Fatihli Mahviyetkâr Bir Udi Bestekâr Rüştü Eriç

Fatihli Mahviyetkâr Bir Udi Bestekâr Rüştü Eriç

Muhsin Karabay

Şair Mehmet Zeki Akdağ, “Seni bir bestekâr dostumla tanıştırmamı ister misin?” diye sorunca, elbette bunu büyük bir memnuniyetle kabul ettim. 14 Mart 1998 günü Şehremini’de buluşarak birlikte Küçükhamam’da bulunan udi bestekâr Rüştü Eriç’in evine gittik. O güne kadar Rüştü Bey’in ismini duymuştum ama hakkında hiç bilgim yoktu. Yıllarca hocamla aynı mahallede oturmuş olmamıza rağmen maalesef bir tanıştıranın olmaması yüzünden kendisini tanımam ancak yıllar sonra mümkün olabilmişti.

 

Udî Bestekâr Rüştü Eriç Kimdir?

Rumî 1329, Milâdî 1913’te, bugün sınırlarımız dışında kalan Yunanistan’ın Batı Trakya, bölgesindeki İskeçe’de muallim hâfız Halim Hilmi Efendi ile Zehra Hanım’ın oğlu olarak dünyaya gelen udî bestekâr Rüştü Eriç’in musikiye hevesi 6-7 yaşlarındayken başlamıştır.  Bir komşularının düğününde, Fitnat adında bir hanımın ud çaldığını görür. Onun ud çalışı küçük Rüştü’nün çok hoşuna gitmiştir. Eve döndüklerinde eline aldığı süpürgeyi ud gibi çalmaya çalışır. 9-10 yaşların gelince de ud çalma arzusunu babasına söyler, ancak o zamanların taassubu ud çalmayı “çalgıcılık” addederek hor görmektedir. Fakat İskeçe Rüştiye Mektebi’nde muallim olan babası onun bu merak, ilgi, sevgi ve ısrarı üzerine ona bir ud almayı kabul eder. Küçük Rüştü’nün uda olan merakını eleştiren arkadaşlarına babası; benim oğlum bunu öğrenirse onun ruhu yükselir. Eve kendini bağlar ve dışardaki bayağı şeylere heves etmez ve bu bir sanattır. Sizin bildiğiniz gibi zararlı bir şey değildir, demiştir. 

İskeçe’de Bir Udî Yetişiyor

Musikiye 1926’da Udi Dimitro ve Büyük Sergis’ten dersler alarak başlamıştır. Ud ve nota öğrenen Eriç, Saraylı Hafız Yusuf Bey’den usûl ve klasik eserler meşk etmiştir. Uda başladığı zaman nota dersleri de almaya başlayan Eriç, dört ay sonra uşşak peşrevini çalabilecek duruma gelir. Nota hocası Dimitro adında bir Rum’dur. İstanbul’dan, İskeçe’ye muhacir olarak gelen ve ana lisanı gibi Türkçe bilen; ud, klarnet ve keman da çalabilen Söğütlü hocasından aldığı derslerden sonra ilk geçtiği şarkı da; “Burası Muş’tur, yolu yokuştur” mısralarıyla bildiğimiz türkü olmuştur. Haftada bir gün aldığı ve dört ay sonra hocasının yeterli görmesi üzerine derslere son verilir ancak hocasının tavsiyesi ile onları da sürekli dinlemeye gider. 

 

Bestekâr Rüştü Eriç’in İskeçe’deki yıllarında 1928’de Türkiye’de faaliyete geçen, Büyük Postane’nin üzerindeki eski İstanbul Radyosu’nun yayınları da yetişmesinde önemli bir rol oynamıştır. O yıllarda radyo yeni çıkmıştır ve herkesin evinde radyo yoktur. O sıralarda kurulan Türk Gençler Birliği bir radyo almıştır ve İstanbul Radyosu’nu oradan takip etmektedirler. Mesut Cemil Bey tarafından idare edilen radyoda fasıllar da icra edilmektedir. Celal Tokses, Hafız Burhan, Hafız Ahmet, Yesarî Âsım ve Münir Nurettin gibi sanatkârları radyodan dinleme imkânına kavuşmuşlardır. Çok iyi bir radyo dinleyicisi de olan Rüştü Eriç, nerede radyo dinleme imkânı varsa oralarda vaktini değerlendirmektedir. Radyodaki taksimlerden de çok istifade eden Eriç’in unutamadığı radyo hâtıralarından biri de, bir Ramazan ayında Ayasofya Camii’nden Hafız Saadettin Kaynak gibi meşhur hâfızların seslerinden dinledikleri mevlid yayınıdır.

 

Türkçe ve Mûsîki ile Millî Birlik

İstanbul Radyosu’ndan sonra 1938’de kurulan Ankara Radyosu’nu da dinlemeye başlayan Eriç, bu sayede önemli musiki adamlarından Hakkı Derman, Fahri Kopuz, Fahire Fersan, Refik Fersan, Cevdet Kozanoğlu, Cevdet Çağla gibi sanatkârları da tanımaya başlamıştır. Sık sık fasılları, saz eserlerini, Solistler Geçidi’nde Müzeyyen Senar, Perihan Sözeri gibi sanatkârlarla Mesut Cemil’in idare ettiği Klasik Koro’yu da büyük bir merakla dinlemektedirler.

İskeçe’deki yıllarını en iyi şekilde değerlendirmeye çalışan Rüştü Eriç’in radyoya ilâveten beslendiği kaynaklardan bir diğeri de plaklardır. Bilhassa muhallebici dükkânlarında ud taksimleriyle Hafız Sami’nin gazellerini de dinlemektedir. Saz icra edilen bahçelere giderek sazları dinlemeyi de ihmâl etmez Eriç. Hatta bir ara eşi Safinaz Hanım’la birlikte İskeçe’ye gelen Bülbülü Salih’i de birlikte sahnede dinleme fırsatını da bulmuştur.

 

Anayurda Hicret ve Hayat Mücadelesi

İskeçe’de 1927’de kurulan Türk Gençler Birliği’nde Türk Müziği Bölümü’nün açılmasında da gayretleri olan Rüştü Eriç, 1941’de İkinci Cihan Harbi’nde, ailesiyle birlikte kendi ifadesiyle “anayurt”a hicret etmiştir. 

Rüştü Eriç ailesiyle Türkiye’ye göç edip İstanbul’a yerleştikten sonra çeşitli işlerde çalışarak ailenin geçimini temin etmeye gayret eder. Önce Tophane’de tütün depolarında, ardından Darphane Damga Matbaası’nda çalışır. Burada çalışırken aynı zamanda, İskeçe’deyken dayısıyla başladığı mücellitlik sanatının bütün inceliklerini de öğrenir. Daha sonra Cumhuriyet Matbaası’na geçer. Bir süre sonra da Bâbıâli’de, Cağaloğlu Yokuşu’nda İslâm ve Zafer Mücellithanelerinde çalışır. Bu arada Kıbrıslı bir üniversite talebesi sayesinde üniversite camiasıyla da tanışarak öğrencilerin cilt işlerini yapmaya başlar. 

1949’da Türk Müziği nazariyatını ve temel bilgilerini bütün incelikleriyle öğrendiği İleri Türk Musikisi Konservatuvarı’na kayıt ve kabul olunarak Hüseyin Saadettin Arel, Laika Karabey ve Haydar Sanal gibi zamanın en değerli hocalarından dersler alarak yetişir.

Aynı zamanda hocası Hüseyin Saadettin Arel Bey’in teşvikleri ile beste çalışmalarına da başlar. O sıralarda Konservatuvar İcra Heyeti yegâh faslını geçmektedir ve bu fasıl bir hafta sonra radyoda çalınacaktır. Hocası kendisinden bir yegâh peşrevi bestelemesini ister. 

Büyük bir heyecanla çalışarak icra gününe yetiştirdiği bu eserinin radyoda seslendirilmesi ona yeni besteler yapma konusunda da güven verici ve teşvik edici olur. Daha sonra Saadettin Bey’in isteğiyle Konservatuvar’da hocalıkla görevlendirilerek bir müddet toplu teganni dersleri ve koro çalışmalarını yönetir.

Ayrıca hocası Arel’in, Şişli’deki evinde müzik toplantılarına da devam ederek orada değerli müzisyen, tarihçi ve yazarlardan Dr. Suphi Ezgi, Prof. Ercümend Berker, Dr. Cahit Atasoy, Yılmaz Öztuna, Neyzen Süleyman Erguner, Kemal Emin Bara, Osman Şevki Uludağ ve İsmail Hâmi Danışmend gibi değerli şahsiyetleri tanıma fırsatını bulmuştur. Radyoya ilk olarak konservatuvar korosu ile başlayan Rüştü Eriç, 1952’de solistlere refakat için Münir Nurettin ve Refik Fersan tarafından imtihan edildikten sonra uduyla sanatçılara refakatlere de başlamıştır.

 

Azmin Zaferi

Üniversite Korosu’nun çalışmaları sırasında tanıştıkları 1955’te doktor Nevzat Atlığ’ın İstanbul Radyosu’ndaki müdürlüğü zamanında onun isteği üzerine İstanbul Radyosu’nun müzik yayınlarında kadroyla asaleten göreve başlar. Rüştü Eriç, Radyo’daki çalışmalarını Atlığ bu görevden ayrılıncaya kadar büyük bir ahenk içinde zevkle çalışmalarını sürdürmüş ve aynı zamanda Radyo’daki çalışmalarımı sürdürürken bir matbaa sahibi olan Ahmet Kibritçi, Trafik Eski Müdürlerinden Fethi İnaler ve gazeteci Turhan Bayraktar ile birlikte Cağaloğlu’nda, Cağaloğlu Özel Konservatuvarı’nı kurmuşlardır.

 

1960’lı yıllarda Cevdet Çağla, Sadi Hoşses, Haluk Güneyli, Nida Tüfekçi, Ahmet Yamacı, doktor Alâaddin Yavaşça, bestekâr Melahat Pars, Mülkiye Toper, Ahmet Yamacı, Mustafa Nâfiz, Behçet Kemal Çağlar, Aka Gündüz Kutbay, halk müziği icrakârları, Neriman Tüfekçi ve Orhan Dağlı gibi dönemin en değerli sanatçılarıyla önemli çalışmalar yapan Eriç, 1965’te Rumeli Türkleri Kültür ve Dayanışma Derneği’nin bünyesinde yer alan müzik faaliyetlerine yönetici ve hoca olarak alınmıştır. Derneğin bünyesinde kurup yetiştirdiği korosuyla, 1983’te sağlık sebepleriyle oradan ayrılışına kadar her ayın sonunda muntazaman halka açık olarak verdikleri konserlerle çalışmalarını sürdürür. 1979 yılında Radyo’daki memuriyetinden emekli olduktan sonra da müzik alanındaki çalışmalarına aralıksız devam etmiştir. 

 

Bestelerle Taçlanan Yıllar

1987 yılından itibaren radyo yönetiminin daveti üzerine istisna akti ile programlara muntazaman katılmaya devam eden Eriç, o sırada çok iyi bir edebiyatçı ve musikişinas Fethi Kahramahmutoğlu ile 1966’dan beri var olan tanışıklığını arkadaşlıkla pekiştirerek kuvvetli bir dostluğa dönüştürür. Beste konusunda Arel’den sonra ikinci bir teşviği de Fethi Bey’den gören Eriç, edebiyat hususunda da kendisinden epeyce istifade eder. Ayrıca Fethi Bey’in güftelerinden besteler de yapar. Ona musiki çalışmalarında çok yardımcı olanlardan biri de, güfteleri ile birlikte doktor Cahit Öney olmuştur. Rüştü Eriç ayrıca ses sanatçısı Mediha Şen Sancakoğlu, Hikmet Münir Ebcioğlu, Mustafa Nafiz Irmak, Şâdi Kurtuluş, Neyzen Ümit Gülerman, doktor Vahit Özaydın, Bekir Sıtkı Erdoğan, Mehmet Zeki Akdağ, Mustafa Sevilen, Turgut Yarkent, Sadık Atay, Âmir Ateş, Nâgehan Orbay, doktor Necmettin Çanga, Ali Sevim, Nejat Sefercioğlu, Cansın Erol, İlkan San, Halit Çelikoğlu, Yâsin Hatipoğlu, İbrahim Bodur, Ali Coşkun, Gülten Çiçek Tural, Yılmaz Karakoyunlu, Nihayet Ağçay, Nâgehan Orbay, Münire Aksaray, Hülya Sönmez, Erol Uzunömeroğlu, Ferhat Dikses, Ercan Akbay, Erdinç Beylem gibi değerli şair ve sanatkâr dostlarının gerek güfteleri gerekse eserlerinin seslendirilmesi hususundaki yardımlarıyla çalışmalarını sürdürmüştür. Eriç’in şiirlerinden besteler yaptığı şairler arasında; Yunus Emre, Mehmet Âkif Ersoy, Yahya Kemâl Beyatlı, Faruk Nâfiz Çamlıbel, Yusuf Ziya Ortaç, Haşim Nezihi Okay, Ümit Yaşar Oğuzcan, İlhan Geçer, Halit Fahri Ozansoy, Halil Soyuer ve Zeki Ömer Defne de vardır.

Rüştü Eriç, 1952 yılında yegâh peşrevi ile başladığı beste çalışmalarına çeşitli makamlardaki yüzlerce eseri ile devam ettirmiştir. Bunlardan; “Seviyorum Derdin Ya”, “Yaktığın Ateşi”, “Cânân O Geçen Günlere”, “Yaslansa Başım Göğsüne Hasret yine Dinmez”, “Anladın da Derdime Bir Lâhza Derman Olmadın”, “Nasılsın Görmeyeli”, “Seni Ömür Boyu Seveceğim”, “Ahu Gibi Bir Baktı”, “Kadehin Dudağımda”, “Hasreti Kadehlerden Ümitle İçiyorum”, “Tükensin Gözlerinde Ömrüm Bakmakla Senin”, “Gözlerinin İçinde Bütün Sevgi Arzular”, “Hasretle Dün Akşam Hep Seni Andım”, “Bir Ufuksun”, “Ilık Ilık Eser Bahar Yelimiz” ve “Paşabahçe Vapurunda” adlı şarkıları meşhur ses sanatkârları tarafından okunarak çok sevilmiş olanlar arasındadır. 

Zeki Müren’e Hocalık

Rüştü Eriç, ses sanatkârımız Zeki Müren’e de dersler vermiş, ayrıca onun “Şimdi Uzaklardasın, Gönül Hicranla Dolu” mısrasıyla başlayan bestesini de notaya almış, ona bazı konserlerinde ve radyodaki neşriyatlarında uduyla refakat etmiştir. Eriç özellikle radyodaki görevi ve radyo dışındaki sanat çalışmaları dolayısıyla Türkiye’nin hemen hemen bütün saz ve ses sanatkârlarını tanımış ve birçoğu ile de yakın dostluklar kurmuştur.

Rüştü Eriç’le Başlayan Dostluk

Şair Mehmet Zeki Akdağ ile kendisini ilk defa ziyaret ederek tanışma mutluluğuna erdiğim Rüştü Eriç Hocamla o gün birlikte çok güzel bir zaman geçirdik. Ben hazırlıklı gittiğim için orada geçirdiğimiz saatleri video kameram, ses kayıt cihazım ve fotoğraf makinemle kayıt altına da almıştım. Rüştü Hocamla aramızdaki yaş farkına rağmen kısa zamanda adeta onunla 40 yıllık bir dost gibi birbirimizi çok sevmiştik. Rüştü Hocam hemen bir ud alarak derslere başlamamızı arzu etti. Müziği ve udu da çok sevdiğimden hocanın teklifini büyük bir memnuniyetle kabul ettim. Aynı zamanda öğrencisi de olan komşusu udî Mehmet Tezcan Bey’in arabasıyla Tünel’e gidip oradan iyi bir ud alarak derslere başladık. 

 

Rüştü Hocamı en az haftada bir gün muntazaman ziyaret ediyor, kendisiyle ud dersimizle birlikte çok verimli, hâtıralarla dolu kültür sohbetleri yapıyorduk. Onunla birlikteyken geçen zamanın farkına bile varmıyorduk. Bazen benim Fındıkzâde’de, Ziya Gökalp Sokak’taki evime de gelir, orada da saatlerce musikiden, edebiyattan ve günlük hayattan sohbetler ederdik. Onun özellikle değerli sanatkâr dostları ve radyodaki yıllarla ait hâtıralarını dinlemeye başladığımda kendisinden hâtıralarını yazması ricasında bulundum. Önce, evlâdım benim ileri seviyede bir eğitimim yok, bunu nasıl yazabilirim, diye tereddüt gösterdiyse de onu ikna etmiş, kendisine götürdüğüm deftere; azmi, gayreti ve çalışkanlığı sayesinde benim de teşvik ve ricalarımla hâtıralarını yazmaya başlamıştı. Onun eski yazımızı da çok mükemmel bir şekilde okuyup yazdığını da bildiğimden, hâtıratın daha da orijinal olması için hâtıralarını Osmanlı Türkçesi ile yani 1928’e kadar kullandığımız alfabe ile kaleme almasını rica etmiş ve o da bunu büyük bir memnuniyetle kabul ederek yazmaya başlamıştı.

 

Mûsîki ve Hatıralarla Geçen Tatlı Yıllar

Hocamın evine her gidişimde deftere yazdıklarını okuyarak üzerinde konuşurduk. Onun anlatabilecek o kadar çok hâtıraları vardı ki, saatler kâfi gelmiyordu. Bu arada hocam hiç ara vermeden bestelerine de devam ediyordu. Bestelerini nota kâğıdına geçirdikten sonra üstteki başlık kısımlarını ve güftelerini bilgisayarda yazıp çıktılarını ona götürüyordum. O da yazıları beste kağıdının ilgili yerlerine büyük bir itinayla yapıştırıyordu. Ayrıca yapmış olduğu bestelerini TRT Repertuar Kurulu’na da gönderiyor ve kuruldan gelecek cevapları da büyük bir merakla bekliyordu. 

 

Gayretindir sevdiren fazl-ı ulûmu ümmete

Verzişindir anlatan, sevdâ-yı sa’yi millete 

 

Şâir Nigâr Hanım’ın Ahmet Mithat Efendi için yazdığı bu beyitte çok güzel ifade etmiş olduğu çalışma azmi ve gayreti, Rüştü Hocamda da hiç azalmadan son nefesine kadar devam etmiştir. Hatta yaşlılığına bağlı olarak kalça kemiğindeki yıpranmalardan dolayı yürüme zorluğu çektiğinden evin içinde ancak yürüteçle dolaşabildiği zamanlarda dahi yaşama sevincini, çalışma, üretme azim ve gayretini hiç kaybetmemiştir. 

 

2000 yılının Ekim ayında, hocamın yıllar içinde çeşitli sanatçılar tarafından seslendirilmiş olan eserlerinin bulunduğu kasetlerden kayıtlar yaparak yeni bir kaset hazırlayıp onu Unkapanı’ndaki Plakçılar Çarşısı’nda çoğalttırmıştım. Fazla bilgim olmasa da bilgisayarda epeyce uğraşarak bu kaset için, içindeki şarkılar hakkında bilgilerin ve çeşitli fotoğrafların bulunduğu bir de kartonet hazırlamıştım. Bu kasetten hocamın dostlarına hediye ettik. Rüştü Eriç; her yönüyle mükemmel bir hoca, iyi bir insan, hâlis bir Müslüman ve usta bir sanatkâr idi. Onun mühim özelliklerinden biri de mahviyetkârlığı idi. Yıllarca birlikte çalıştıkları ve aynı zamanda büyük dostu olan Nevzat Atlığ, bir gün kendisine mahviyetkâr olması hususundaki tavsiyesi üzerine ömrü boyunca bu yoldan hiç ayrılmamıştır. Hocamız dostlarına ve talebelerine çok büyük değer verir, onlarla birlikte olmaktan son derece mutlu olur ve kendileriyle de sonsuz bir övünç duyardı. Son yıllarında dışarıya çıkamayacak kadar yürüme zorluğu yaşamaya başlayıncaya kadar zaman zaman birlikte çeşitli yerlere gider, dostlarını ziyaret eder ve bundan da çok mutlu olurdu. Bir gün de Nevzat Atlığ hocamızın görev yapmakta olduğu İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuvarı’na gittik. Orada kıymetli hoca ve sanatkârlarımız Alâeddin Yavaşca ve Selahattin İçli ile de sohbet ettik. Ayrıca Nevzat Hocamızla birlikte okulun lokantasında bir öğle yemeği yedik. 

 

Rüştü Hocam dostları ve talebeleriyle fotoğraf çektirmeyi de çok severdi. Zamana ve hâtıralara ben de çok meraklı olduğum için gittiğimiz her yere fotoğraf makinemle giderdik. Fotoğraf çekilirken hareket hâlinde poz vermeyi severdi. Bazen bu yüzden fotoğraf çekerken netlik yapmakta zorluk yaşardım. Bir gün de besteler kitabının üçüncü cildinin baskısı dolayısıyla tanburî Necdet (Yaşar) Bey’in sahibi bulunduğu Unkapanı’nda İMÇ Bloklarındaki matbaasına gitmiştik. Yanımızda sanatçımız Fırat Kızıltuğ da vardı.

 

Bestelerle Geçen Yıllar 

Rüştü Hocam bestelerini üç ciltte toplamıştı. Onun bu değerli eserlerinin basımını gerçekleştiren yakın dostu iş adamı İbrahim Bodur’u rahmet ve şükranla anmamız gerekir. Ayrıca yukarıda bahsettiğim hâtıralarını da talebesi Zeki Yılmaz yayınlamıştır. Kitap basıldıktan sonra Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde onun için bir program yapıldı. Ancak ne yazık ki hocamızın oraya gelmesi mümkün olmadı. Ben tekerlekli sandalye ile götürebileceğimizi ısrarla söylediysem de oğulları apartmanda asansör olmadığı için herhangi bir olumsuzluk yaşanabileceği ihtimaline karşı hocamızın gitmesini uygun görmediler. Ayrıca hocamız dostlarının karşısına tekerlekli sandalye ile çıkmak da istemiyordu. Çünkü o, her zaman dimdik ayakta, bir delikanlı kadar çevik ve hareketli olmayı arzu ediyordu. Rüştü Hocamın talebelerine ve dostlarına karşı olan büyük sevgi, bağlılık ve övüncünden yukarıda bahsetmiştim. Onun en çok sevdiği ve mutlu olduğu işlerden biri de kitaplarının başına dost ve talebelerinden aldığı yazıları koymaktı. Israrla benim de yazmamı çok istediyse de o kadar değerli sanatkârın yer aldığı kitaplarına girmeyi kendime lâyık görmediğimden onun bu arzusunu üzülerek yerine getirememiş fakat o benim bu davranışım karşısında çok meyus olmuştu.

 

Fatihli Mahviyetkâr Hocaya Vedâ

Eğer sağlığı müsait olsaydı onunla birlikte doğduğu yerlere doğru gidip bir ay kadar orada kalıp onun rehberliğinde oraları gezip dolaşıp adeta bir belgesel hazırlamayı da çok isterdim. Ama onunla geçen o unutulmaz saatlerimizi, günlerimizi, aylarımızı ve yıllarımızı hiçbir zaman unutmadım.

Hocamız rahatsızlanmış ve Haseki Hastahanesi’ne yatırılmıştı. Ama odada altı hasta yatağı ile birlikte hastaların başında da refakatçilerinden başka en az bir iki de ziyaretçileri vardı. Yani o küçük sayılacak oda hem kalabalık hem de gürültülüydü. Bu durum hocamızı çok rahatsız ediyordu. Ama yapabileceğimiz bir şey de yoktu doğrusu. Dostu ve ayrıca orada yıllarca başhekimlik de yapmış olan Alâeddin Bey’in, hocamızın özel bir odaya geçirilmesi konusunda bir yardımı olup olamayacağını araştırdığımda boş bir oda bulunmadığını öğrendik ve maalesef yapabileceğimiz hiçbir şey yoktu. Rüştü Hocam hatırlayabildiğim kadarıyla orada birkaç gün kaldıktan sonra ne yazık ki 26 Kasım 2007 akşamı vefat etti. 27 Kasım 2007 tarihinde ikamet etmekte olduğu Seyit Ömer Mahallesi’nde, Seyit Ömer Camii’nde ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından Topkapı’daki Çamlık Mezarlığı 4. Adada, 522 numaralı mezarda, yıllar önce vefat eden sevgili eşinin yanında toprağa verdik. Allah rahmet eylesin, mekânını cennet ve makamını da âlî eylesin inşaallah. Âmin.

Start typing and press Enter to search