BAŞROLDE SAHAFLAR

Not: Bu yazıdaki alıntılar Martı Jonathan Livingston kitabından yapılmıştır.

“Nereden geldiğimizi hemen unutup nereye gittiğimizi merak bile etmeden, günübirlik yaşayarak, çoğu kez birbirinin aynısı olan şeyler yaptık; bir dünyadan gelip diğerine gittik. Birbirimizle mücadele etmekten sürüye gücümüzü kanıtlamaya çalışmaktan daha başka yaşam nedenleri olduğunu öğrenmek için kaç yaşamdan geçmek zorunda kaldık fikrin var mı?”                                                                       

                                                                                    “Richard Bach

 Kitaplarla olan hikayem bu pasajdan sonra başlamıştı.

Birbiri ardına dizilmiş kelimelerden anlamlandırdıklarımı; zihnimde çizdiğim resimlerle oradan oraya sürükleyebiliyor dünyaya bir kuşun gözünden bakabildiğimi hissedebiliyordum. Hiçbir zaman tanışmayacağım insanlarla, hiçbir zaman bulunmayacağım o mekanlarda; tadamayacağım deneyimler yaşayabiliyordum. Bu deneyimlerin anısında kendimden bir parça bulduğum da olmuştur sakil kaldığımı düşündüğüm de. Sınırlar benim elimde neyse ki, muzip bir gülümsemeyle aralarından istediğim her an ayrılabilirdim. Sinemayla tanıştığımdaysa yukarıda bahsettiğim kendini yerine koyma duygusunun bir hikayeden ve en nihayetinde bir dertten beslendiğini anlamam çok da uzun sürmemişti. Her şeyin bir hikayesi vardır. Kitaplarda ve sinemada iskeleti oluşturan senaryo; sadece endüstriyel bir materyaldi. Asıl sanatsal üretim hikayenin ve anlatılmak istenen derdin tam da kendisiydi.

Bu yazıda anlatım biçimleriyle kendine kitap kokusu duymayı dert edinen filmlerden bahsedeceğiz. Siz de Alejandro Amenábar’ın Agorası’nda İskenderiye Kütüphanesi’nin yakılış tasvirini izlediğinizde içi de o kitaplarla birlikte yananlardansanız gelin sinemada kitap kokusunu duyumsama meselesi nasıl işlenmiş birlikte göz atalım.

The Last Bookshop – Son Sahaf 2012 / Richard Baba – Dan Fritöz
“Gitmek istedigin her yere, istedigin zamana gidebilirsin,”

Kitapsız bir dünya düşünün… Senaristliğini ve yönetmenliğini Richard Dadd‘in üstlendiği The Last Bookshop (Son Kitapçı), gelişen teknolojiyle birlikte kitapların da tarih olduğu bir geleceği anlatan bir kısa film.

Teknolojiye rağmen vazgeçmeden dükkanında okuyucusunu bekleyen bir sahafın, dükkana tesadüfen giren çocuk kahramanımızla olan hikayesine şahit oluyoruz. Uzun süren bir bekleyişi anlamamıza yardımcı olacak sekanslardan sonra çocuğun sahaf dükkanına girmesi ve kitapları karıştırmaya başlamasıyla 25 yıllık bekleyişin son bulduğunu sahaf sahibinin ağzından duyuyoruz. Sonunda Halls’un sahaf dükkanındaki kitapların yeni bir okuyucu var. Çocuk kahramanımız, tesadüfen keşfettiği bu dükkanda raflara sıra sıra dizilmiş tuhaf nesneleri şaşkınlık içerisinde izliyor. Çocuğun bilmediği şey ise, o nesnelerin kitap; o eski dükkanın da dünyadaki son kitapçı olduğu. Eline aldığı kitaplardan birine dokunmatik ekran muamelesi yaparak iki parmağıyla yazıları büyütmeye çalışan çocuğun bu hareketiyse adeta yüzümüze dijital bir tokat vuruyor sanki. Evine götürdüğü kitaplardan herhangi birini açacak mı endişesi ve heyecanı içerisinde izlediğimiz çocuğun dünyanın son kitapçısına kesip biçtiği malzemelerden yapıştırarak kendi hazırladığı kitabı bırakmasıyla kararan sahne yüreklerimize su serpiyor adeta.

 

 11’e 10 Kala 2009 / Pelin Esmer

“İstediğimiz yere gitmekte ya da istediğimiz yerde bulunmakta özgürüz.”

İnsan toplayan biriktiren bir varlık. Görüntüleri, izlenimleri, şahitlikleri belli bir düzenle istiflerken boş durmaz, bir yandan da nesnelere aşırı anlamlar yükleyip tutkuyla yığarız yaşadığımız mekânlara.. Önceliğimizi şimdiye versek de geçmişin yükünden kurtulamayız. Kurtulmak da istemeyiz çoğu zaman. Kurtulmamalı da insan..

“11’e 10 Kala” sahaflıktan ziyade bir biriktirme hikayesi. Keyifli küçük ve gerçekçi olan bu mütevazı film; 80 yaşlarındaki Mithat bey’in hayatı kaydetme tutkusunu işliyor.

Mithat bey’in uğruna eşini feda ettiği koleksiyonu içimize işliyor. Bu koleksiyonda neler yok ki  saatler, kitaplar, dergiler, kataloglar, resimler, eski model daktilolar, tedavülden kalkmış radyolar, dürbünler… Yediği ekmeklerin üzerindeki etiketler bile.. Koleksiyonuna her eklediği nesneyle Mithat bey izleyiciyi dün,bugün ve gelecekle kurduğu bağın içine çekiyor.

Koleksiyonda nesneler bozuk ve işlemez olarak saklanmıyor, saatten radyoya her birinin fonksiyonunu icraya devam etmesi için başvurulacak, şehrin son tamircilerinin geniş bir listesi var. Dergilerin eksik sayıları, kitapların eksik ciltleri her zaman tamamlandıktan sonra kaldırılıyor. Bölgedeki tüm sahaflar Mithat bey’in emrine amade..

Ana karakterin dışında dikkat çeken bir karakter daha var. O da Mithat Bey’in, koleksiyonunun devamlılığını sağlama amacıyla yakınlaştığı apartman görevlisi: Ali; hayatı Emniyet Apartmanı ve çevresinde geçen, dünyası bununla sınırlı bir. Mithat beyin koleksiyonundaki eksik parçaları tamamlamasına yardım ediyor. Mithat Bey’in komşularına ve çevresindeki insanlara rağmen kendi kurduğu dünyasını yaşayabilmek için mücadele verirken,  hiçbir şey satmak istemediğini, sadece hayatı belgelemek ve delillendirmek istediğini kesin bir dille ifade ettiği görüyoruz. Amcasının sakladıklarını açtığI sahaf dükkanında satarak bir fırsata çevirmek isteyen yeğenin de bu kararlı duruşla planları bozuluyor. 11’e 10 kala, tutkularımızla hırslarımız arasındaki çatışmayı içtenlikle işlemiş bir film. İnsan seyrederken klinik bir vakanın mahremiyetine girmiş olmakla ortada başka bir durum mu olduğu kanaati arasında kalıyor. Mithat bey, depreme dayanıklı olmayan eski binanın yıkılıp yeniden yapılması için apartman sakinleri ittifak halindeyken imzayı atmayıp, boşalan binada biriktirdiklerini koruma uğruna tek başına savaş verebilen bir tutku insanı. Gerçekliklerin kıymetini bilen, kimseye aldırmadan doğru bildiği yolda ilerleyen bir kaydedici..

Kamerayı, ışığı, rolü unutturan 11’e 10 kala, bittiğinde atmaya kıyamadıklarımızı düşündürten ve geçmişin kokusunu duyumsatan bir eser olarak hafızamızda yer ediyor.

The Bookshop 2017 – Sahaf / Isabel Coixet

“Artık yaşamak için bir sebebiniz olmalı ; öğrenmek, keşfetmek, özgür olmak…”

 Sessizlik ve sebat içinde bir kütüphanede geçen o eşsiz zamanın dinginliği tarif edilemez. İngiliz yazar Penelope Fitzgerald’ın aynı adlı eserinden uyarlanan The Bookshop’(Sahaf); kitapların ruha iyi geldiğini savunan, en iyi dostlarımızın kitaplar olduğunu, onların bizi bir hançer misali sırtımızdan bıçaklamayacağını bilenlerin filmi. Eşinin kaybından sonra yeni bir hayat kurmaya karar veren Florence, Hardborough adlı kasabaya yerleşip bir kitapçı dükkanı açıyor. Hevesli bir okuyucu olan Florence yüzleşmesi gereken bir gerçek dünya olduğunun farkına varır. Kütüphanesinin bulunduğu binanın dönüştürülmesi ve kendine yeni bir yer bulması gerekmektedir. Kabul ederek boyun mu eğecek, yoksa mücadele mi edecektir? Artık halledilmesi gereken problemleri olan ve bunun için naif duruşundan fedakarlık yapmak zorunda kalacak bir kitapçıyla tanışıyoruz. Kitap ve sahaf tutkunlarının ana karakteri daha iyi anlayacağı film  başarılı olmak adına şahsiyet ortaya koymanın gereğine de değinerek bizi geçmişe yani teknolojinin hayatımızı tam anlamıyla girmediği yıllara doğru götürüyor ve kitaplarla yaşadığımız ilişkiyi simgeliyor. Bir hikaye okuduğunda, hikayenin içine yerleşenlere kitap kapaklarını ise dört duvara bir çatıya bir eve ve bir filme dönüştürenlere…

 

 

 

Start typing and press Enter to search