Yeditepe Bienali:BİR DÜNYA KENTİNDE GÜZELLİĞİ VE AŞKI (YENİDEN) ARAMAK
Julian Stallabrass’ın deyişiyle “Bienal, dünya kenti olduğunu iddia eden bir kentin, sahip olması gereken özelliklerden biridir.” Her ne kadar kelime anlamı olarak bir zaman birimine, “iki yılda bir” gerçekleşmeye atıf yapıyor olsa da, Arthur Danto’nun ifadesini tercih edersek, etkinlik içeriği itibariyle her şeyden önce “ulusötesi bir ütopyanın bir anlık görünümü”nü temsil eder.
Bu yıl üçüncüsü düzenlenen Yeditepe Bienali ise bir dünya kenti olan İstanbul’da yerelden küresele doğru klasik sanatların izini sürerken, dünyanın her köşesinden geleneksel sanatları icra eden çağdaş sanatçıların eserlerini bir/araya getiriyor. Bilindiği gibi, müzeler karar bulmuş hâliyle sanatı ifade ediyorsa, bienaller oluşum hâlinde sanatın mekânlarıdırlar; küratöryel bakış açısıyla bir araya getirilen eserler, güncel sanatın yeni yeteneklerini ve yeni fikirlerini keşfetmemizi sağlar. İşte geleneksel Türk İslam sanatlarını merkeze alan Yeditepe Bienali “bir ulusötesi sanatsal ütopya” olarak tam da bunu yapıyor: günden güne dairesini genişleterek ve çeşitlendirerek, ilke ve çeşitleme süreciyle ilerleyen geleneksel sanatların nabzını tutmaya çalışıyor.
Peki bienal neyi amaçlıyor? Şöyle özetleyebiliriz: “Asıl sanat eserinin, eserin deneyimlenmesinde gerçekleştiği”ne olan inançla, eserlerin yerleştirilmesi ile anlamlandırılması arasındaki ilişkiyi gözeterek mekânları bir deneyim mekânı olarak kurguluyor. Bu bağlamda sergi mekânlarında klasik sanatsal düşüncenin ve enerjinin yoğunlaştığı en güncel (current) ortamı oluşturuluyor. Güzelliğe ve Aşk’a adanmış klasik sanatlarımızı, sanatçının mahrem alanından kamusal alana taşırken, bizi birbirimize bağlayan “aşk, güzellik, zerafet, vefa, sadakat” gibi en temel insani duyguları estetik algılarla yeniden keşfediliyor. Bu anlamda bir hat tablosunun konu olarak seçtiği bir ayetin anlamını düşünürken, Divani’deki akışa, Sülüs’teki kararlılığa, Müsenna’daki simetriye, Makili’deki mimariye hayret ederken “iyi’siz güzellik” olabilir mi diye soruluyor; ya da adeta yaratılışın kaynaklarından akıp gelen ebruların kalbin değişimlerine tekabül eden dalgalanışlarına bakarken, tezhiplerin altın çiçeklerini ve minyatürlerin yeşil göklerini seyrederken “sevgisiz bilgi” olabilir mi diye soruyor, ruh zembereğini yeniden kurduruyor.
Bu seneki bienalde de yine mekânlar oldukça dikkat çekici. Organizasyon, Sirkeci Garı, Nuruosmaniye Camii mahzeni ile Yedikule Hisarı’nı mekân tutuyor ve bu mekânlarda levhalardan dijital işlere, VR’dan enstelasyona farklı ‘medium’lar içerisinde güncel eserleri sunuyor. Bu eserlerin art-alanında yer alan bin dört yüz yıllık hat, tezhip ve minyatür geleneği dengeli karakterlerine güncel dokunuşlardan gelen değişimleri dahil ediyor, böylece gelenek sürekli bir zenginleşme ve her daim bir ayarlanma süreci içerisinde ‘canlılık’ (vitalite) kazanıyor. Her eserde klasik formasyonun içinde yaşanan yeni bir macerayı, alınan bir riski hissederken, kadim çizgilerin ışığında her zaman bir şaşırtma ögesi, özgün bir deha vuruşu kendini gösteriyor.
“Gölge varsa, ışık da var” temasıyla hayata geçirilen Yeditepe Bienali, geleneğe yaslanan sanatçıların, gölge ve ışık üzerine düşünüşlerini, gölgeden ışığa doğru ilerleyen içsel yolculuklarını konu ediniyor. Bu sayede sanatseverler ışık ve gölge teması üzerinden Türk-İslam sanatlarına dair bir keşfe çıkacak. Küratörler Fatih Ömeroğlu ve Furkan Türkyılmaz ile hem bu temayı hem de bienalin düşündürdüklerini konuştuk.
KUTU————
SANATLA ARACISIZ BİR BULUŞMA
Fatih Ömeroğlu – Küratör
Bianeller neden yapılmalı?
En önemlisi birçok sanatçı kendini ifade etme olanağı buluyor. Bugünün dünyasında galerilerde ve koleksiyonlarda kendine yer bulmakta zorlanan pek çok yetenekli sanatçı var. Bu sanatçılar kendilerine bir alan açmak zorunda yoksa siparişle iş yapan, dertlerini öteleyen birer zanaatkâra dönüşebilme tehlikesiyle karşı karşıya kalabiliyorlar. İşte tam burada bienaller ve benzeri oluşumlar sanatçıların can simidi oluyor. Sanatçıyı koleksiyonerler ve sanat severlerle aracısız buluşturabiliyor. Yeditepe Bianeli de bu anlamda büyük bir açığı kapatıyor.
Konsepti nasıl oluşturdunuz?
Konsepti oluştururken ışık ilk kavramımızdı. Sonra bunu ışık kaynağının kuvveti ve açısıyla meydana gelen gölge, gölgenin düştüğü mekân ve sonrasında zamanın ve mekânın birleşimiyle oluşan vakit kavramı olarak belirleyip başladığımız yola devam ettik.
Tabii ki, güneş ışığı yeryüzüne doğrudan geliyordu ve güneş ışığıyla namaz vakitleri belirleniyordu. Ay ise aldığı güneş ışığını yeryüzüne dolaylı iletiyordu ki bu da ramazan ve hac vakitlerini belirliyordu, bunlar külli iradenin konusuydu ve dinî pratikler bunlarla belirleniyordu. Enteresandır İslam’ın 5 temel şartının 3’ü ışıkla alakalıydı. Bir de yapay ışık kaynakları vardı. Cüzi iradenin konu aldığı bu ışık kaynakları içerisinde ateşten, elektriğe kadar çok sayıda değişken vardı. Bu değişkenleri de görmezden gelmedik.
Bunu Türk İslam sanatlarıyla nasıl bağdaştırdınız?
Önümüzdeki ilk engel boyut kavramıydı. Yani yüzlerce yıldır gölge kullanılmayan bir disiplinde gölge başlığı altında bir bienal hazırlamak cesaret işiydi. Nasıl bağdaştırdık sorusuna gelince; Türk İslam sanatında ışığın dolayısıyla gölgenin kullanılmaması, birden fazla etkenin birleşimiyle açıklanabiliyordu. Dinî inançlar, yasaklar, estetik tercihler, teknik sınırlamalar ve kültürel etkiler bunların başlıca nedenleriydi.
Klasik sanat anlayışımızın temelinde kitap sanatları yattığı için tezhibinden, minyatürüne üç boyuta yani ışık ve gölgeye yer verilmemişti. Fakat Kuran-ı Kerim’de geçen ışık(nur), güneş ve ay ile ayetlerin hat sanatı ile çokça kez yazıldığını görürsünüz. Bunlar boyutsuz yazılardır. Bu bizim için engeldi. Bunun dışında kalan karagöz oyunu, mahya ışıkları ve benzerleri bizim yol göstericilerimiz oldu. Önceki soruda yer vermiştim cüzi irade yani kulun hareket imkânı da bizim yol göstericimiz oldu. Sonrası kolay oldu. İsterseniz tek tek anlatayım.
Birkaç örnek yeterli olacaktır. Böylelikle Sirkeci hangarlarına gelmeden fikir sahibi olabiliriz.
Şimdi bienalin Sirkeci ayağını “Vakti Geldi Mi?” alt başlığıyla hazırladık. Burada birinci kaynağımız güneş ışığı bu kaynağın belirlediği namaz ibadeti, oruç ibadeti İslam’ın şartlarından. Bir de bunların alt başlıkları var. Örneğin; ezan, örneğin; mahya bunları sanatçılarımız çok iyi yorumladı. Ay ışığı diğer bir kaynağımızdı bildiğiniz gibi ay takvimi hac ibadetinin vaktini belirliyordu ayrıca edebiyatımızda sıkça geçen ay yüzlü kadınlarımızı unutmadık. Yine edebiyattan örnek vermek gerekirse ışığa pervane olmak deyiminden yola çıkarak bir enstalasyon tasarladık. E tabi karagözü de unutmamak gerek. Ona da yer verdik. Ayrıca geleneksel sanatlarımızdan yola çıkarak sanatçılarımız bütün marifetlerini sergiledi. Sözün özü; sanatçılarımız hat sanatından mahyacılığa, tezhip motiflerinden kuantum fiziğine, prizmada kırılan ışıklardan filozof deyişlerine kadar o kadar çok ve çeşitli başlık altında konuyu değerlendirdik ki böyle bir ekiple çalışmaktan çok zevk aldım.
Bu kadar çeşitli konuyu aynı başlık altında nasıl bir araya getirdiniz?
Konsept çalışmasının olmazsa olmazıdır. Birlik içindeki çokluk. Eğer çokluk birlik içinde olmazsa kalabalık olur. Eğer hepsi aynı amaca hizmet etmezse aynı derdi paylaşmazsa aynı soruyu soramaz dolayısıyla cevap alınmaz. Benim bu bienaldeki amacım farklı disiplinlerdeki sanatçıların hepsinin bir potada erimesini sağlamaktı. Bilirsiniz bir kaide vardır; alaşımlarda amaç alaşanlardan üstün olmaktır.
KUTU————–
DENEYİME YÖNELİK YERLEŞTİRMELER
Furkan Türkyılmaz – Küratör
“Işık ve Gölge” teması bienal kapsamında nasıl bir sanatsal ve kültürel anlatı oluşturmayı hedefliyor? Bu temanın seçilmesinde hangi fikir veya hikâyeler etkili oldu?
Bilindiği üzere Yeditepe Bienali İstanbul’un en gözde tarihî mekânlarında gerçekleştiriliyor. Nuruosmaniye Camii’ne baktığımızda geleneksel sanatlardan birçok eser mimari yapıda da içkin olarak bulunduğunu görüyoruz. Yapılan enstelasyon çalışmaları da tarihî mekânların ve onların taşıdıkları anlamlar ile tema üzerinde ilişki kurmayı kendine dert ediniyor. Mekânların ışık ve gölge açısından potansiyellerini kullanmaya ve en doğal hâliyle bir anlatı ortaya koymaya çalıştık.
Sanatçı seçimlerinde “Işık ve Gölge” temasına olan yaklaşımlar ne kadar etkili oldu? Katılımcı sanatçılar bu temayı nasıl yorumladı?
Elbette her sanatçının yaklaşımı üretim yapmış olduğu alana göre farklılık gösteriyor. Bununla birlikte başvuru yapan her sanatçı ışık ve gölge temasını doğal olarak yeterince içselleştiremiyor ve bu durum başvurulardan okunabiliyor. Başvurulardan eserler seçilirken temayı içselleştirip eserine bunu yansıtabilenler elbette daha çok öne çıkmış oldular. Bununla birlikte ışık ve gölgeyi kullanan çeşitli sanatçılar da davet üzerine Yeditepe Bienali’nde yer alıyorlar.
Bienal mekânları, eserlerin temayla ilişkisini ve deneyimlenmesini nasıl etkiliyor? Mekânların temayı yansıtması için özel düzenlemeler yapıldı mı?
Bu soruya küratörlüğünü üstlendiğim Nuruosmaniye Cami Mahzen’i için cevap vermem daha doğru olacaktır. Yer/mekân meselesi Nuruosmaniye’de özellikle dert edildi. Çok güçlü ve içerisine gireni kuşatan ve etkisi altına alan bir mekânda yerleştirmeler yapılıyor. Bu nedenle çoğu durumda mekânın daha çok ön planda kalma ihtimali söz konusu oluyor. Biz de en baştan sanatçılar ile mekânı ve imkânlarını nasıl en iyi şekilde yorumlarız, bütüncül bir tavrı nasıl gösterebiliriz diye bir araya geldik. En nihayetinde mahzenle bir bütün oluşturan ve daha çok deneyime yönelik yerleştirmelerin ortaya çıktığını söyleyebiliriz.
Mekânın temayı yansıtması için de çeşitli müdahalelerimiz oldu. Örnek vermek gerekirse bilgi panolarının tasarımları, mekânda bakışı ışığa doğru yönlendirici bazı ekler, üzerinde ışık ve gölge oyunlarının oluştuğu bir takım yüzeyler oluşturuldu.