FATİH’İN EBEDÎ SÂKİNLERİNDEN HÜSN-İ HATTIN DÂHÎ SANATKÂRI: HATTAT MUSTAFA RÂKIM EFENDİ
Artık sınırları çok fazla genişleyen İstanbul’un tarihî sur içine eskiden “Nefs-i İstanbul” adı verilmişti. “İstanbul” denilince sadece sur içinde kalan kısım anlaşılıyordu. Bunun yanında Pera denilen Haliç’in karşı kıyısında yer alan Beyoğlu tarafları, Üsküdar ve mânevî atmosferiyle Eyüpsultan da İstanbul’un mücâvir semtleri idi. Elbette Boğaziçi köylerinin farklı bir yeri vardı.
Sur içinde, Fatih semtinin İstanbul’un kalbi olarak her zaman önemli bir yeri olmuştur. İlim, sanat ve kültür âleminin önemli isimleri burada yaşamışlardır. Osmanlı hat sanatının ekol sahibi hattatı ve önemli ismi olan Mustafa Râkım Efendi de burada yaşamıştır. Mustafa Râkım Efendi’nin hat sanatında önemi; Celî Sülüs yazıda atılım yapması ve Padişah tuğralarını hat ve estetik olarak yeniden ele almasıdır. Sanat vadisinde yaptıkları “İnkılâb” kelimesiyle ifade edilmiştir.
Hayatı hakkında sınırlı bilgilere sahip olduğumuz Mustafa Râkım Efendi, bugün Ordu iline bağlı Ünye ilçesinde h. 1171/1758 yılında dünyaya geldi. Babası Mehmed Kaptan’dır. İlköğrenimini memleketinde tamamladıktan sonra, tahsilini ilerletmek maksadıyla İstanbul’a geldi. İstanbul’a kaç yaşında geldiği belli değildir. İstanbul’da ağabeyi Hattat İsmâil Zühdî (v. 1806)’nin himayesinde ilmî tahsiline başladı. Ayrıca sanata, bilhassa hüsn-i hat’ta karşı merak ve kâbiliyeti sebebiyle önce ağabeyi İsmâil Zühdî’den Sülüs ve Nesih yazılarını meşk ederek icâzetini h. 1183/1769’da on iki yaşında aldı. İcâzet aldığında kendisine “Râkım” mahlası verildi. Hattat III. Derviş Ali’den de yazı meşk etti. Bu arada ilmî tahsilini tamamlayarak, ilmiye icâzetnâmesini aldı. Mustafa Râkım Efendi, Hâfız ve Müderrislik unvanlarını imzalarında kullanmıştır.
Râkım Efendi’nin resme karşı da alâkası vardı. Yaptığı bir resim, reisü’l-küttâb Râtib Efendi vasıtasıyla III. Selim’e takdim edilince resim çok beğenildi ve padişahın resmini yapması emredildi. Resmi yapıp padişaha takdim ettiğinde, h. 1203/1789 tarihinde kendisine “Müderrislik” pâyesi verildi.
Mustafa Râkım Efendi, Râtib Efendi’ye intisabı dolayısıyla devlet ileri gelenleriyle münasebet kurdu. Yazıcı Mehmed Münîf Efendi ve Reisü’l-Küttâb Reşîd Efendi, münasebet kurduğu kişilerdendir. Yazıcı Mehmed Münîf Efendi vasıtasıyla Padişah III. Selim ile tanışır. İlk resmî görevini de bu vesile ile otuz yaşında müderris olarak alır.
Bu arada kendisine Sikke-i hümâyûn ressamlığı ve tuğra tanzimi görevi verildi. 1224/1809’da İzmir mevleviyeti, 1229/1814’te Edirne pâyesi, 1231/1816’da Mekke pâyesi, 1233/1818’de İstanbul pâyesi, 1235/1820’de Anadolu pâyesi verildi ve nihayet 1238/1822’de Anadolu sadâretine atandı.
Kendisi saraya intisabı dolayısıyla çok rahat bir hayat geçirmiştir. Özellikle Sultan II. Mahmud devrinde epey rağbet gören Râkım Efendi, devamlı saraya davet edilir; Padişah kendisi ile yazı meşk ederdi. Saray’dan ayrılırken de kendisine, bohçalar içinde kumaşlar ve altınlar ihsan olunurdu. Sultan II. Mahmud, Râkım Efendi’yi bir saraylısı, Emine Hanım ile evlendirmiş, fakat çocukları olmamıştır.
Bugün bir vefa örneği olarak, Fatih Karagümrük’te türbesinin bulunduğu mahalle yakın bir yerdeki okulunun adı “Hattat Râkım Ortaokulu”, türbesinin bulunduğu sokağın adı da “Hattat Râkım Sokağı” dır.
Mustafa Râkım’ın Celî Sülüs’te yaptığı değişim şu üç başlıkta toplanabilir:
1- Celî sülüs harflerin bünyesini ıslâh etmiştir.
2- Celî sülüste harf kalınlığı ile kalem kalınlığı arasındaki ideal ölçüyü yakalamıştır.
3- Celî sülüsün istifinde olağanüstü başarı sağlamıştır.
Mustafa Râkım’a gelinceye kadar hattatlar, Celî Sülüs harflerinde, yapı olarak tenâsübü bir türlü sağlayamamışlardır. Aynı harfin yazımında bile standart tutturulamamış, yazı sadece kalın yazılabilmiştir. Fatih devrine kadar Celî Sülüs, mimarîde bir süs unsuru olarak görüldüğü için başlı başına ele alınmamış, bu sebeple de Celî Sülüs’te gerek harf yapısı gerek istif yönünden Aklâm-ı Sitte derecesinde başarı sağlanamamıştır.
Râkım’ın olgunluk dönemi eserlerinden, h. 1234/1819 tarihli Fatih Nakşıdil Türbesi yazıları özellikle Nakşıdil İmaret çeşmesi üzerinde bulunan Celî Sülüs müsennâ âyet, harflerin onun elinde nasıl sanat eserine dönüştüğünün delîlidir. Râkım, istiflerinde tezyînî işaretleri çok fazla kullanmamıştır; Râkım yazıları, harf gövdeleri ile ön plândadır. Ancak harflerin tenâsübünü sağladıktan sonra sınırlı miktarda, yazıyı boğmayacak şekilde, hareke ve tezyinî işâretleri kullanmıştır. Şu bir gerçektir ki, Osmanlı’da istif, Râkım’la gelişme yoluna girmiştir.
Râkım, Celî Sülüs’te evvela harflerin bünyelerini ıslâh ederek, harf kalınlığı ile kalem kalınlığı arasındaki uyumu bulmuştur. Râkım harflerinde, kalem hareketlerinin hakkını, güzelliğini ve canlılığını görmek mümkündür. Râkım, harfleri istif içerisinde en güzel şekilde kullanmış, onları teşrifata uygun olarak dengeli bir şekilde dağıtmıştır.
Mustafa Râkım Efendi’nin bugün Fatih, Eyüpsultan ve Tophane Nusretiye Camii’nde bulunan ve hat sanatının klasikleri arasında yer alan eserleri meraklılarınca her dâim ziyaret edilmektedir. Müze ve özel koleksiyonlarda bulunan yazıları da aynı ilgi ile takip edilmektedir. Râkım Efendi, vefat yılı olan 19. asırdan günümüze ışık saçmaya devam etmektedir.
1230/1815-1234/1819 yılları Mustafa Râkım’ın sanatta olgunluk dönemidir; en güzel eserlerini bu tarihler arasında vermiştir. 1234/1819 tarihi, Râkım’ın harf ve terkip mükemmeliyetinin zirvede olduğu tarihtir. Bu tarihte yazdığı Fatih Nakşıdil Türbesi yazıları ile Eyüpsultan, Çelebi Mustafa Reşîd Efendi mezar taşı kitâbesi yazıları, olgunluk döneminin en önemli eserleridir. Gerek Fatih Nakşıdil Türbesi Celî Sülüs yazıları gerek Eyüp Sultan Türbesi Hazîre’ndeki Çelebi Mustafa Reşid Efendi için yazdığı mezar taşı kitâbesi, harflerin tenâsübü ve istif mükemmeliyeti bakımından, hattatların ziyaretgâhı olmuştur. Bugün bu mezar taşı sağlam ve varaklanmış hâliyle ışıl ışıl parıldamakta ve önünden geçenleri selâmlamaktadır!..
Râkım’ın Fatih, Nakşıdil Sultan Türbesi Hazîresi Karadeniz ve Akdeniz yönü kapıları üzerinde bulunan mermere mahkûk Celî Sülüs kitâbeleri bulundukları yere mimarî ile uyumlu bir şekilde anlam katmaktadır. Burada başınızı nereye çevirseniz Hattat Râkım’ın azametli yazıları ile karşılaşırsınız. Râkım’ın Nakşıdil Türbesi için yazdığı kuşağın kalem ağzı genişliği 3 cm’dir. Kuşağın eni 70 cm uzunluğu ise 43 metreyi bulmaktadır. Râkım Efendi’nin vefat yılında 1241/1826’da yazdığı Nusretiye Camii kuşak yazısı ise 60 cm eninde 41 metre uzunluğundadır. Nusretiye Camii kuşak yazısında, “Mihrab Sofası” tabir edilen yerde yukarı çıkarken “Deve Boynu” olarak vasıflandırılan bir nükte yapılmıştır ki, Râkım’ın sanat vâdisinde dehâsına işâret etmektedir. Nakşıdil Türbesi Sebîli, Nusretiye Camii giriş kapısı üzeri Celî Talik kitâbesi, Muvakkithâne ve Sebîli’nin Celî Talik kitâbeleri ise Hattat Yesârîzâde Mustafa İzzet Efendi (v. 1849) tarafından yazılmıştır.
Nakşıdil Türbesi hazîresinde bulunan mezar taşı kitâbeleri de taş işçiliği ve hat sanatı bakımından önemlidir. Bu hazîrede Hakkâkzâde Mustafa Hilmi ve Bakkal Ahmed Ârif Efendi imzalı mezar taşı yanında Mustafa Râkım imzalı bir mezar taşı da görülmeye değer niteliktedir!.. Bu mezar taşının iki yüzünde de yazı bulunmaktadır. Mezar taşının ön yüzünde h. 1237 tarihinin altında “Râkımu’l-hurûf Mustafa el-Ma’rûf” şeklinde imza bulunmaktadır. Bu mezar taşının Celî Sülüs hattı son derece zarîftir. Bu hazirenin mezar taşları, başlıkları bakımından önemli örnekleri barındırmaktadır.
Râkım’ın Celî Sülüs istiflerinde, harfler gövde ve duruşlarıyla ön plandadır. Sanat hayatının ilk yıllarında, harekeyi seyrek bir şekilde kullanmıştır. Râkım’ın başlangıçta harekelerinde bir üslûb yoktur. Râkım’ın harekelerdeki estetik gelişimi, Celî Sülüs’teki gelişimine ayak uyduramamıştır. H. 1230/1815’ten sonra artık, Râkım yazılarında harekeler, harf gövdeleri yanında kendilerini göstermeye başlar, ama harf gövdeleri yine de hareke ve tezyinî işaretlere baskındırlar. Râkım, istifte teşrîfata riâyet ettiği için harekeleri de yerli yerinde kullanmış, harekelerin teşrîfatına da riâyet etmiştir. Mustafa Râkım Efendi’nin sanatının olgunluk döneminin en önemli eseri Nakşıdil Türbesi kuşak yazısı ve hazirenin çeşitli yerlerinde bulunan kitâbelerdir.
Mustafa Râkım Efendi’nin, yazı alanında yaptığı bir diğer gelişme, padişah tuğralarını, hat ve şekil yönünden ıslah etmesidir. Râkım’ın padişah tuğralarındaki gelişimi, Celî Sülüs’teki gelişimi ile paralellik arz eder. Bu bakımdan, h. 1230/1815 tarihinden sonraki tuğraları olgunluğun zirvesindedir. Tuğra’da önce yazıyı ıslah etmiş, kürsü kısmını alt taraftan yuvarlak bir şekle sokmuş, istifi yeniden düzenlemiştir. Beyzeleri germiş, sol taraftan hafif yukarıya kaldırmıştır, tuğ ve zülfeyi de genel görünüm ile uyumlu bir hâle getirmiştir. Râkım Efendi’nin Topkapı Sarayı Bâb-ı Hümâyûn ve Babu’s-Selâm üzerinde bulunan Sultan II. Mahmud tuğraları mükemmeldir.
Râkım’ın sanat hayatı bütünüyle değerlendirildiğinde, daima yeniliğe açık ve cesur bir sanatkâr olduğu görülür. Her yazısında farklı bir nükte denemesine girişmiş, bunda da başarılı olmuştur. Eyüpsultan’da Mihrişah Vâlide Sultan Türbesi için hazırladığı Hilye-i Şerîfe’nin tâc kısmında ve hilye metni etrafında, kuşakta kullandığı harf tetâbukları, onun daha sanat hayatının başlangıcında yenilik arayışlarını gösterir. Bu Hilye-i Şerîfe bugün İstanbul, Türk ve İslâm Eserleri Müzesi koleksiyonunda bulunmaktadır.
Mustafa Râkım Efendi’nin Anadolu yakasında Karacaahmed Mezarlığı’nın bir köşesinde Miskinler Tekkesi mevkiinde Miskinler Tekkesi Çeşmesi’nin Celî Talik kitâbesi de bütün asâleti ile ışıldamaktadır. Aslında Celî Sülüs üstadı olan Râkım Efendi bu kitâbede Celî Talik yazının da hakkını vermiştir. Aslında çeşmenin yanı başında Miskinler Tekkesi de bulunmaktaydı. Bugün yerinde olmayan tekkenin yine Mustafa Râkım tarafından yazılan Celî Talik kitâbesi, bugün Türk ve İslâm Eserleri Müzesi’nde bulunmaktadır.
Üsküdar İhsaniye’de Neyzenbaşı Halil Can Sokağı’nda bulunan bir çeşme kitâbesi de imzası olmasa da yazı üslûbundan Râkım’a izâfe edilmektedir. Bu yazı mektep olmuş ve daha sonra gelen hattatlar tarafından da taklîden çokça yazılmıştır. Bu kitâbede, “Biz her şeyi sudan meydana getirdik” anlamındaki, Enbiyâ Suresi 30. âyeti yazılıdır.
Hayatının sonlarına doğru felç geçiren Mustafa Râkım Efendi, 15 Şaban 1241 (25 Mart 1826) cumartesi günü vefat etmiştir. Vasiyeti üzerine Karagümrük, Atik Ali Paşa Camii yanındaki arsaya defnedilmiştir. Sonradan mezarının üzerine hanımı Emine Hanım tarafından bir türbe ve yanına da medrese inşa olunmuştur. Böylece Hattat Mustafa Rakım Efendi ebedî “Fatihli” olmuştur. Râkım türbesine daha sonra talebesi ve azatlı kölesi Hattat Mehmed Hâşim Efendi de defnedilmiştir. Râkım Efendi’nin mezarı sanduka, Mehmed Hâşim Efendi’ninki ise üstü açık mermer lahit şeklindedir. Biblo gibi bir yapısı olan türbenin dışarıya bakan kısmın üst tarafında, Celî Sülüs hattı ile şu ibâre bulunmaktadır: “Rahimehullahu teâlâ, Sâbıkan Sadr-ı Anadolu ve Hâzin-i kelâmu’r-Rabbânî olan Hattat Mustafa Râkım Efendi rûhîçun fâtiha”. Bu türbe kitâbesinin dikkat çeken yönü, kitâbe sonunda, Râkım imzasının ve h. 1241 tarihinin bulunmasıdır. Kitâbeyi Mustafa Râkım’ın, vefatından önce yazdığı, ketebesini de kendisinin koyduğunu iddia edenler yanında; yazı ve ketebenin, talebesi Hâşim Efendi’ye ait olduğunu ileri sürenler vardır. Netice olarak türbe kitâbesini Râkım’ın talebesi Hâşim Efendi’nin, Râkım’ın çeşitli yazı kalıplarından derleme suretiyle tertip etmiş olabileceği ileri sürülebilir.