SÖZLÜ TARİH- İSMAİL ÖRENGİL
İsmail Örengil
“KOMŞULARIMIZIN HEPSİ AİLEMİZDİ”
Sümeyye Küçükkural Aydın
Sözlü tarih köşemizde bu sayıda çocukluk ve gençlik yıllarını Aksaray’da geçirmiş İsmail Örengil’e yer veriyoruz. İsmail Örengil 1942 Aksaray doğumludur. İlköğrenimini 56. İlkokul ve Oruç Gazi İlkokulu’nda alarak, ortaöğrenimini Vefa Lisesi’nde tamamlamıştır. Maçka Teknik Okulu Elektrik Bölümü ile eğitim hayatına devam etmiş, elektromekanik uzmanı olmuştur. Çocukluk ve gençlik yılları Aksaray’ın nezih sokaklarında, eski Aksaray’ın tarihi dokusunda geçmiştir. Aksaray’ın kültürünü, mekân ve sosyo-kültürel yapısındaki değişimi Örengil’den dinleyelim:
“Bir defa eski Aksaray’ı bir tanımlayalım isterseniz. Akhisar ili Aksaray Meydanı’na, Aksaray’a ismini vermiştir. Aksaray Meydanı’nda bugünkü tabirle markalaşmış, o günkü tabirle bilinen dükkânlar vardı. Bunlardan bir tanesi meşhur Turşucu Ziya’dır. Turşucu Ziya Aksaray’da bütün ailelerin bildiği kış aylarında dükkânında kuyruk olduğu, çok nefis ürünleri olan bir turşucuydu. Biz çocukluğumuzda elimize geçen beş kuruş da ondan turşu suyu içmeye giderdik. İleri derece miyop olduğu için “Kör Ziya” da derlerdi. Aldığı parayı gözüne yaklaştırarak tanırdı. O gözüne yaklaştırıp parayı almadan, kasaya koymadan turşu suyunu vermezdi. Bu bizim o dönemi yaşayan bütün çocuklar tarafından biliniyor. Yine Aksaray’da meşhur bir Şekerci Sokağı vardır. Şekerci Sokağı İstanbul’un kültürüne ve Aksaray’ın kültürüne girmiş bir sokaktır. Yaşantısıyla, işte sanatçısıyla, esnafıyla bilinen bir sokak. Aksaray’ın önemli dükkânlarında iki tane eczane vardı. Bunlardan bir tanesi Ziya Nuriye Eczanesi’ydi. Diğeri de Ethem Pertev Eczanesi. Bu iki tane eczacı son derece entelektüel, son derece bilgili esnaflardı.
Komşularımızdan tabii ki bahsetmek çok büyük keyiftir. Ve ben bu konudan bahsederken duygusallıktan tamamlayamayabilirim. Çünkü onların hepsi bizim ailemizdi. Her şartta her zaman bir arada olduğumuz insanlardı. Mahallemizdeki komşuların kimin Sünni, Alevi, Ermeni, Yahudi, Rum olduğunu bilmiyorduk. Onlar bizim gerçekten komşularımızdı. Sabiha Hanım Teyze bizim için neyse bir Hıripsima Teyze de bizim için aynıydı. Bizim dinî bayramlarımızda, annelerimiz bizi giydirip sokağa saldığında, onları da anneleri giydirip yanımıza gönderirdi. Birlikte bayram kutlardık. Bunun nasıl bir duygu olduğunu anlayabiliyor musun? Tek kelime ile mükemmel. İnsanlığın en güzel hâli. Anlattıkça duygulanıyorum.
EN GÖZDE ŞEKERCİ HACI BEKİR
Bayramlar bayram gibi geçerdi. Bayramın een büyük heyecanı, en büyük güzelliği bayramın birinci günü, bayram namazından çıkışıdır. Namazdan sonra caminin kapısında bütün mahallenin çoluğu çocuğu, erkeği vesairesi bayramlaşırdı. O tarihte en gözde olan şekerci Hacı Bekir’di. Kapıda durup çocuklara bu şekerlerden tutulurdu. Camide başlayan bayramlaşma evde devam ederdi. Evde bir bayram sofrası kurulur. Herkes kendi imkânlarına göre o kahvaltıya da özen gösterirdi. Her zaman peynir, zeytin sofrada olurken o gün börek, kurabiye de yapılırdı. Sofra biraz daha kalabalık olurdu çünkü bayram için Bursa’dan, İzmit’ten gelen akrabalar olurdu. Bayram faslı da böyle başlardı. Sonra da aile büyüklerine gidilirdi. Tabii bu bayramlaşma bittikten sonra çocukların bayram yeri şenliği olurdu. Bayram yeri şenliği Aksaray’ın muhtelif yerlerine kurulurdu. Buralarda atlıkarınca, salıncak gibi eğlenceler olurdu.
Mahallede nakliye işini gören at arabaları da bayramda süslenirdi. Çocuklar ufak bir ücret karşılığında bu bayram arabasına binip mahalle arasında bayram turu atardı. Bu adet çok uzun zaman devam etti ve keyifliydi.
Bayramlardan bahsederken, kandillerden de bahsetmek lazım. Kandiller şenlik gibi olurdu bir defa hemen hemen her evde bir yemi çörek yahut da bir helva mutlaka kavrulur ve komşulara ikram edilirdi. Çocuklar kandil parasına çıkardı. Bunu daha önce duymuş muydunuz? Bu adet şöyledir: İki arkadaş birleşir. Böyle bir konserve kutusunun içerisinde bir tane mum yakılır. Sonra da kapı kapı dolaşılırdı. Tanıdıklar, konu komşu kapıyı açınca da tekerleme söylenir: “Yağ parası, mum parası akşam oldu, kandil parası.” Çocuklar boş çevrilmezdi. Ama üç kuruş ama beş kuruş.
HERKES EVİNE BAYRAK ASARDI
Bayramlardan bahsedince milli bayramlardan da bahsetmek gerekir. Milli bayramlar gerçekten büyük bir coşkuyla kutlanır. Yani herkes evine mutlaka bayrağını asar. Bayrak asılmanın ötesinde kendi imkânlarına göre ampullerle bir şeylerle evinin önünü aydınlatır. Yani bayram olduğunu bir şey kutlandığını hissederdiniz. Bir de en önemlisi bu çok önemlidir. Bayramdan bir gün önce arife günü Kızılay, Çocuk Esirgeme Kurumu ve Türk Hava Kurumu müşterek rozet çıkartırdı. Böyle kâğıttan yapılmış rozetler. Bir tane toplu iğne var. Onun bir tane sarı pirinçten yapılmış bir kumbarası. Kumbara mühürlüdür. Çocuğun bir tanesinin boynunda o kumbara vardır. Bir tanesi de sepet içerisinde rozetleri tutar. Yolda geçen amcanın yakasına o rozetini çektiği zaman onun içerisine uygun gördüğü bir yardımı kutunun içerisine atar. Bayramdaki yardımlaşma, kutlama şenliklerinden bir tanesi. Bana göre en önemlisiydi bu.
En önemli şey bayramda o bir tane rozette de şöyle tırtıllı çiçek tarzında bir şey. Ortasında zannedersem Kızılay’ın amblemi vardı. Galiba onu net hatırlayamıyorum. Ama böyle bir şeyle
Kızılay’ın bir merkezden alır. Sonra bayram bittikten sonra o kumbara götürülür, teslim edilir. İçerisinde ne çıktıysa o oradan yardım sandığına aktarılırdı. Bu önemlidir. Milli bayramların içerisinde iki tane bayram ilkokullarda çok coşkulu kutlanırdı. Bir tanesi 23 Nisan. 23 Nisan’da okullar bir yarış hâlindeydi ve bu 23 Nisan Bayramı 1950’li yıllarda genellikle bizim Fatih semtinde Karagümrük’teki Vefa Stadı’nda kutlanırdı. Bütün okullar okuldan sıra hâlinde halkın arasından, önde bayrak okulun flaması taşınarak geçilirdi. Biz Oruç Gazi’den çıktığımızda Atatürk Bulvarı, Saraçhane üzerinden Macar Kardeşler Caddesi’nden Karagümrük üzerinden tempo hâlinde oraya giderdik. Orada okullar sıralarına göre dizilirdi. Sonra bazı bayram günlerinde vali gelirdi. Bazı bayramlarda da Fatih Kaymakamı gelirdi, geçit hâlinde selamlanırdı.
İstanbullular parka gitmeyi çok severler. Her anne hemen hemen akşamüzeri hava güzelse mutlaka çocuğunu parka havalandırmaya, gezmeye, oynatmaya çıkartırdı. Ve çıkarken de komşular birbirlerine haber verirler. Aksaray Meydanı’nda da Samatya’ya dönen tramvayın yolun ortasındaki ada da bu şekilde kullanılan Aksaray Parkı vardı. O parkın kapısından çıktığınız zaman sağa döndüğünüzde meşhur tramvay deposu bulunurdu. Şimdi onun olduğu yer onun olduğu yer zannedersem İSKİ binası oldu. Tramvay yolunun içerisinden sağ taraftan aşağı indiğiniz zaman Çukur Pazar’ı görürsünüz. Sebzenin, meyvenin tazesini orada bulursunuz. İstanbul’un her tarafında hemen hemen bir bostan mutlaka vardı ve halk turfanda sebzeye fazla itibar etmezdi. Mesela bakla çıktığı zaman rahmetli babam hemen almak isterdi. Annem de derdi ki “az al, yakında yerlisi çıkacak.” Tüm bunları Aksaray’ı size yaşatmak için anlatıyorum. Bilmiyorum bir yerini bulur mu?