KAHRAMAN SAHAF

  • Halil Solak

Kültürel mirasın en değerli parçalarından olan elyazmalarının uğradığı en korunaklı duraklardan biri sahaflardır. Yüzyılların içinden çıkıp gelerek sahafa ulaşan bir elyazması, tavan arasında çürümekten, savaşta yok olmaktan, kâğıt fabrikasında hamura dönüşmekten ya da sobada yanmaktan kurtulmuş demektir.

Sahafların ve kitaplara derin bir tutkuyla bağlı sıra dışı müdavimlerinin iş birliği sonucu kültür tarihimize armağan edilen birkaç eserin ilgi çekici macerasına göz atmak zamanın elinden nelerin kurtarıldığına dair bir fikir verecektir.

 

YENİ BİR ŞEY VAR MI?

Sahaf sürprizleriyle ilgili bir yazı, elbette Ali Emiri Efendi ve keşfettiği Divanü Lugati’t-Türk’ten bahsederek başlamalıdır.

Ali Emiri Efendi haftada iki üç kere Sahaflar Çarşısı’na uğrar, “Yeni bir şey var mı?” diye kitapçılara sorardı. Yine bir gün çarşıya uğradı. Kitapçı Burhan Bey, “Bir kitap var ama sahibi otuz lira istiyor.” diyerek kitap uzattı. “Kitabı elime alınca bayıldım. Otuz lira değil otuz bin lira değeri var. Dünyada eşi menendi görülmemiş, bir Türk kamusu ve grameri!” diyen Ali Emiri’nin yanında sadece 15 lira vardır. “Allah’ım bir dost gönder, bana yardım etsin. Beni kitaptan ayırma!” diye dua ettiği esnada, Faik Reşad’ın çarşıdan geçtiğini görür. Paranın kalanını da dostundan aldığı borçla tamamlayan Ali Emiri, evine gidip yemeyi içmeyi unutarak günlerini eseri mütalaa ile geçirir.

 

KİTAP DEĞİL, TÜRKİSTAN ÜLKESİ

Kaşgarlı Mahmud’un 11. yüzyılda kaleme aldığı Türk dilinin bu ilk sözlüğünü şu cümlelerle özetler:

Bu kitap değil, Türkistan ülkesidir. Türkistan değil, bütün cihandır. Türklük, Türk dili bu kitap sayesinde başka revnak kazanacak. Bu kitabın hakiki kıymeti verilmek lazım gelse, cihanın hazineleri kâfi gelmez.

Ali Emiri Efendi, Divanü Lugati’t-Türk de dâhil olmak üzere hayatı boyunca toplayıp titizlikle koruduğu 16 bin cilt eseri Fatih’te, Feyzullah Efendi Medresesi’nde kurduğu Millet Kütüphanesi’ne bağışladı ve 1924 yılındaki vefatına kadar buranın “nazırlığını” yaptı.

 

HAMMER SAHAFLARDA

Ali Emiri Efendi kadar olmasa da sahaf gezginleri arasında başka şanslılar da vardır. Viyanalı ünlü şarkiyatçı Hammer, 19. yüzyılın başında İstanbul’da Avusturya elçiliğinin tercümanı olarak çalışıyordu. Resmî görevinden kalan zamanını Bahçekapı’daki Hamidiye Kütüphanesi’nde Doğu literatürünü araştırmak ve okumakla geçiriyordu. Tabii bu arada sahafları gezmeyi de ihmal etmiyordu.

Bir gün sahaflarda dolaşırken Tarih-i Seyyah Evliya Efendi adını taşıyan Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nin dördüncü cildine rastlayıp 100 kuruşa satın alır. Hammer eseri, şimdiye kadar yaptığı araştırmalarında karşısına çıkan bütün Doğu elyazmaları arasında en ilginci ve mutlu edeni olarak tanımlar. Kısa bir süre sonra İstanbul’dan ayrılan Hammer, 10 yıl boyunca ilk üç cildini edinmek için uğraşacak, nihayet onları temin edip 1814’te “Türkçe Bir Seyahatnamenin İlginç Bulunuşu” başlıklı yazısıyla bilim dünyasına tanıtacaktır.

 

EHLİNE KİTAP SATMAK

Türk kültür tarihindeki bu tür eşsiz eserlerin ortaya çıkmasına vesile olan diğer bir isim de Beyazıt’taki dükkânında hayatı boyunca sadece yazma kitaplar alıp satan Raif Yelkenci’dir. Raif Efendi eline geçen kıymetli eserleri anlayanlara, ihtiyaç sahiplerine satar, bazen de yayımlanmak üzere ödünç verirdi. Mesela Ord. Prof. Cavid Baysun, 1950’de yazdığı bir makalede, 16. yüzyılın çok yönlü ve velut yazarı Gelibolulu Mustafa Âlî’nin adabımuaşerete dair yazdığı Mevâidü’n-Nefâis fî Kavâidi’l-Mecâlis adlı kitabını tanıtırken şöyle diyecektir:

İstanbul’da Bayezîd’de Râif Yelkenci Bey tarafından bulunmuş ve ricâmız üzerine, neşredilmek için bize tevdi’ olunmuştur.

 

NADİR ESERLER, TEK NÜSHALAR

Yine 11. yüzyılda yazılan nasihatname-siyasetname türündeki İran klasiği Kabusname’nin 14. yüzyılda yapılan Türkçe tercümesinin tek nüshasını da Yelkenci’ye borçluyuz.  1969’da eseri bilim dünyasına duyuran Prof. Sadettin Buluç, tercümeden “Bugün tek nüshası İstanbul’da, değerli arkadaşımız kitapçı Raif Yelkenci’de bulunan bu yazma eser” şeklinde bahseder.

2016’da vefat eden Köprülü ekolünün son büyük temsilcilerinden Prof. Ömer Faruk Akün de Yelkenci’den çok uygun fiyata değerli yazmalar almıştır. Hatta Akün, Raif Yelkenci’nin bazen kendisinden para dahi almayıp “Al al, götür” dediğini anlatıyor. Üç yüz civarında elyazmasına sahip Akün’e, dünyada tek nüsha olan bir Şeyh Bedreddin Menakıbnamesi’ni de yine Yelkenci vermişti.

 

SAVAŞTAN KURTARILAN TARİH

Bazen sahaflar ellerindeki nadide eserleri ehlinin istinsah etmesine de izin verirlerdi. Bu yöntem sayesinde pek çok elyazması yok olmaktan kurtulmuştur. Mesela Nihal Atsız 1936 yılında İstanbul’da bir sahafta, Bayburtlu diye tanınan 16. yüzyıl tarih yazarlarından Osman’a ait Tevarih-i Cedid-i Mir’ât-ı Cihan adlı esere rastlamış ve önemine binaen Türklerle ilgili bölümünü kopyalamıştı. Atsız, 2. Dünya Savaşı’ndan önce Berlin’e götürülen kitabın akıbetinin bilinmediğini ya bombardımanlar esnasında yandığını ya da Rusya’ya kaçırıldığını söylüyor.

 

MAZİ HATIRALARININ YEDİEMİNİ

Tanpınar’ın “mazi hatıralarının yediemini” dediği İbnülemin Mahmud Kemal İnal da her gün mutlaka bir iki saatini Sahaflar Çarşısı’nda geçiriyordu. İbnülemin, çoğunu Sahaflar Çarşısı’ndan topladığı böyle nadir ve tek nüsha yazmalarıyla birlikte kıymetli hat levhalarını İstanbul Üniversitesi’ne bağışlayacaktı.

Bir akşam geç vakit işinden dönerken sahaflardan biri birkaç kitap göstereceğini söyleyip davet eder. Sahaf dükkânda deftersiz, numarasız, tertipsiz yüzlerce kitap arasından İbnülemin’e göstereceği kitabı ararken o da dükkânın önüne atılmış kitap ve kâğıt parçalarını karıştırmaya başlar. Bir kitabın parçası olan on dört sayfa bulur. Birkaç kuruş verip alır.

 

SÜPRÜNTÜ İÇİNDEKİ SAYFALAR

İbnülemin’in süprüntü içinde bulduğu sayfalar ünlü biyografi âlimi Müstakimzade Süleyman Sadeddin Efendi’nin Türk-İslam dünyasının önde gelen şahsiyetlerinin biyografilerini içeren kitabı Mecelletü’n-Nisâb’ın müellif hattıyla müsveddeleridir.

Sahaf Arslan Kaynardağ’ın şu mısraları Sahaflar Çarşısı’nın tablosuyla birlikte yazıyı da tamamlayacaktır:

Sahaflar Çarşısı deyip geçme sakın,

Çin-i Mâçin’den kitap gelir,

Dökülür yerde sürünür,

Kitap vardır eli öpülür,

Ekmek gibi, su gibi,

Günde birkaç kez varılır,

Yanına.

 

NOT: Yazının başlığını İsmail Kara’nın Zafer Değil Sefer isimli kitabında yer alan “Kahraman Kitap” başlıklı yazısından ilhamla koydum.

 

KAYNAKÇA

Kilisli Rifat Bilge, “Divanü Lûgat it-Türk ve Emirî Efendi”, Türk Kültürü, c. 8, 88. sayı, 1970, s. 253-270; Turgut Kut, “Mehmet Raif Yelkenci”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 43,  2013, s. 398-399; Ahmed Güner Sayar, Sahhaf Râif Yelkenci, Kubbealtı, 2012; İsmail Kara, Şemsettin Şeker, Bir İnsan Bir Devir: İbnülemin Mahmud Kemal’in Hutut-ı Meşahir Defteri, İBB, 2010; Nuran Tezcan, Seyyahın Kitabı, YKY, 2019; Erol Ülgen, “Türklük Bilimi ve Türk Edebiyatı Tarihine Adanan Bir Ömür: Prof. Dr. Ömer Faruk Akün”, Türklük Bilimi Araştırmaları, sayı: 19, 2006, s. 11-73.

Start typing and press Enter to search