Suraiya Faroqhi ile Osmanlı Aile Yapısı Üzerine
Osmanlı İmparatorluğu’nun derinliklerine inen bu özel röportajda, dünyaca ünlü tarihçi Prof. Dr. Suraiya Faroqhi ile aile yapısının gizemlerini aralıyoruz. Dönemin toplumsal dokusunu, bireysel hikayeler üzerinden nasıl şekillendiğini ve günümüzle olan şaşırtıcı benzerliklerini keşfedeceksiniz.
Osmanlı’da herkes büyük ailelerle mi yaşıyordu?
Osmanlı denince akla genellikle büyük, kalabalık aileler gelir. Ancak Prof. Dr. Faroqhi, bu yaygın inanışın her zaman gerçeği yansıtmadığını çarpıcı örneklerle ortaya koyuyor. 17. yüzyıl Ankara evleri, çoğu zaman tek veya iki odadan ibaret, yani çekirdek aileler için ideal yaşam alanlarıydı. Elbette, Safranbolu’daki gibi görkemli konaklar geniş aileleri ağırlayabilirdi, ama bunlar istisnaydı. Anlaşılan o ki, Osmanlı’da da çekirdek aile yapısı oldukça yaygındı.
Bir bireyin hayat yolculuğu, aile yapısını da değiştirebiliyordu. Varlıklı bir evde büyükanne ve amcalarla büyüyen bir çocuk, ticaretle uğraşmaya başladığında kendi çekirdek ailesini kurabiliyordu. Bu dinamik değişimler, ailelerin sadece bir yapıdan ibaret olmadığını, yaşam koşullarına göre şekillenen canlı organizmalar olduğunu gösteriyor. Ne yazık ki, 19. yüzyıl öncesine ait bu tür kişisel bilgilere ulaşmak oldukça zor. Bu da tarihçileri, mevcut kırıntılardan büyük hipotezler inşa etmeye itiyor.
Aşk, çatışma ve aile bağları hakkında elimizde ne tür veriler var?
Arşivler, Osmanlı ailelerinin duygusal dünyasına dair sistematik kayıtlar sunmasa da, nadir bulunan istisnai belgeler, dönemin insanlarının aşklarını, bağlılıklarını ve çatışmalarını gözler önüne seriyor. Boşanmış bir çiftin kızlarının velayeti üzerine yaşadığı dram, annenin evladını korumak için gösterdiği fedakarlık, aile bağlarının nedenli güçlü olduğunu kanıtlıyor. Bu tür vakalar, dönemin hukuki ve toplumsal normlarına ışık tutuyor.
Bir başka dikkat çekici olay ise, ev işlerine bakan bir kölenin, sahibinin evine giren hırsızı takip edip öldürmesi. Bu olay, kölenin sadakatini ve evini koruma içgüdüsünü sergilerken, aynı zamanda dönemin kölelik kurumunun karmaşık yapısını ve aile içi ilişkilerin derinliğini de gözler önüne seriyor. Mahkeme kayıtları, bazen kişilerin karakterleri ve yaşadıkları sorunlar hakkında şaşırtıcı detaylar sunuyor. Eski karısını kaçıran bir adamın hikayesi, dönemin toplumsal normlarının dışına çıkan davranışları ve hukuki sonuçlarını gösteriyor. Bu acı hikayelerde genellikle kadınlar kurban olsa da, onların tepkileri ve sonrasındaki yaşamları hakkında bilgi bulmak oldukça zor.
Osmanlı kadınlarının boşanma ve hak arama konularındaki durumu nasıldı?
Osmanlı toplumunda kadınların hukuki hakları, özellikle boşanma ve miras konularında büyük önem taşıyordu. Hukuken boşanmış bir kadının mehir alması gerekse de, bu durum her zaman gerçekleşmiyordu. Kahire’deki kadınların evlilik sözleşmelerini mahkemeye kaydettirme geleneği, kadınların haklarını koruma çabalarının bir göstergesiydi. Bu sözleşmelerde, erkeğin evin dışında kalma süresi gibi detayların bile belirlenmesi, kadınların evlilik içinde kendi konumlarını güçlendirme arayışlarını ortaya koyuyor.
Boşanmalar, Osmanlı kentlerinde hiç de nadir değildi; hatta Çorum gibi küçük yerleşim yerlerinde bile boşanma oranları yüksekti. Kadınların kocalarına para ödeyerek boşanmayı satın alması gibi karmaşık durumlar da yaşanmıştır. Bu, kadınların kendi iradeleriyle evliliklerini sonlandırma yollarını aradıklarını gösteriyor. Özellikle 19. yüzyılın son çeyreğine ait kayıtlarda, boşanmaların ve yeniden evlenmelerin yaygın olduğu görülüyor.
Aile yapısı olarak bugün ile karşılaştırdığınızda neler söylersiniz?
Osmanlı dönemi aile yapılarını günümüzle karşılaştırmak, tamamen farklı sosyal bağlamlar nedeniyle pek anlamlı değil. O dönemde bir kadının eğitimi ve parası yoksa, boşanma büyük bir felaket olabiliyordu. Oysa günümüzde bu durum daha farklı ele alınıyor. Ancak her iki dönemde de aile hayatının bir piyango olduğu, mutlu bir aileye sahip olmanın şans gerektirdiği vurgulanıyor.
Osmanlı aile yapılarından öğrenilebilecek en önemli derslerden biri, terk edilen kadınların yaşadığı sıkıntılardır. Şafii mezhebinde terk edilen kadının belirli bir süre sonra boşanma hakkı varken, Hanefi mezhebinde bu durum mümkün değildi. Bu durum, kadınların hukuki açıdan farklı mezheplerin uygulamalarına göre farklı haklara sahip olduğunu gösteriyor. Kanuni döneminde bile, kaybolan kocalarını beklemek zorunda kalan kadınların durumu, dönemin toplumsal zorluklarını yansıtıyor.
Bazı olaylar dönemin çocuk yetiştirme pratikleri ve aile içi ilişkileri hakkında ipuçları veriyor. Ankara sicillerinden bir örnekte, varlıklı bir ailenin oğullarının bir tüccara çırak olarak verilmesi ve daha sonra köle olarak bulunması, dönemin çocuk işçiliği ve kölelik uygulamaları hakkında bilgi veriyor. Bu tür olaylar, dönemin toplumsal adaletsizliklerini ve ailelerin yaşadığı dramları gözler önüne seriyor.