın sergide Manhattan bölgesini nakşettiği bir eser yer alıyor. New York, Medine, Kudüs, Buhara, Venedik, Avustralya ve Mostar’ı konu edindiği eserlerinin yanında sanatçının Paris ve Moskova şehirlerine ait minyatürleri devlet başkanlarına kadar ulaşmış. Bu alanda bir ilke imza atan sanatçının sergilenen eskizleri arasında çini projesi için çizimini yaptığı Paris konulu minyatürü de görmek mümkün.
Hayatından ufak kesitlerin de yer aldığı bu sergiden ayrılıp, yeni adıyla Nusret Çolpan Sanat Galerisi’ne geçiyorum. Burada da bizleri çok farklı bir eser düzenlemesi karşılıyor. Proje Yönetmeni Osman Özsoy’un aktarımıyla Nusret Hoca’nın bir hayali gerçekleştirilmiş ve eserleri hareketlendirilmiş. Uçsuz bucaksız denizler üzerinde yüzen kadırgalar, bulutlar arasında uçan kuşlar, dönen güller arasında Gül Camii ve İstanbul’u fethederken atıyla surları aşan Fatih Sultan Mehmed… Bir camekân içinde Çolpan’ın ilk resim denemelerini yaptığı tahta kaşıklardan bir örneği, kullandığı fırça ve boyaları, önlüğünü, eskiz ve yarım kalmış son çalışmasını görüyoruz.
Bir gemi enstalasyonunun da yer aldığı bu geniş kapsamlı sergi, hem dijital içerikleri hem yeni sergileme pratiklerini bir araya getiriyor. Çağdaşı yakalama eğiliminin geleneksel sanatlarımız için tabu olarak görüldüğü günlerin ardından neredeyse unutulmakta olan minyatür sanatının bugünle bağını kuran Nusret Çolpan yine bu bağı gelecek için de kurmamıza olanak sağlamış.
Metaverse ve NFT teknolojileriyle meşgul olduğumuz bugünlerde bu sergi bizlere gelenekselden beslenerek çağı yakalamanın ve yeni yorumlamaların mümkün olduğunu göstermekte. Nusret Çolpan, geleneği bilen ve eserlerinde uygulayan bir minyatür sanatçısıydı. Öyle ki o kendi tarzıyla günceli yakalayan bir sanatçıydı. Sanatını besleyen gelenekten kopmadan bugüne taşıyan bir yol açtı önümüzde.
Nusret Çolpan’a saygıyla.