1950’lerden Bugüne Bir Ses: Şevket Rado ve Ailenin Hikâyesi

Bir evin içinden gelen sesler artık eskisi gibi değil. Sofra başında uzayan sohbetler, birlikte susabilmenin kıymeti, gece vakti mutfaktan fısıltıyla gelen bir çay koyma sesi… Bunların yerini çoğu zaman ekran ışığı, kulaklık sessizliği ve içten içe büyüyen uzaklık aldı. Aile hâlâ aynı kelimeyle anılıyor belki, ama o kelimenin içi değişiyor. 2025’in “Aile Yılı” ilan edilmesi de bu yüzden dikkat çekici. Sadece doğurganlık oranlarının düşmesinden ya da boşanma istatistiklerinden değil; evin içindeki duygusal iklimin de değiştiğinden söz ediyoruz.

İşte tam da bu nedenle geçmişe dönüp bakmak, “aile” kavramının zaman içindeki seyrine kulak vermek gerekiyor. Gazeteci-yazar Şevket Rado da 1950’li ve 60’lı yıllarda radyodan yükselen sesiyle aileye dair meseleleri evlerin içine taşıdı. Aile içi ilişkiler, ahlaki değerler, evlilik, çocuk terbiyesi gibi konuları sade bir dille işlediği sohbetler zamanla o kadar çok dinlenir olmuş ki, Rado bu konuşmaları yazıya dökerek Aile Sohbetleri adıyla kitaplaştırmış. Ortaya çıkan eser yalnızca dönemin aile yapısını değil, aynı zamanda dönemin ruhunu, gündelik hayatını ve değişen sosyal dinamikleri de yansıtıyor. Bugün o satırlara dönmek, yalnızca nostaljik bir yolculuk değil; aynı zamanda geçmişten bugüne neyin değiştiğini, neyin aynı kaldığını anlamak için değerli bir imkân. Rado’nun cümleleri, hâlâ konuşulmaya değer pek çok sorunun kapısını aralıyor.

KURTLARI ZAMANINDA FARK ETMEK
Rado, Aile Sohbetleri’ne şu sözlerle giriş yapıyor: “İnsan topluluklarını, daha doğrusu milletleri, dalları meyvelerle dolu ağaçlardan meydana gelmiş bir ormana benzetecek olursak, her ağacı da üzerindeki meyveleriyle bir aile saymak pek yerinde olacaktır. Eğer ağaç meyve verecek şekilde olgunlaşmadan bir hastalığa tutulur veya meyvelerini verirken kurtlar onu ötesinden berisinden kemirmeye başlarsa yapraklar solacak, meyveler sararıp dökülecek, ormanda bir ağaç günün birinde kuruyup gidecektir. Ormanın selameti için de tehlikeli olan bu hadiseyi mutlaka önlemeli, ağaç tabii hayatını yaşayıp o güzelim meyvelerini mutlaka vermeli, böylelikle yeni ağaçların doğmasına yol açılarak orman, sağlık ve neşe içinde, göz alabildiğine uzayıp gitmelidir.
Cemiyet hayatının birer ağacı olan aileler de tıpkı büyük ormanlardaki ağaçlar gibi, bakılmaya, korunmaya muhtaçtırlar. Ne yazık ki, biraz önce de söylediğim gibi, onunla yakından meşgul olacak müesseseler yoktur.”

Rado’nun aileyi bir ağaca, toplumları ise büyük bir ormana benzetmesi boşuna değil. “Ormanın selameti için tehlikeli olan hadiseyi önlemek” derken aslında toplumun en temel yapı taşı olan aileyi korumaktan bahseder. Eğer bir ağaç meyve verirken içten içe kurtlanıyorsa, yaprakları solar, meyvesi dökülür ve sonunda kuruyup gider. Aileler de böyledir. İçsel çürümeyi fark edemezsek, sadece bireyler değil toplum da zarar görür. Bugün bu kurtlar artık daha görünür. Ekonomik sıkıntılar, duygusal tükenmişlik, iletişimsizlik, yalnızlaşma ve sosyal medya… Belki de en çok bu yüzden Rado’nun “aileyle yakından meşgul olacak müesseselerin yokluğu” tespiti bugün de geçerliliğini koruyor.

BİRLİKTE YAŞAMANIN İNSAN HÂLİ
Şevket Rado’nun belki de en çok üzerinde durduğu gerçeklerden biri, insanın yalnız başına tamamlanamayacağıdır. “Dünyada hiçbir saadet, insanın evlilikte bulduğu saadet kadar tatlı olamaz” diyerek, insanın en derin ihtiyaçlarından biri olan “birlikte var olma” arzusuna dikkat çeker. O cümlenin içinde paylaşmak, dayanışmak, birlikte büyümek vardır. Çünkü insan, ne kadar güçlü olursa olsun, bir başına eksiktir. Aile, işte bu eksikliği tamamlamanın en sahici yoludur. Modern zamanların yalnızlaştıran akışı içinde bu hatırlatmaya belki daha çok ihtiyacımız var. Aile olmak, yalnızlıktan kurtulmanın değil; birlikte yaşamanın inceliklerini öğrenmenin adıdır. Sevmenin, sabretmenin, dinlemenin adıdır. Ve her zaman da öyle kalacaktır.

KONUŞMAYI BİLE UNUTTUK
Bugün iletişimin imkânları hiç olmadığı kadar fazla; elimizin ucunda ekranlar, ceplerimizde sürekli titreşen bildirimler… Her an, herkesle bağlantıdayız. Ama iş sevdiklerimize geldiğinde, duvarlar örülüyor. Aynı evin içinde birbirimize yabancılaşıyoruz. Ne garip, iletişim çağında iletişimsizlikle boğuşuyoruz. Şevket Rado da yıllar önce tam bu meseleye dikkat çekmişti: “Ailede konuşmuyoruz, bu yüzden anlaşamıyoruz.” O zaman bu sorun belki fısıltı hâlinde dolaşıyordu; bugünse sessiz ama derin bir kopuşa dönüştü. Teknolojinin içine gömülmüş bireyler, aynı çatı altında birbirini duyamıyor artık. Oysa konuşmak dediğimiz şey, sadece kelimeleri yan yana getirmek değil; birbirini duymaya, anlamaya niyet etmek demek. Rado, bunun zor ama vazgeçilmez olduğunu hatırlatıyor: “Karşımıza hiç de hoşumuza gitmeyecek mevzular çıkacağını bilelim ama yine de konuşalım.”

ZAHMETLERİ PAYLAŞMAK İNSANLAŞMAKTIR
Şevket Rado’nun aileye dair metinlerinde en çok öne çıkan temalardan biri, kadının aile içindeki yapıcı ve birleştirici rolüdür. Ona göre kadın, aile hayatının duygusal dengelerini sağlayan, sevgi ve anlayışla evi ayakta tutan kişidir. Ancak bu yalnızca kadının çabasıyla olmaz. Rado, aile hayatında iş bölümünü değil, gönül birliğini esas alır. Yine bir yazısında Batılı kadına değinir ve şöyle der: “Batılı kadın çalışır, evde de güler; çünkü onun evde de işe yardım eden bir eşi vardır.” Bu söz, aslında bugünün aile yapısı için hâlâ geçerliliğini koruyan önemli bir dengeyi işaret eder: Emeğin, yükün, sorumluluğun birlikte taşınması. Yine bir başka yazısında şu ifadeye yer verir: “Müşterek hayat, zahmetleri paylaşmaktır. Bu ne Doğululaşmak, ne Batılılaşmak; sadece insanlaşmaktır.” Aile hayatının bir iş bölümü değil, bir gönül birliği olduğuna dikkat çeker. Bugünün karmaşık aile ilişkileri içinde bu cümleler bize şunu hatırlatıyor: Birlikte yaşamak, birlikte emek vermekle mümkündür. Kadın ya da erkek fark etmeksizin, aileyi ayakta tutan şey, karşılıklı anlayış ve fedakârlıktır.

SON SÖZ: AİLE YEŞERDİKÇE TOPLUMA NEFES OLUR
Şevket Rado’nun Aile Sohbetleri yalnızca bir nostalji kitabı değil, aynı zamanda bir düşünme davetidir. Aileyi yüceltirken onu romantize etmiyor; sorunlarıyla, ağırlıklarıyla ve dönüşüm ihtiyaçlarıyla ele alıyor. Kitabın son sayfasındaki öneriyle bitirelim yazımızı: “Yaşlılıkta kitapsız kalırsanız, zamanınızı doldurmakta büyük güçlük çekersiniz.” Belki de bunu aile için de söyleyebiliriz. Gençken ilişki kurmayı öğrenmezsek, yaşlılıkta ilişkileri onaramayız. Aile, tıpkı bir kitap gibi; erken yaşta içine girilmesi gereken bir dünya. 2025’in “Aile Yılı” olması, takvimde bir ibareden fazlası olsun istiyorsak, Rado’nun da dediği gibi önce anlamaya, sonra konuşmaya ve nihayetinde paylaşmaya cesaret etmeliyiz. Aile dediğimiz şey, yeşerdikçe toplumun da nefes alabileceği bir orman olur.

Start typing and press Enter to search