CEMALEDDİN SERVER REVNAKOĞLU’NUN MUSİKİ NOTLARI

Cemaleddin Server Revnakoğlu’nun Musiki Notları:
İstanbul’un Musikisini Yansıtan Tamburi Şeyhler

Muhammed Koçak
Prof. Dr. Mustafa Koç, uzun uğraş ve emekleri ile Cemaleddin Server Revnakoğlu’nun bir benzeri olmayan arşivi üzerine titiz bir çalışmayla araştırmalarını sürdürüyor. Sunulan eser, İstanbul’un iç tarihini anlatan emsalsiz bir başyapıt: Revnakoğlu’nun İstanbul’u.
Revnakoğlu, tekke ve tarikatlara dair çalışmalarıyla tanınır fakat çok yönlü ve İstanbul’a dair diğer disiplinleri de araştıran biriydi. Ömrünün son demlerine kadar İstanbul’a dair ciddi bir notlar arşivi oluşturmuştu. Bu notlarda İstanbul’un mezarlıkları, önemli şahsiyetleri, sosyal hayatı, kaybolan tarihi eserleri, tekkeleri, çeşmeleri, camileri ve daha birçok başlığı konu edilmekteydi.
Revnakoğlu, 27 Mart 1909 doğumlu olup ömrü boyunca hiç evlenmedi. Kimsesi olmadığı için 23 Eylül 1968’de vefat ettiğinde yüzlerce dosyası Abdülbaki Gölpınarlı ve Halil Can’ın gayretleriyle Divan Edebiyatı Müzesi’ne nakledildi. Bu dosyalar ve belgeler Revnakoğlu’nun tuttuğu notlar, kitaplar, fotoğraflar ve yazı müsveddeleri ile doluydu.
Prof. Dr. Mustafa Koç, Süleymaniye Kütüphanesi’nde yer alan belgelerle çalışmaya başladıktan sonra Revnakoğlu’nun İstanbul’u adlı kitabıyla bizi karşıladı. Bu beş ciltlik şaheser, İstanbul araştırmalarına yeni bir perspektif kazandırdı. Revnakoğlu arşivinin izinde olan Prof. Dr. Mustafa Koç’u, İstanbul’a ve musikiye dair daha önce hiç bilmediğimiz bilgi, belge ve fotoğraflarla hazırladığı rehber için teşekkür etmek istiyorum.
Merhum Revnakoğlu, musiki tarihimizle ilgili kısmen değinilmemiş ya da hiç değinilmemiş bilgiyi, belgeyi ve görseli kapsayan bir arşive sahiptir. Tekke musikisinden camii naathanlığına, biyografilerden musikişinas hafızlara kadar birçok konuda önemli katkıları bulunmaktadır. Kitapta, İstanbul’un onlarca musikişinasını, Karagözcüsünü, tuluatçısını, müezzinini, kantocusunu bulabilirsiniz. Kendisi Saadettin Nüzhet Ergün, Osman Cemal Kaygılı, Hafız Kemal gibi isimler dışında pek çok yazarla, bestekârla, tekke şeyhiyle ve İstanbul’un yerlileriyle yakın ilişkiler kurmuş ve onlardan musiki tarihimize katkıda bulunacak bilgiler almış, bunları yazıya dökmüştür. Ayrıca dönemin en ünlü sazendeleri ve hanendeleriyle de vakit geçirmiş ve bu isimlerin müzikle olan ilişkilerini not etmiştir. Bu yazıda Prof. Dr. Koç’un Revnakoğlu’nun İstanbul’u adlı kitabında aydınlattığı iki tamburi şeyhini konu edineceğim. Bu şahsiyetler hakkında literatüre kattığı yeni bilgileri vurgulayacağım.
ŞEYH İBRAHİM ŞU UDDİN EFENDİ
Silivrikapı semtinde bulunan Seyyid Seyfullah Tekkesi ile Zeytinburnu’ndaki Seyyid Nizam Tekkesi’nin son postnişini Şuâuddin Efendi’ydi. Yedikule’ye kadar sıçrayan büyük bir yangında Silivrikapı’daki tekkeyi yakıp kül eden hadiseden sonra, Şuâuddin Efendi resmi olarak Silivrikapı Tekkesi’nde şeyhlik görevine devam etti. Ancak asıl faaliyetlerini Zeytinburnu’ndaki Seyyid Nizam Tekkesi’nde sürdürmekteydi. Bu tekke, Halvetîlik’in Sinânâniyye koluna bağlıydı ve Şuâuddin Efendi, son zamanlarında burada görevini sürdürmekteydi.
Şeyh Şuâuddin Efendi, tahsil ve terbiye açısından oldukça zengin ve bilgili bir kişiydi. Üsküdar Valide Şeyhi Mahmud Celâleddin Efendi’den eğitim görmüş ve dersler almıştı. Şeyhi Ahmed Efendi’den icazetname almış ve birden fazla yabancı dil bilmekteydi. Musiki konusunda da epey bilgiliydi; tambur icra edebiliyor, ney üfleyebiliyor ve def eşliğinde fasıl yönetebiliyordu. Sultan Aziz’in neyzeni Ali Dede’den meşk etmiş ve nota bilgisine sahip bir şeyhti. Yenikapı Mevlevîhanesi’nin şeyhi Celâleddin Efendi ile birlikte tambur çalardı. Yeni Postahane’de muhabere memurluğundan emekliye ayrıldığında tekkeye ve bahçeye daha fazla vakit ayırmıştır. Musiki ve şiirle ilgilenenlere ise saz çalmaktaydı. 8 Recep 1333 – 28 Nisan 1332 Perşembe günü, 66 yaşında vefat etti.
Saadettin Nüzhet Ergün’ün Türk Musikisi Antolojisi, İbnülemin Mahmut Kemal İnal’ın Hoş Sada, Osmânzâde Hüseyin Vassâf’ın Sefîne-i Evliya gibi dönemin musikişinasları hakkında bilgi veren kaynaklarda, Şeyh İbrahim Şuâuddin Efendi ve müzik hayatına dair bir bulguya rastlanmamaktadır. Bu kaynaklar dışında dönemin gazete ve mecmualarında da bilgiye rastlanmadı. Bu açıdan, Revnakoğlu’nun İstanbul’u kitabı bizlere unutulmuş bir musikişinas şeyhi tekrardan hatırlamamızı sağladı.

ŞEYH SÜLEYMAN ABDÜLHALİM EFENDİ
19. yüzyılın önemli tambur icracılarından ve ney üfleyenlerinden biridir. Şeyh Halim Efendi, özellikle bu iki çalgıda büyük hünerler sergilemiş ve onlarca talebe yetiştirmiştir. Yenikapı Mevlevihanesi postnişini Celal Efendi, Topal Cemal Dede ve bestekâr Doktor Suphi Bey, Şeyh Halim Efendi’nin yetiştirdiği önemli isimler arasındadır.
Eyüp Bahariye Mevlevihanesi’nin şeyhi olan Neyzen Hüseyin Fahreddin Dede, Şeyh Halim Efendi’den ney dersleri almış ve daha sonra Halim Efendi’nin önerisi ile Yusuf Paşa’ya gitmiştir.
Abdülhalim Efendi’nin ney üflemeye yönelmesinde Kulekapı Mevlevihanesi’nin neyzenlerinden Deli İsmail Dede’nin katkısı önemlidir. Tambur hocalığı ise Ortaköylü İsak’ın (III. Selim’in tambur hocası olan İsak, sonradan ihtida ederek “Zeki Mehmed Ağa” ismini almıştır) çıraklarından Cevahirci Oskiyan Usta tarafından yapıldı. Öncelikle Yanko adlı bir tamburiden temel eğitim almış fakat ustalığını ilerletmek ve tamburun klasik tavrını öğrenmek için Oskiyan Usta’nın yanında devam etmiştir.
Günlerden bir gün Kumkapı Nişancısı’nda kahvede ney ile beyati bir taksim yaparken yaşlı birinin usul vurduğunu görmüş. Bu yaşlı adamın Oskiyan olduğunu öğrenince yanına gitmiş ve musikiye olan ilgisinden bahsetmiş ve çalışmalarını anlatarak Oskiyan ustayı kendi evine getirmeyi başarmış. Oskiyan Usta’dan yeni bir çalım tekniği alır ve bir süre sonra ustalığını ilerletmiş olur. Mahmutpaşa’da Tarakçılar Hanı’nda bir oda kiralayarak burada tambur dersleri vermeye başlamıştır.
Halim Efendi, 73 yaşında iken henüz 18 yaşında bir tıbbiye öğrencisi olan Suphi Bey’den hamparsum notalarını öğrenmiştir. Ünlü Zekâi Dede de hamparsum notalarını Suphi Bey’den öğrenmiştir.
Konservatuvar tasnif heyetinde bulunan Suphi Ezgi, Şeyh Halim Efendi’nin tamburda ki tavrı hakkında şunları söylemektedir:
“Fevkalâde ilmi olmayan, fakat musikiye çok büyük bir aşkla bağlı bulunan Şeyh Halim Efendi merhum bilhassa ney ile tamburu zamanında eşsiz emsalsiz denilebilecek derecede fevkalade mükemmel çalardı. Enfes üflerdi. Anlayışlı, ateş gibi bir adamdı. Zamanının ileri gelen tamburileri klasik tambur çalma tarzını hep Şeyh Halim Efendi’den öğrenmişlerdir. Çalarken ibadet eder gibi çalardı. Onu dinlerken bu nağmeler nereden çıkıyor diye hep parmaklarına bakardık Tamburda nasıl bir harika ise ney de öyleydi. Ne kendi zamanında ne de sonra hiçbir şöhret Halim Efendi’yi taklide muvaffak olamamıştır. Tasavvufta ise ilminden, ‘kâl’inden ziyade hâli vardı; her şeyi tabiî ve ilâhî görürdü. Ameli yoldan mutasavvıftı. İsmi ile müsemma olup gayet halim, halûk bir insandı, hayatında mütevazı ve kalenderane yaşadı; o nisbette ibadet ehliydi. Meşke gittiğim zaman tekkesinde kalırdım. Gece yarılarına kadar tambur dersi ile meşgul bulunduğu hâlde sabah namazı vaktinden önce kalkar, camiye koşardı. Benim de yatağımın baş ucuna gelir: ‘Agâh ol Suphi!’ diye seslenir, fakat zorlamazdı.”
Şeyh Halim Efendi, özellikle ney ve tamburda onlarca öğrenci yetiştirmiş önemli bir musikişinastır. Kendi oğlu Şeyh Ali Rıza Efendi’yi de ney ve tambur üzerine çalıştırmış. Suphi Ezgi ise Şeyh Halim Efendi’den üç yıl tambur eğitimi almış. Klasik tambur çalma tarzını öğrenmiştir.
Aynı kaynakları tekrar incelediğimde, Şeyh Süleyman Abdülhalim hakkında çeşitli malûmatlar mevcut. Benzer bilgiler Revnakoğlu’nun notlarında da yer alıyor.
Revnakoğlu’nun notları üzerinden genel bir değerlendirme yapıldığında tekkelerde yetişen icracılar ve bestekârların, Türk musikisini geliştirmek ve büyütmek adına çeşitli adımlar attıkları görülür. Tekkelerde, kıraat temel kabul edilir ve bu temel üzerine inşa edilen hikmete “sema” adı verilir. Birçok bestekâr, musikiye ibadet nazariyle bakar ve bunun sonucunda akıl, gönül ve insanlık açısından önemli adımlar atar. Örneğin, yukarıda Şeyh Halim Efendi’nin tambur icrası için Suphi Ezgi “çalarken ibadet eder gibi çalardı” ifadesi bu anlayışı yansıtmaktadır.
Müzikle ilgilenen şeyhler, mutasavvıflar ve dervişler ile birlikte makamlar, usuller, beste biçimleri ve sazlarla birlikte ayinhanlar, hikmet musikisini oluşturan bütün unsurları incelerler. Türk musikisinin büyüklüğünün sırrını da bu muhteşem iman ve düşünce dünyasıyla birleşen yapıda aramak gerekmektedir. Müzik tarihimize baktığımızda, tekkeler, icracılar ve bestekârlar açısından Türk musikisinin beslendiği ve geliştiği yerlerdir de.
1925’te tekkeler kapatıldığında, Rauf Yekta bu musikişinasların izini sürmüş ve tespit etmiştir. Onun bir alıntısını buraya ekleyelim: “Hiç şüphe yok ki, bizim müstakbel musikimizin bu tekke ilahilerinden istifadesi pek büyük olacaktır. Zira en yetenekli Türk bestekârlarının hemen hepsi, kapatılmış bulunan tarikatlardan birine mensuptur ve her biri asırların nadir yetiştirdiği bu üstatlar, bütün bedii duygularını ve bütün musiki dehalarını tekke musikisine sarf etmişlerdir.”
Revnakoğlu’nun aldığı notlarla kapatılmış, unutulmaya terk edilmiş tekkelerin kültürlerini o kültüre mensup kişilerle görüşmek suretiyle muhafaza etmeye uğraşmıştır, onlardan edindikleri bütün bilgileri notlarında yaşatmıştır. Böylece kendisi Türk musiki tarihinin bir dönemini yok olmaktan kurtarmıştır. Zira tekkelerin musiki tarihimizin koparılamayacak bir parçası olduğu ayan beyan ortadadır. Değerli Prof. Dr. Mustafa Koç’un Revnakoğlu’nun İstanbul’u bu bağlamda önemli bir yer tutmaktadır.

Start typing and press Enter to search