SURİÇİNİN SON BOSTANLARI

FATİH’TEN HATIRALAR

SUR İÇİNİN SON BOSTANLARI 

  • Akın Kurtoğlu

 

TARİHÎ YARIMADAYA BEREKET TAŞIYAN YENİBAHÇE DERESİNİN BESLEDİĞİ BOSTANLARIN SON DEMLERİNE YETİŞTİM. AİLE SOHBETLERİMİZ, EN ÇOK DA TEYZEMİN BİR TARİHÇİ CİDDİYETİYLE KALEME ALDIĞI GÜNLÜKLER OLMASAYDI, O ZAMANLARIN RESMİNİ BELKİ BUGÜNKÜ NETLİKTE TARİF EDEMEZDİM. ARTIK BOSTANLARIN YEŞERDİĞİ YERDE YÜKSELEN DEV BİNALARIN YANINDAN DERE DEĞİL TAŞIT SELİ AKIYOR.

Aile büyüklerinin anlattığına göre, Sofular Tekkesi’nden aşağıya doğru inildiğinde en yakın bostana varmak için sağa dönülerek bir süre daha yürünür ve bugün üzerinde büyükçe bir alışveriş merkezinin yükseldiği yeşillik sahaya ulaşılırmış. Burası Yenibahçe Deresi’nin beslediği diğer bostanlara nazaran küçük bir yer tutan Sotiri’nin bahçesi… Yani zerzevat, sebze ağırlıklı bir bostancık.

Eşimin ailesi evlerinin ihtiyaçlarını aynı yıllarda neredeyse sebil fiyatına Sotiri’den temin ederlermiş. Ancak bostanlar meyve tarımı açısından fakir olduklarından, evlerinin yemiş ihtiyacını çarşamba günleri bizimkiler gibi pazara çıkarak karşılamaktalarmış. Derenin yatağı, İskenderpaşa Camii’nin önlerinde yerin altına dalarak Langa’ya dek gözden ırak yoluna devam ettiği için, Aksaray çevresinde bağ, bahçe ve bostanlar yok denecek kadar az. Çünkü suyundan faydalanabilecekleri bir akarsu görünmüyor artık ortalıkta.

DİMİTRİ’NİN SÜTHANESİ

Sofular’da hamamı geçtikten sonra dümdüz karşıya devam edildiğindeyse, Dimitri’nin yolun başındaki süthanesine varılmaktaydı. Bulgar kökenli Dimitri, civarın en kaliteli keçi sütlerini satardı. Bir buçuk katlı kârgir binanın alt katını dükkân, üst katını ev olarak kullanırdı. Dimitri’den temin edilen keçi sütüyle, evlerde yoğurttan muhallebiye, kefirden ayrana türlü çeşit alternatif üretmek mümkündü. Süthanenin halk arasındaki diğer adıysa “şube”ydi.

Panayot’un bostanı, günümüzde aşağı yukarı Fatih Belediyesi ile Maliye binalarının olduğu alana tekabül etmekteydi. Bostanın berisinde Malta civarından aşağıya doğru akan bir yeraltı dereciği tam da burada yeryüzüne çıkardı. Ortalama iki-üç metre yüksekliğindeki bir kaya parçası kütlesinin arasından basamaklanarak sızan sular, önce minyatür bir çağlayana dönüşerek önündeki ufak gölete dökülür, oradan da Yenibahçe deresine katılırdı.

Etrafı bodur ağaçlarla çevrili bu küçük şelalenin üzerine düşen güneş ışınlarının etrafa saçtığı parıltıları, havanın açık olduğu günlerde evimizin yan cephesindeki pencereden seçebilirdik. Yalnızca o civarda yaşayanların bildiği bu akarsu koluna Malta Deresi denirdi. Benzer şekilde, yine Yenibahçe’ye inen bir diğer kolun da Karagümrük yamaçlarının altından sızarak Kaymakamlık yakınlarında yüzeye çıkarak ana gövdeye katıldığını yazmış teyzem not defterine. O zamanlar bu kola da Karagümrük Deresi denilmekteymiş.

CADDENİN ORTASINDA KALAN İNEK AHIRLARI

Bugün itibarıyla Akdeniz ve Oğuzhan caddelerinin Vatan Caddesi’ni dik keserek ortada geniş bir göbek oluşturduğu kesimde, 40’lı-50’li yıllarda ahırlar varmış. Tek katlı birkaç gecekondunun ve yanlarında da küçük sağmal inek ahırlarının kümelendiği bu alan, sur içinin hatırı sayılır bir bölümünün süt ihtiyacını karşılamaktaymış. Vatan Caddesi’nin inşaatı devam ederken burası hâlen yerinde durmaktaymış, zira inek ve keçi sahipleri yerlerini terk etmeye hiç niyetli değillermiş. Oysa cadde inşaatının tam ortasında çürük diş gibi kalakalan bu alan muhakkak yola katılmak zorunda. Belediye yetkilileri ile sütçüler arasındaki sıkı pazarlık neticesinde, çoğu Rumeli kökenli esnaf nihayet ikna edilerek onlara Sağmalcılar’da yeni ve çok daha geniş yerler tahsis edilmiş. Ahırlar böylece boşaltılarak alanda inşaata başlanmış.

SÜTÇÜ FATMANIM TEYZE

Burası yıktırılmazdan evvel günlük istihkaklarını buradan temin eden gezici esnaf, şehre dağılarak perakende süt satarmış. Çoğunluğu siyah önlükler giyen ve ellerinde güğümlerle sokak sokak dolaşan esnafın içinden biri de bizim muhitin ihtiyacını karşılardı. Beline bağladığı siyah önlüğü, başında eğreti duran İstanbul işi siyah başörtüsü, sırtına geçirdiği rengi soluk gri pardösü, dudakları arasına sıkıştırdığı gelincik sigarası, iki elinde iki güğümle hafiften topallayarak süt satan, kalın sesli, kadit gibi çelimsiz, kısa boylu bir kadıncağız: Fatmanım teyze…

Bazı sütçü esnafı, veresiye satışlarda evlerin kapısına tebeşirle beşerli çentikler atarken, Fatmanım teyze bu işaretlemeyi cebindeki not defterine yapardı. Çocukluğumda ve ilk gençliğimde onu tanıma bahtiyarlığına ulaştım, ancak seksenlerin başında maalesef ortadan kaybolup gidiverdi. Onu tanıyanlar, Vatan Caddesi’nin ortasındaki ahırlar zamanından beri mahalleliye süt sattığını anlatırdı. Anneannem onunla 50’lerden beri tanışıkmış meğerse. Sütçülerin geliniymiş, önceleri kayınvalidesiyle birlikte dolaşırlarken, zaman içinde artık kendi başına süt dağıtımına çıkmaya başlamış Fatmanım. Derenin son döneminde müşterilerine keçi sütü getirirken, sonraları inek sütüne tahvil etmiş sermayesini.

Aksice bir kadındı Fatmanım teyze. Önünde çocukların oynamasını, didişmesini, yolunun kesilmesini asla istemez, kalın sesiyle onları azarlardı. Muhtemelen sütlerinin zarar görmesini önlemek telaşındandı bu aksiliği. Elindeki güğümlerin boyunlarına iple bağladığı çeyrek, yarım ve bir litrelik üç maşrapasıyla, kaba boşaltacağı sütü ölçerdi. Maşrapadaki sütü müşterinin tenceresine döktükten sonra bununla yetinmez; hak geçmesin diye güğümden az biraz daha süt alıp kabın üzerine ilave ederdi. Onun bu cömert jestini daha dün gibi hatırlamaktayım. Galatasaray’ın sahaf Vahan amcası, Beyoğlu’nun akordeoncu Madam Anahit’i, Bahçekapı’daki piyangocu Uzun Ömer gibi bir figürdü o. İstanbul hatıralarında kendisine nedense onlar kadar yer ayrılamadı.

YOLGEÇEN BOSTANINDAN İZ KALMADI

Rahmetli dedem, bilhassa yoğun kar yağışının bel hizasını aştığı günlerde sabah namazından sonra yatmaz, bizimkilerin uyanma saatine kadar elinde kürekle, alacakaranlıkta evin kapısından bostanlara doğru yürünecek kadar bir yol açarmış. Her ikisini de ellerinden tutarak Yolgeçen bostanını yürütüp dereyi atlatır, Selçuk Kız Enstitüsü’nün kapısına kadar çıkarttıktan sonra, Çapa’dan 32 numaralı Bahçekapı-Topkapı tramvayına binerek Sultanahmet’teki Devlet Basımevi Matbaası’na yollanırmış. Yenibahçe ya da Bayrampaşa deresi olarak bilinen akarsuya, dedemin nedense hep Kurtderesi dediğinden bahsederdi bizimkiler. İlk isminde saklı olan (Lycos/Lykos/Likus) anlama hürmeten mi böyle demekteydi, yoksa kent tarihine ilişkin başka bir işaret mi taşıyordu, bilinmez.

Havanın mutedil olduğu diğer günlerdeyse, annem ve teyzem kendi başlarına veya arkadaş grubuyla birlikte bu yolu kullanarak okullarına gidermiş. Şayet Tanaş veya Panayot o sırada bostanda çalışıyor iseler bulundukları noktadan biraz daha uzaklaşarak onlara doğru sırtlarını döner ve işlerine bu şekilde devam ederlermiş ki genç kızlar rahatsız olmadan bostan yolunu kullanıp okullarına gidebilsinler. O yılların insanlarındaki inceliğe, zarafete bakar mısınız? Bahçıvanından memuruna, esnafından emeklisine kadar hemen herkes böyle bir terbiyede. İstanbul beyefendiliğinin yansımaları… Artık günümüzde bostanların hiçbiri yok. Yenibahçe deresinin üzerinden Vatan Caddesi geçiyor ve İstanbul beyefendilerinin sayısı da hayli azaldı. Yenibahçe ismi de çoktan unutuldu, gitti.

1956’da planlanan Vatan Caddesi 57 Ağustos’unda betonlanıp aynı yılın ekim ayında asfaltlandı. Cadde aydınlatması da tamamlandıktan sonra 1958’de seyrüsefere açıldı. Oğuzhan Caddesi’nin köşesine birer de lunapark ve gazino inşa edildi. Önceleri Taksim ve Beyazıt’ta yapılan resmî bayram törenleri ve geçitleri, 30 Ağustos 1959 tarihinden itibaren artık bu caddede gerçekleştirilmeye başlandı.

70’LERDE VATAN CADDESİ VE GERİYE KALAN SON BOSTANLAR

Yolgeçen bostanları benim çocukluğumda, yani 70’lerin başında kısmen de olsa aktifti ve Emlak Bloklarına dek caddenin kuzey cephesini, ince ve yemyeşil bir bant şeklinde kaplamaktaydı. Hemen arkalar ise kayalıktı ve taşların arasından küçük yılanlar ve kırkayaklar çıkardı. Sözünü ettiğim bu kayalıklar, aslında o zamanlar artık bütünüyle kuruyan Yenibahçe deresinin yatağını çevreleyen keskin taşlarla örülü bir sınırdı.

Kuzeyde eski bostanlardan artakalan tozlu-topraklı boş alanlar ise 70’lerin sonlarına kadar uçurtma uçurulan ya da top oynanan arazilerdi. Anne babalarımıza “Bostan’a gidiyoruz…” dediğimizde, Vatan Caddesi civarına ineceğimiz anlaşılırdı.

Yenibahçe deresinin etrafına serpiştirilen tarım arazilerinin sona erdiği düzlüğün hemen ardından başlayan bayırın rakımı ise birden keskin şekilde artar ve zemin yedi-sekiz metre kadar yükseliverirdi.

Bayırın nihayetlendiği çizgide sıralanan iri cüsseli kayalıklara oturarak bilhassa poyrazın şiddetli olduğu günlerde Vatan Caddesi’ne doğru uçurtma uçuran, sivri taşlarla ve çakıllarla kaplı daracık, tozlu ve boş alanlarda, uzun yaz öğleden sonralarında saatlerce çift kale top oynamanın keyfini süren son nesil herhâlde bizlerdik. Çünkü 80’lerde Vatan Caddesi’ne ardı ardına dikilen binalar, geri kalan bostanlarla bahçeleri de birer-ikişer yuttu ve arazi şeridinin üzerinden, ana caddeye paralel karşılıklı birer servis yolu geçirildi. Tanaş’tan, Panayot’tan, Andriko’dan, Sotiri’den artakalan son bostanlar da artık tamamen hâtıralara gömüldü.

Start typing and press Enter to search