Gazze’de Aile Olmak

Zamanın hızla akışı karşısında hayrete düştüğümüz, bireyselliğin giderek kutsandığı bir çağda yaşıyoruz. Özellikle son dönemde insanlar yakınlık yerine mesafeyi, sorumluluk yerine özgürlüğü, birlikte yaşlanmayı değil de anlık bağları tercih eder hale geldi. Neredeyse tüm çalışmalar Türkiye’nin, bu değişimin sonuçlarıyla açık bir biçimde yüzleşmeye başladığını gösteriyor. Nüfus yaşlanıyor, doğum oranları düşüyor ve elbette ki evlilik yaşı yükseliyor. Aile kurumuna dair tüm göstergeler, uzun vadede toplumsal yapının temel taşlarından birinin deyim yerindeyse sarsıldığını, rakamların birçok disipline göre endişe verici yerlere taşındığını işaret ediyor. İşte tam da bu nedenle, 2025 yılı “Aile Yılı” ilan edildi. Hükümet, bu kararla birlikte hem aile kurumunun toplumu ayakta tutan biricik yapı taşı olduğunu hatırlatmak hem de özellikle modern çağın yıkıcı yalnızlığına karşı bir sığınak olarak aileyi yeniden merkeze almayı amaçladı denebilir. Çünkü esasında bir toplumu ayakta tutan şey yalnızca ekonomik büyüme değil, birbirine tutunan insanlar ve aynı zamanda sağlam aile bağlarıdır. Ancak bu kararın bize düşündürdüğü bir başka şey daha var: Biz, tüm teşvik ve desteklerle aileyi nasıl koruyacağımızı tartışırken; dünyanın bir ucunda, örneğin Gazze’de, korunacak bir aile kalıp kalmadığını kim düşünecek? Evlerimizin içindeki huzuru konuştuğumuz bu dönemde, başkalarının evsiz, yuvasız, sessiz kalışına ne kadar kulak verebiliyoruz?
Aslında Gazze’de aile olmak, günlük hayatın en sıradan parçalarına bile erişememeye dönüşmüş durumda. Çocukların okula gitmesi, sofrada bir araya gelinmesi, akşamları güvenle uyunması gibi basit görünen rutinler, burada ulaşılması neredeyse imkânsız birer ayrıcalığa dönüşüyor. Çünkü savaş sadece cana değil, zamana, düzene ve güvene de zarar veriyor. Bir çocuğun gelişimi, bir ailenin gündeliği, bir mahallenin sesi kesiliyor. Bakıldığında aile, sadece birlikte yaşanan bir yapı değil; aynı zamanda korunması gereken de bir hafıza, bir hatıra alanı. Ancak Gazze’de bu hafıza her gün biraz daha siliniyor. 7 Ekim’den bu yana Gazze’de 1.410 aile tamamen yok oldu; yani bu ailelerin tüm fertleri hayatını kaybetti. 3.400’ü aşkın aile ise sadece bir kişiyi hayatta tutabildi. Bir evin yerini bir çadır alabiliyor, bir annenin sesini artık sirenler bastırıyor, bir babanın eli yalnızca enkaz kaldırmak için uzanabiliyor. Ailenin yaşamak için değil, varlığını sürdürebilmek için mücadele ettiği bir gerçeklik hâkim burada. 17 binden fazla çocuk, ailesinden bir ya da iki ebeveynini kaybederek yetim kaldı. Yani Gazze’de aile olmak; birinin adını sesle değil, duayla anmak, birlikte geçirilen zamanı hatıralardan ibaret yaşamak, çocukların büyümesini değil, kaybını belgeleyen fotoğraflarla dolu albümler taşımak anlamına geliyor.
Bu gerçeği en çarpıcı biçimde anlatan işlerden biri ise sanatçı Enes Hakan Tokyay’ın 3. Uluslararası Yeditepe Bienali kapsamında olan “Renamed” (Sadece İsimler Değişiyor) adlı yerleştirmesi. Sirkeci Garı’nda sergilenen bu eserde, Gazze’deki yokluğu yalnızca görmekle kalmıyor, adeta soluyoruz. Tokyay, bu işinde bir ev kurmuş gibi yapıyor ama aslında olmayan bir evi sergiliyor. Yıkık dökük bir odanın içinde bazı duvarlar eksik ve duvarlara yazılan sıralı isimler hayatını kaybedenlere ait, eşyalar dağınık, mekânda birçok şeyin bir bombardımandan arta kaldığı bir hâl hâkim. Çünkü Gazze’de artık dönebilecek bir ev, tutulacak bir kapı kolu, çocukların seslerini yankılatacak bir koridor kalmadı. Platon’un Mağara Alegorisi’nin çıkış noktası olduğunu söyleyen sanatçı aynı zamanda şöyle diyor: “Gazze’de insanlar sadece ölmüyor, yaşam alanları alabildiğine daralıyor, kalmıyor” Serginin isminden hareketle gerçekten de Gazze’de insanlar artık sadece hayatlarını değil, isimlerini, evlerini, mekânlarını da yeniden adlandırmak zorunda kalıyorlar. Tokyay’ın yerleştirmesi, izleyiciyi bir evin içine değil, onun yokluğuna sokuyor; sıcaklığını değil, soğukluğunu hissettiriyor. Çocukların duvarlara çizdiği resimlerin yerinde şimdi çatlaklar, çığlıkların yerinde ise sessizlik var. Renamed, sadece bir sanat eseri değil; sessizliğin, kaybın ve yıkımın mekâna dökülmüş, elle tutulur hâli. Bu eserin içinde yürürken, bir ailenin yaşadığı yerin değil, onun yok edilişinin izleriyle karşılaşıyoruz ve Filistin’deki kayıplara yalnızca rakamlarla değil, bir sanatçının inşa ettiği boşlukla bakıyor ve hissediyoruz.
Gazze’de aile olmak, yalnızca fiziksel bir varlık sürdürmekten çok daha derin bir anlam taşıyor. Aile, savaşın yıkıcı etkileriyle şekillenen bir hafıza, bir kimlik arayışı artık. Hayatta kalmak, sadece yaşamak değil, kayıpları, yoklukları, parçalanan bağları yeniden adlandırmak ve yeniden inşa etmek anlamına geliyor. Dünyada bir yerlerde “aile yılı” ilan edilirken, Gazze’de aile olmak, her gün bir daha hiç dönmeyecek bir ferde veda etmek ve geriye kalanla var olabilmek için savaşmaya, mücadele etmeye dönüşmüş durumda.

Start typing and press Enter to search