Bager Akbay
Bager Akbay:
BİR ROBOTUN ŞİİR YAZMASI BAZI İNSANLARI RAHATSIZ ETTİ
Bager Akbay’ın disiplinler arası yolculuğu, sanatın sınırlarını yeniden tanımlayan derin bir hikâye sunuyor. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Matematik Mühendisliği ile başlayan ve tiyatro, tasarım, sanat gibi alanlarda dallanıp budaklanan bu çok yönlü kariyer, onun içsel motivasyonları ve karşılaştığı zorluklarla şekillenmiş. Akbay, kendi yolunu nasıl bulduğunu, başarısızlıklarını nasıl birer öğrenme fırsatına dönüştürdüğünü ve sıra dışı düşünme yeteneğini nasıl geliştirdiğini içtenlikle paylaşıyor. Bu röportaj, sanatın yalnızca teknik bir beceri olmadığını, aksine, kişisel ifade ve duyguların sanatı var eden en temel unsurlar olduğunu hatırlatan bir perspektif sunuyor.
Pelin Avcı
Eğitim hayatınız İstanbul Teknik Üniversitesi Matematik Mühendisliği ile başlayıp çok farklı alanlarda devam etmiş. Bu süreçten bahseder misiniz?
Evet, başlangıç noktası olarak İTÜ Matematik Mühendisliği’ni seçtim. Aslında Kadıköy Anadolu Lisesi ve ardından Atatürk Fen Lisesi gibi okullarda eğitim gördüm. Yıldız Teknik Üniversitesi Bilgisayar Programcılığı’na da kabul edildim, ancak oraya gitmedim. Yine Yıldız’da Görsel İletişim Tasarımı bölümüne de ilgi duydum. İTÜ’de okurken üniversitenin Kara Tiyatroları adıyla bilinen Teknik Sahne grubuna katıldım. Aslında bu, bilinçli bir tercih değildi; iki arkadaşım beni tiyatro seçmelerine götürdü ve böylece tiyatroya adım attım. Tiyatro, beni istemeden de olsa politikleştirdi diyebilirim. Sanatın ve felsefenin ne olduğunu anlamama yardımcı oldu. Yedi yıl boyunca tiyatro ile ilgilendim. Eğitim hayatım genel olarak çok farklı alanlarda ilerledi.
Tiyatronun ardından tasarıma yöneldiniz. Bu geçiş nasıl oldu?
Sanata cesaretim olmadığı için mühendislikten tasarıma geçtim. Sanatçı olmak için belirli bir model yoktu ve bu benim için zor bir süreçti. Tiyatroda 5 yıl kukla oynattım. Ardından tasarım okumaya başladım. Hem sanata olan ilgimi devam ettirmemi sağladı hem de ekmek kazanabileceğim bir yetenek kazandırdı. Bir süre sonra öğretim görevlisi oldum. Eski eşim, bir sınava katılmamı önerdi. Lisansım yeni bitmişti. Yüksek lisansım yoktu ama bir anda öğretim görevlisi oldum. 3 yıl hocalık yaptım. Ancak akademide sıkça yaşanan kaprisler nedeniyle istifa edip ayrıldım. Hocalığı bıraktıktan sonra ne yapmam gerektiğini düşündüm. Bir sene boyunca Avusturya’da eğitim aldım. Fakat kızım olduğu için geri dönmek zorunda kaldım. O süreç bana çok şey öğretti. İnsanların sadece işleriyle uğraştığını, gereksiz karmaşıklıklardan kaçındıklarını fark ettim. Bu deneyim, Türkiye’ye döndüğümde bana güç kattı.
Instagram’da ve diğer mecralarda dikkat çekici şekilde farklı düşünceler ortaya koyuyorsunuz. Bu düşünme tarzını nasıl geliştirdiniz?
Türkiye’de zaten ezbere bir yol yok; başarılı insanların çoğu kendi yolunu açmış insanlar oluyor. Bu tarz düşünmeyi nasıl geliştirdiğimi tam olarak bilmiyorum. Belki biraz pozitif asperger özelliğim vardır. Farklı düşünme yeteneği kişisel bir süreç. Küçük yaşlardan itibaren yatılı okudum ve erken yaşta sorumluluk almak zorunda kaldım. Küçük yaşta kendi otoriterimi kabul etmek zorunda kaldım. Bu da beni bağımsız düşünmeye itti. Annemin bana verdiği pozitif özgüven de bu sürecin bir parçası olabilir. Ayrıca kendine has insanlarla vakit geçirmeyi seviyorum. “Deli” olarak görülen kişilerle takılmayı seviyorum. Toplumun unuttuğu değerli madenler gibiler.
Üretim için kaosun içinden geçiyorsunuz
Sanat üretimi yaparken ya da geliştirirken hangi süreçleri takip ediyorsunuz?
Üretim sürecim genellikle sezgi ve çevremle başlar. Örneğin, Deniz Yılmaz projesinde, ilk olarak bir sistem yaratma fikrini belirledim ve bu sistemin kişilik ve robotluk arasındaki farkı sorgulamasını istedim. Önce teorik ve pratik anlamda birçok seçenek ve riskle karşılaştım. Uzmanlardan aldığım geri bildirimler doğrultusunda birçok deneme yaptım. Üretim, bir tür kaosun içinden geçmeyi, çeşitli alternatifleri denemeyi ve sonunda başarılı sonuçlar elde etmeyi gerektiriyor.
Öncelikle sezgime ve ne yapmak istediğime odaklanıyorum. Projenin temel motivasyonunu ve hedefini belirliyorum. Deniz Yılmaz gibi projelerde, sistemin temel problemi üzerinde çalışarak, çeşitli denemeler yapıyorum ve teorik ile pratik bilgileri harmanlıyorum. Projenin gelişim süreci, içsel bir sezgi ve etrafımdaki durumlardan aldığım verilerle yönlendiriliyor.
Teknoloji ve kendinizi anlamak arasındaki ilişkiyi biraz daha açabilir misiniz?
Teknoloji, genellikle elektronik veya mekanik aletlerle sınırlı gibi algılanıyor. Ama aslında çok daha geniş bir kavram. Teknoloji, yazı yazmak gibi temel şeylerden, şiddetsiz iletişim veya onarıcı adalet gibi sosyal teknolojilere kadar geniş bir yelpazeyi kapsar. Teknoloji, yeni bir şeyin bulunması ve bu şeyin dünyadaki anlamını anlamaya yönelik bir fırsat yaratma sürecidir. Kendimi anlamak, teknolojiyi bu bağlamda kullanarak kendi potansiyelimi ve yaratıcı yönlerimi keşfetmekle ilgili.
Robotların sanat üretimini nasıl etkileyeceğini düşünüyorsunuz?
Robotların sanat üretimi, teknik beceriler açısından rahatsızlık yaratabilir ama sanat teknikten daha fazlasıdır. Şiir ve diğer sanat dalları kişisel duyguları ve ifadeleri aktarmaya yöneliktir. Robotların şiir yazması, insanın kişisel ifadesine zarar vermez, sadece yeni bir bakış açısı sunar. Sonuçta, sanatın gerçek değeri kişisel ifade ve duygu aktarımında yatıyor.
Bir robotun şiir yazması bazı insanları rahatsız etti. Robot kötü bir insan kadar kötü bir şey yapabilir. Adam robotuna beni dövdürtür, öldürtür, bu kötü. Ama bir robotun şiir yazması kötü bir şey olamaz. Buna sinirleniyorsak, egomuzla ilgili bir problem vardır. İnsan olmayı kutsuyoruzdur. Deniz Yılmaz’ın oyunu buydu. Deniz Yılmaz’ı yaparken amacım bu konuları tartışabilmekti. Sen kimsin, ben kimim? Öteki olmaya hakkın var mı? Çünkü Türkiye’de ırkçılığı, cinsiyetçiliği, yaşlılığı vs. tartışıyoruz. Hatta yaşlılığı daha tartışmıyoruz bile. Yaşlı hakkı Türkiye’de çok ufak bir konu. Çocuk hakkı çok ufak bir konu. Hâlâ şu an cinsiyetçilik, ırkçılık, göçmenlik falan bunları tartışıyoruz. Bu problemleri başka bir yerden bakma fırsatı veriyorum. Çünkü ben bir cep telefonuna işkence ediyorum diye kimse durdurmaz değil mi? Cep telefonuna işkence etmek saçma geliyor, ama hâlbuki var. Niye? Çünkü bir maddeyi, kendi keyfin için yok etmek, yok etmeye çalışmak işkencedir. Bir ağaca kafana göre gidip bir şey yapamazsın. Taşı bile sinirinden kırdığın zaman olgun biri gelir ve “Yapmayın evladım” der. Orada, o ifadede bir olgunluk var ve bunu kaybetmişiz yıllar içerisinde. Biraz buralara bakalım istiyorum.
Çoğu projem çuvallar
Projelerinizi tamamlama sürecinde yaşadığınız zorluklarla nasıl başa çıkıyorsunuz?
Ben genelde, son iki sene hariç, yılda yüz tane projeye girerim. Sene sonu üç dört tane yaparım ama insanlar için üç dört tane değil, yılda bir tane bile proje yapmak büyük geldiği için, ben bir sürü şey yapıyor gibi gözükürüm. Oysa çoğu projem çuvallar.
Yani orada biraz suçu kendimde arıyorum galiba. Yarım kalıyorsa, olmayacak bir şey istemişimdir, dünyayı, bütçemi, zamanı anlamamışımdır. Mesela Türkiye’ye ilk döndüğümde, Türkiye’de kimse sanat yaptığımı bilmiyordu. Hâlâ tasarımcı falan diye biliniyordum. Eski eşim bile bilmiyordu. Söylüyordum ama bence beni ciddiye almamış. Hatta sanat yapmam, sanki evden kaçıyorum, kahveye gidiyorum, babalıktan kocalıktan kaçıyorum gibi bir algı oluşturdu. Bu nedenle yaptığım işleri de doğru şekilde üretemedim. Nihayetinde, kimse sanat yaptığıma inanmıyordu. En sevdiğim insanlar bile… Ama o başarısızlıklar bana bir şey öğretti: Destek göreceğim işler yapmalıyım. Bir sonraki işimin adını “Ben Sanatçıyım” koydum, haberlere ve televizyona çıkmasını sağladım. Bu olaylardan sonra çevrem sanat yaptığımı kabul etti. Yani “üretemiyorum” diye bir şey yok. Orada üretememenin sebebini ciddiye almıyorsundur aslında. Bakman gereken odur. Yani üretememenin sebebine bakıp yaparsın. Bir öğrencim bana gelip, “Sanat işi yapmam için iki yüz lira verdiler” dedi. Bütçe iki yüz lira. “Nasıl yapacağım?” diyordu. Sonuçta çerçeve bile yüz lira. Sonra ne yaptı biliyor musun? Yüz liraya çerçeve aldı, kalan yüz lirayı da çerçevenin içine koydu. Süper bir iş oldu. Yani niye yapamadığına bakarsan sanat yapmaya başlıyorsun zaten.