SÖZLÜ TARİH- Hüseyin Avni Dede

Hüseyin Avni Dede: 

ÇOCUKLUĞUMU NE ZAMAN DÜŞÜNSEM KENDİMİ VEFA’DA BAYRAM YERİNDE, SÜLEYMANİYE’DE KÜTÜPHANEDE, ŞEHZADEBAŞI’NDA AVLUDA BULURUM

Sümeyye Küçükkural Aydın

 

Fatih, yüzyıllar boyu şairlere, yazarlara, ressamlara önemli sanatçılara ev sahipliği yaptı. Hem devletin hem de sanatın kalbi oldu. Sayısız önemli ismi yetiştirdi. Bu isimlerden birinin de Hüseyin Avni Dede olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Sahaflar Çarşısı’ndaki çınar ağacının altında yıllardır açtığı sergiyle tanınan Hüseyin Avni Dede aynı zamanda çok eski bir Fatihli. Sözlü tarih çalışmamız kapsamında bu sayımızda kendisiyle görüşerek, anılarını kayıt altına aldık: “1953 senesinde Şehzadebaşı’nda doğdum. 16 Mart Şehitler Caddesi’nin olduğu yerde Tevfik Paşa’ların konağı benim doğdum evdi. Kardeşim de Süleymaniye Doğumevi’nde doğdu. Aile hayatımız, Fatihli olma sürecimiz böylelikle başlamış bulundu. Biz daha sonra Kirazlı Mescit Sokağı’nda da oturduk. Burası çok sakin huzurlu, ahşap evlerin olduğu, nezih insanların yaşadığı bir muhitti. Çocukluğumda Kirazlı Mescit Camii’nden çıkmazdım. Bahçesinde oyun oynar hep vaktimi orada geçirirdim. O zamanlar bana o kadar büyük gelirdi ki! Hâlbuki küçük bir cami, çocukluğumun heyecanı ile bana çok heybetli gelirdi. 

 

Direklerarasında Vezneciler hamamının önünde bir çadır tiyatrosu kurarlardı. İsmail Dümbüllü’yü de ilk defa orada izledim. Tiyatronun kapısında bir çığırtkan olurdu elinde bir çan, “başlıyor, başlıyor, başlıyor” diye o çanı çalarak içeriye izleyici toplardı. Enteresan bir şeydi. Rahmetli babam ve kardeşlerimle birlikte onu izlemeye giderdik. O zamanlar bazı bayram zamanlarında yine şenlik yeri kurulurdu. Hatta Talat Şener Cingöz Ali’yi oynatırdı, onu konuşturur biz de onu izler, gülerdik.

 

Şehzadebaşı’ndaki eski sinemaların olduğu dönemlerden, sokak satıcılarının var olduğu döneme kadar çocukluğumu hep oralarda yaşadım. Bu sebeple çocukluğumu ne zaman düşünsem kendimi Vefa’da bayram yerinde, Süleymaniye’de kütüphanede, Şehzadebaşı’nda avluda bulurum…

 

İlkokulda okuldan çıktığım zaman Süleymaniye Kütüphanesi’nin çocuk bölümüne giderdim. Orada kitap okumaya doyamazdım. Her başladığım yeni gün benim için Süleymaniye Kütüphanesi’nde kitap okumak, onları incelemek, havasını solumak demekti.

 

Vefa Bozacısı’nın yan tarafında bayram yeri kurulurdu. Orada kayıktan salıncaklar, atlı karıncalar ve çeşitli oyunlar olurdu. Çocukluğumuzda paramız oldukça oraya giderdik.

 

Çocukluğumda anımsadığım şeylerden biri de Mahmutpaşa taraflarındaki sokak berberleriydi. Berberler bayrama yakın çok dolu olurdu. Seyyar berberler de ellerinde koltuk ve tıraş malzemeleriyle dolanırdı. Bir gün babam beni o berberlerden birine oturttu. Tıraş makinesi öyle körleşmiş ki her saçıma değdirdiğinde gözlerimden yaş gelmiş, canım çok yanmıştı. Sesimi çıkaramadım. 

 

Bayramlarımız çok heyecanlı, çok coşkulu geçerdi. Bayram gelmeden rahmetli babam bizi Mahmut Paşa’ya götürürdü, oranın piyasasını çok iyi bilirdi. Buralardan ayakkabı, pantolon veyahut bayramda ikram edilecek şeyler alınırdı. Elbiselerimizi bayram gelene kadar giymezdik. Bayram sabahı coşkuyla kalkar hazırlanırdık. Misafirler gelir, biz onlara giderdik. Duygu yönü olsun, maddi yönü olsun dolu dolu geçerdi.

 

Çocukluğumuzda İstanbul Üniversitesi’nin bahçesi halka açıktı, biz de oraya pikniğe giderdik. Annem evden sandviç, börek, poğaça hazırlardı. Komşularla oraya gider, sohbetler edilirdi. Salıncaklar kurar, oyunlar oynardık. Sokak satıcıları vardı, meyve sebze satarlardı. Annem onlardan alışveriş yapardı. Bir dondurmacı vardı bacakları kesikti. Kemerin orada dururdu, o iş yapsın diye her zaman ondan gider dondurma alırdım. Süleymaniye’de çocukluk dönemlerimden hatırladığım kalaycılar vardı. Okula giderken önlerinden geçerdim, ilgimi de çekerdi. Biraz bakar onları izlerdim. Sonra hızlıca okula giderdim. Ne zaman bu sokaklardan geçsem, yaşadığım bu hatıralar zihnimde canlanır. Yarı mutlu, yarı hüzünlü olurum.

 

Çocukluğumdan itibaren şiir yazmaya başladım. Babamın şair çevresi vardı ve onlarla buluştuğu sohbet ettikleri yerler olurdu. Beni küçük yaşlarımdan itibaren onların yanına götürürdü. Behçet Necatigil, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Cemal Süreya bu isimlerden bazılarıydı. Konuşulanlar, sohbetler çok ilgimi çekerdi. O toplantılarda bulunmak da küçük yaşta şiir yazmamı etkilemiş olmalı. Babamdan aldığım tecrübe ve bu ilhamlar ile şiirler yazmaya başladım. Ve böylelikle edebiyat dünyasına adım atmış oldum. 

 

Sergi açmaya okul zamanlarımda başladım. Beyazıt Meydanı’nda babamın kitaplarını satardım. Antika yerleri çok gezer oradan para, pul değişik eşyalar alır, sonra bunları kendi tezgâhıma koyardım. Kendi yazdığım şiirlerimi de kartonların üzerine yazıp, çamaşır ipine takarak sergilemeye başladım. Yanlarını da yine kendi yaptığım resimlerle süslerdim. Sadece Beyazıt’ta değil, Beyoğlu ve Kadıköy’de de sergi tezgâhımı kurardım. İnsanlar gelip geçerken, tezgâhıma bakar, dikkatlerini çekerdi. Bazen de sorardı kim bu kişi diye. Ben de “bu şiir kitabını babam yazdı, bunları satarak ben de kendi şiir kitabımı çıkaracağım” derdim. Nitekim öyle de oldu, kurduğum sergi sayesinde ilk şiir kitabım Şairler Üzülmesin’i çıkardım. Sonrasında diğer şiir kitaplarımı çıkarmaya başladım. Şimdi 60 yıldır bilfiil hâlâ Beyazıt Meydanı’ndaki çınar ağacının altında sergilerimi açmaya devam ediyorum. Sergi açtığım çınar ağacına ismim verildi. Yaşarken bunu görmek beni çok mutlu ve memnun etti. Güzel Fatih bana çok şey kattı.”

Start typing and press Enter to search