Sanat ve Tarihin İzinde Bir hayat

Pelin Avcı

Tarih ve sanatın izini sürmek ve bilgiyi paylaşmak âdeta yaşam tarzı hâline gelmiş bir isimle tanışmaya ne dersiniz? Türk kültürü ve sanat tarihine yaptığı katkılarla bilinen Nurhan Atasoy ile gerçekleştirdiğimiz röportajda; aile geçmişini, çocukluk anılarını, sanat tarihine olan ilgisini ve eğitim anlayışı gibi pek çok konuyu Yeditepe Fatih dergisi okuyucuları için
konuştuk.

Büyükbabanız ve büyükanneniz ile birlikte yaşadığınızı biliyoruz. Nasıl bir ortamda büyüdüğünüzü merak ediyoruz?
Evet, hep birlikte yaşıyorduk. Büyükbabam aile içinde sakin ve saygın bir kişiydi. Genellikle bağırmazdı ve nazik bir tutumu vardı. Çocukların eğitimine çok önem verirdi. Evdeki disiplini büyükannem sağlardı. Büyükannem aile içinde otoriter bir rol üstlenirdi. Rolleri bu şekilde paylaşmışlardı.
Büyükbabamın eğitim ve aile içi disiplin konusundaki yaklaşımı çok özeldi. Evdeki çocukların meraklarını uyandırmaya çalışır ve onlara eğitimlerinde yardımcı olurdu. Birine bir ayakkabı alınacaksa diğerleri beklerdi, sırayla alınırdı. Müsriflik yapılmazdı. Ayakkabı istediğimizde beklemek zorundaydık ama yabancı bir dil öğrenmek istediğimizde tüm fırsatlar önümüze serilirdi. Doğum günlerimizde kitaplar hediye ederdi. Sinemaya gönderirse sonrasında film hakkında sohbet etmemizi isterdi. Bizi düşünmeye teşvik ederdi. Dünyayı anlamamız için düşünmemizi sağlayacak fırsatlar sunardı. Kendisi de kitap yazardı ve çocuklarına okuma ve eğitim konularında rehberlik ederdi. Ayrıca, torunlarının ilgi duydukları farklı alanlarda ders almalarını sağlamak için çaba gösterirdi. Aynı zamanda ağaç dikme gibi çevre işlerini teşvik eder ve çocuklarına bu tür sorumlulukları öğretirdi.
Herkes arasında eşitlik ve yardımlaşma vardı. Evimizin önünü bazen ben süpürürdüm. Sokağımızı temizlerdim. Yaşadığımız yeri temiz ve bakımlı tutmak konusunda sorumluluk sahibiydim. Namuslu bir iş yaptığımız müddetçe yaptığımız işten utanmamız gerektiği öğretilmişti.
Celal amcam, 100 yaşını geçtikten sonra vefat etti. Çok geç evlendi ve evlenene kadar da bizi kendi çocukları gibi büyüttü. Beni Yerebatan Sarnıcı’na ilk götüren oydu. Kültürel deneyim kazanmamız için elinden geleni yapardı. Ayrıca, müzik kültürümüzü de amcam geliştirdi. Ablam, piyano derslerine başladı ve çok iyi piyano çalmayı öğrendi. Ardından, ben de piyano dersleri almaya başladım. Abim ise akordeon çalardı. Amcamın büyük bir etkisi oldu müziğe olan ilgimizde. Gerçekten özel bir ev ortamıydı. Her gün farklı alanlardan hocalar ders vermek için evimize gelirdi. Ama bu ortam sayesinde hem müziği öğrendik hem de eğlendik.
Amcam bizi çeşitli konserlere de götürürdü. Konserler sırasında eserleri dinlerken yorumlar yapardı: “Bu yanlış ama çok güzel bir yanlış” derdi onun için üslubun güzelliği her şeyden önce gelirdi. Birbirimize sık sık, “Bu Beethoven mı Bach mı?” gibi sorular sorarak müzik kültürümüzü geliştirmeye çalışırdık.

DAYANIŞMA İÇİNDE YAŞIYORDUK
Bu yıllarda Sultanahmet’te oturuyordunuz değil mi?
Evet, Sultanahmet’te çocukluğumun geçtiği dönemler güzel yıllardı. Samimi ve dayanışma içerisinde yaşıyorduk. O dönemlerde evlerimizde fırınlar yoktu, börek yapmak için çarşı fırınına tepsiyle gidilirdi. Tepsiyi fırıncıya bırakırken annem her zaman bir kısmını onlarla paylaşırdı. Sultanahmet’teki arsalarda ısırganlar vardı. Oyun oynarken o arsalara neden girerdik bilmiyorum ama bacaklarımızın kaşıntısını unutamam. Sokakta oyun oynarken, komşularımız da bize göz kulak olurdu, bazen azar da işitirdik.

Büyükbabanızın nasıl bir eğitim almış, kariyer hayatı nasıl ilerlemiş?
Aile köklerimiz Tokat’ın Reşadiye ilçesine dayanıyor. Büyükbabam Kızılcaören Köyü’nden gelmiş. Aydın insanların yetiştiği bir köy belli ki o zamanlar birkaç profesör eğitimli kişi bu köyden çıkmış. Büyükbabamın tahsili zorlu koşullarda olmuş çünkü dönemin Türkiye’si fakirlikle mücadele ediyordu. Sultanahmet’te yaşamış ve bazen lamba yakmamak için Ayasofya’nın yanındaki lambanın ışığını kullanmak zorunda kalmış. İstanbul Üniversitesi’nde tıp eğitimi aldıktan sonra doktor olmuş ve Şişli Etfal Hastanesi’nde çalışmaya başlamış. Daha sonra devlet tarafından Paris’e eğitim almak üzere gönderilmiş.
Büyükbabam, tıp alanında yaptığı hizmetlerin yanı sıra memleketi Reşadiye’ye olan bağlılığıyla da tanınır. Reşadiye için toprak analizleri yaparak tarımın gelişmesine katkı sağladı. Köydeki topluluğa birçok hizmet sunmuştur. Hastalara ücretsiz tedavi sağlardı ve bir hasta çağırdığında hemen yanlarına gidip yardımcı olurdu. Para almayan büyükbabam, hasta olanlardan sadece sembolik hediyeler kabul ederdi. Ayrıca Reşadiye’nin kalkınması için önemli adımlar atmıştır, toprak analizleri yaparak tarımın iyileştirilmesine katkı sağlamış ve okulların kurulmasını teşvik etmiştir. Ayrıca fidanlar getirterek meyve yetiştiriciliğini teşvik etti ve birçok hizmette bulundu.

BAHÇECİLİK AİLEMİZİN EN SEVDİĞİ UĞRAŞLARDAN BİRİYDİ
Çiçeklere olan ilginiz muhtemelen Hasbahçe | Osmanlı Kültüründe Bahçe ve Çiçek kitabınızı oluşturdu. Bu araştırmanızın büyükbabanızla bahçe konusunda olan etkileşiminizle ilgisi var mı?
Evet, büyükbabam bahçeyi çok seviyordu. Sultanahmet’teki apartmanımızın karşısındaki arsayı almıştık. Çünkü önümüze başka bina yapılmasını istemiyordu, manzaramızı kapatmasını istemiyordu. Bir de bahçe hastalığı vardı, o yüzden bahçe yapmaya karar verdik. Bahçemizin olduğu yerde eski Bizans kalıntıları ve tonozlar vardı. Üst bahçede çiçekler yetiştirirdi, özellikle şebboy ve güller. Alt bahçede ise meyve ağaçları diker ve tavuk beslerdi. Babamın o bahçede gül aşıladığını hatırlıyorum, bana da gül aşılama tekniklerini öğretmişti. Şimdi bile gül aşılamak konusunda bilgiliyim. Ben de bahçe konusuna büyük bir ilgi duyuyorum. Bostancı’da daha büyük bir bahçemiz olmuştu, daha sonra da “Has Bahçe” adını verdik. Bahçecilik, ailemizin en sevdiği uğraşlardan biriydi. Araştırma konumun oluşmasında bu ilginin çok büyük etkisi var.

Araştırma konularınıza nasıl karar veriyorsunuz?
Bir çalışma yaparken genellikle o sırada farklı bir detay beni meraklandırır. Ayrıca, bazen başka insanlar da belirli konuları benim üzerinde çalışmamı isteyerek gündeme getirebilirler. Örneğin, kumaşlar üzerinde çalışırken, oyalar veya kaftanlar gibi konuları incelemek isteyenler bana gelir. Sordukları sorular yeni araştırmalarıma zemin hazırlayabilir. Osmanlı Donanması Minyatürleri benim için kariyerime başladığım dönemde önemli bir konu oldu. İstanbul’daki Sultanahmet’teki İbrahim Paşa Sarayı’nın restore edildiği bir zamanlarda, oradaki mimari detayları incelemeye başladım. Bir arkadaşım, sarayın restorasyonunu gerçekleştiriyordu ve onun işini minyatürlerle destekledim. Minyatürler, tarihî belgelerin önemini anlamama yardımcı oldu. Restorasyon sırasında sarayın mimarisini incelediğimde minyatürlerin nasıl büyük bir belge değeri taşıdığını ilk kez fark ettim. O zamandan beri, minyatürlerle çalışmayı sürdürüyorum.

Sanat tarihine nasıl ilgi duymaya başladınız?
Sanat tarihine olan ilgim biraz tesadüfi bir şekilde başladı. Lise yıllarımda Türk motiflerini gördüm ve onları çizmeye başladım. Motifler ve anlamları ilgimi çekmişti. Bir gün, ablam Edebiyat Fakültesi’nde Sanat Tarihi bölümünün açıldığını söyledi. Bu haberi aldıktan sonra kimseye sormadan evrakları topladım ve Edebiyat Fakültesi’ne başvurdum ve kabul edildim.

ARAŞTIRMA GEZİLERİ ÇOK ÖĞRETİCİYDİ
İstanbul Üniversitesi Sanat Tarihi bölümünün araştırma gezileri nasıl geçerdi?
Sanat Tarihi öğrencileri için yaz aylarında araştırma gezileri düzenlenirdi. Her sene 8 veya 10 öğrenci, Anadolu’yu keşfetmek üzere seçilirdi. Bu geziler, gerçekten çok öğreticiydi. Bizim için hem eğitici hem de eğlenceliydi. Geziler, öğrencilere saha çalışması yapma fırsatı verirdi. Prof. Erdoğan Merçil’in “Anadolu Kervansarayları” dersini alırken, aynı zamanda yerinde görürdük. Kervansarayların yerlerine gider, resimler çeker ve ölçüler alırdık. Hocamız, bu ölçüleri kullanarak planlar çıkarırdı ve biz de yardım ederdik. Geziler sırasında şehirlerde yerel yetkilileri ziyaret ederdik. Öğrenciler olarak niçin geldiğimizi, ne amaçladığımızı anlatır ve bilgi paylaşırdık.

“Tarihin Arka Odası” programında bizim için bir televizyon klasiğidir. Orada seyirci olarak sizi gördüğümüzde hem bilgi ediniyor hem de o keyifli muhabbete kulak veriyorduk.
Evet, “Tarihin Arka Odası” programı gerçekten keyifliydi. Murat Bey ile birlikte insanlara tarihle ilgili ilginç bilgiler aktarmak ve aynı zamanda keyifli bir sohbet ortamı yaratmak amacıyla yapıyorduk. Murat Bey, bazen benim konuşmama fırsat vermezdi ama bu programın dinamiklerindendi. Bana takılmak hoşuna gidiyordu. O yüzden sürekli beni sinirlendirmeye çalışıyordu.

Ayrıca, hocalarınızla olan iletişiminiz ve eğitim anlayışınız hakkında da neşenin önemine vurgu yapıyorsunuz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Kesinlikle. Severek ve keyif alarak yaptığınız her işin içinde neşeli olursunuz. Bunu yansıtmak önemli. Suratsız insanlarla çalışmayı kimse tercih etmez. Ben, kendi eğitimimde hep pozitif bir iletişimle karşılaştım. Eğitim, sadece bilgi aktarmaktan daha fazlasıdır. Öğrencilerinizi anlamak, onların ilgi alanlarına saygı göstermek ve onları teşvik etmek, öğrenme sürecini daha etkili hâle getiriyor. Ayrıca, öğrencilerinizi eğitirken neşeli bir yaklaşım sergilemek, öğrenmeyi daha keyifli hâle getirir ve öğrencilerin motivasyonunu artırır. Eğitim, bilgiyi paylaşmanın ötesindedir, aynı zamanda birbirimize ilham verme ve sevgiyle öğrenme sürecine katkıda bulunma fırsatı sunar.

Eğitim alanında bilgiyi başkalarıyla paylaşma ve öğretme konusunda cömert bir tavrınız var.
“Bilgi verildikçe artar” diye bir söz vardır. Gerçekten öyle. Bilgi paylaşıldıkça hem öğrenen hem de öğreten kazanır. Benim için, bilgiyi başkalarıyla paylaşma fırsatı, beni daha da zenginleştirir. Dolayısıyla, bilgiyi cömertçe paylaşmak, toplumun genel bilgi seviyesini artırır ve yeni nesillerin yetişmesine katkı sağlar.

Start typing and press Enter to search