MOR SALKIMLI BİR GÜZEL KÜÇÜK AYASOFYA

Gülcan Tezcan

Eski İstanbul’dan geriye ne kaldı derseniz sayabileceğim birkaç semtten biri Kadırga’dan Sultanahmet’e uzanan güzergâhta geçmişin izlerini korumaya çalışan Küçük Ayasofya derim.
Şimdilerde her ne kadar oteller bölgesine dönüşse de tarihi, kültürel ve sosyal dokusunu koruyan Tarihi Yarımada’nın gözbebeği semtlerinden biri.
Yıllarca Cankurtaran ile Kadırga’nın arasında Sultanahmet’in gölgesinde kalsa da bu bir bakıma semtin daha korunaklı bir alanda mahalle dokusunu korumasını sağlamış.
En çok bahar aylarında yolumu düşürmeyi severim Küçük Ayasofya’ya. Erguvanlar yüzünü göstermeye peşi sıra mor salkımlar “biz de buradayız” demeye başladığında Küçük Ayasofya’nın sokaklarında kaybolup fotoğraf çekmek zaman tünelinde kaybolma hissi yaşatır insana. Renkler, kokular, martıların çığlıkları yol arkadaşım olur.
Ayasofya’ya benzerliğinden dolayı aynı adı alan Küçük Ayasofya, semtin hem merkezi hem de Roma tarihine uzanan kimliğinin şahidi aynı zamanda.

SANATK RLARIN BULUŞMA NOKTASI
Şehrin en eski ibadethanesi olduğundan Nika İsyanı’ndan da Latin İstilası’ndan da nasibini almış. İstanbul’un fethinden sonra da kilise olarak kullanılmaya devam edilmiş.
II. Bayezid döneminde kimilerine göre 1497 kimilerine göre ise 1504 yılında sarayın Bâbüssaâde Ağası (Kapı Ağası) Hüseyin Ağa tarafından camiye çevrilmiş. O dönemde yapının batı cephesine 5 küçük kubbe ile örtülü son cemaat yeri eklenmiş, avlunun etrafına da daha sonra medrese olarak kullanılacak olan zaviye odaları inşa edilmiş. Balkan Savaşları esnasında İstanbul’a kaçanlar bu odalara sığınmış. Cumhuriyet sonrası dönemlerde Küçük Ayasofya Tekkesi adıyla anılmaya başlayan mekân 1990’larda Ahmet Yesevi Vakfı tarafından kiralanıp gelenekli el sanatları merkezi hâline getirildiğinde semtin gölgede kalan kimliği de açığa çıkmış. Küçükayasofya Caddesi’nde marangozların arasında ilk atölyelerden birini açan hattat ve ebru sanatçısı Fuad Başar’ı, Ömer Dinçer Kılıç izlemiş. Ebru sanatçısı Yılmaz Eneş, minyatür sanatçısı Özcan Özcan, hattat Turan Sevgili ve Sedefkar Ahmet Sezgin Küçük Ayasofya’da sanatını icra edenler isimlerden bir kaçı.
Alanında usta tezhip, ebru ve hat sanatçılarının atölyelerinin bulunduğu merkez bölgeyi gezenlerin soluklandığı, gençlerin buluşup meşk yaptığı bir mekân olarak canlılığını koruyor.
Küçükayasofya aşığı hattat Fuat Başar, bir röportajında semt ile kurduğu bağı şu cümlelerle özetler: “10 yıl önce haydut tarlasıydı sanat girdi, hiçbiri kalmadı.1978’de genç bir doktordum. Hat ve ebru çalışıyordum. Türkiye’de 45 bin doktor, ama sadece birkaç hattat ve ebrucu vardı. Doktorluğu bırakıp kendimi ebru ve hat sanatına verdim. 1987’de sessiz sakin bir köşe olduğu için Küçük Ayasofya’yı tercih ettim. Altıncı aydan sonra misafir ağırlamaya başladım. Yalnız kalayım derken semti çarşıya çevirdim! Geleneksel sanatlardan Türk müziğine kadar Küçük Ayasofya’da her şey öğreniliyor. Sanat bir yere girdiğinde haydutlar ortadan kaybolur. On yıl önce bu semt haydut tarlasıydı. Hiçbiri kalmadı. On yıl önce semtin bir gün kabuğunu çatlatacağını kimse hayal edemezdi. Ama bu oldu.”

HACERÜL ESVED-E EVSAHİBİ: SOKULLU MEHMET PAŞA CAMİİ
Küçük Ayasofya’daki medrese odaları usta yönetmen Derviş Zaim’in Filler ve Çimen filminde de en can alıcı sahnelere ev sahipliği yaptı. 2000 yılı yapımlı ödüllü filmde, hikâyenin kahramanı olan Havva, medresenin avlusundaki süs havuzunda kar yağarken ebru yapar. Mekân etkileyici görselliği ile sembolik anlamlarla örülü filme büyük katkı sağlar. Kadırga’daki Sokullu Mehmet Paşa Camii semtin bir başka sembolik yapısı olarak dikkat çeker. Mimar Sinan’ın ustalık eserlerinden biri olan Sokullu Mehmed Paşa Camii’nin en önemli özelliği ise İslam dininde kutsal sayılan, cennetten geldiği ifade edilen ve ana parçası Kabe’de yer alan “’Hacerü’l-Esved’”in dört parçasının mihrap, minber ve caminin girişinde 5 asırdır ziyaretçileri karşılamasıdır. Cami, II. Selim’in kızı ve Sadrazam Sokullu Mehmet Paşa’nın zevcesi olan Esmahan Sultan tarafından H.979/M.1571 yılında, kocası adına yaptırmıştır. Cami, Sultanahmet Meydanı’ndan Kadırga’ya inen yolun üzerinde, oldukça eğimli bir mevkide ve Bizans devrinin Aya Anastasia Kilisesi’nin bulunduğu yerde inşa edilmiştir.
Sokullu Mehmet Camii’nden çıktığınızda sizi Özbekler Tekkesi karşılar. Bugün İstanbul Tasarım Merkezi olarak faaliyet gösteren yapı, Nakşibendiyye’ye bağlı bir tekke olarak Orta Asya’dan gelen Nakşî dervişleri için 1692’de İstanbul Defterdarı İsmâil Efendi tarafından inşa ettirilmiş. II. Abdülhamid’in emriyle 1887’de yenilenmiş. Cumhuriyet sonrası tekkelerin 1925’te kapatılmasının ardından Buhara Tekkesi, Türkistan Gençler Birliği, Türkistanlılar Kültür ve Sosyal Yardım Derneği, Türkistanlılar Talebe Yurdu gibi kurumlara ev sahipliği yapmış. Harem dairesinde son şeyh Abdurrahman Efendi (ö. 1953) ailesiyle ikamete devam etmiş. Daha sonra harem bölümü yanmış, işlevsiz ve bakımsız kalan mescid-tevhidhâne de diğer bir yangında harap olmuş.
Küçük Ayasofya’daki gezi rotanızda mutlaka uğramanız gereken mekânlardan biri de Dede Efendi Evi. Klasik Türk Müziği ile ilgili merakınızı giderebilecek mini bir müze görünümünde olan mekan pek çok kültürel etkinlikle de faaliyetlerine devam ediyor.
Bu semte yolunuzu düşürmüşken Rüstem Ağa Çardaklı Hamam Çeşmesi
Bukoleon Sarayı İzleri ve Cundi Parkı’nı da görmelisiniz.
Küçük Ayasofya’nın en gözde yeme içme mekânlardan biri Fatih Belediyesi’ne bağlı Cankurtaran Sosyal Tesisleri. Denizi gören restoranda balık menüsü misafirlere güzel seçenekler sunuyor. Semtin bir diğer buluşma noktası şef Recep İncecik’in ev sahipliği yaptığı Sultan Köşesi Restoran. Osmanlı mutfağından unutulmuş lezzetleri bugüne taşıyan İncecik, 1994 yılında açtığı Sultan Köşesi’nde pek çok sanatçı ve yazarı ağırlıyor. “Burası onların evi gibi. Zaten İLESAM İstanbul şubesinin adresi de burasıydı.” diyen İncecik, Türk mutfağına ait lezzetlerden oluşan mutfağının yanı sıra Osmanlı mutfağına ait yemek ve şerbetler konusunda da iddialı.

Start typing and press Enter to search