İstanbul: Kuşatmalar ve Fetih
PROF. DR. FAHAMEDDİN BAŞAR
Tarih Araştırmacısı
Asya ile Avrupa’yı, Karadeniz ile Akdeniz’i birbirine bağlayan İstanbul (Byzantion), kurulduğu tarihten itibaren sahip olduğu tabii güzellikleri yanında jeopolitik önemi dolayısıyla ele geçirilmek için birçok defa kuşatılmıştır. MÖ 340’da Makedonyalı II. Philippos’un kuşatması başarısızlıkla sonuçlanmış ama şehir muhtemelen oğlu İskender’e teslim olmuştur. Daha sonra bağımsızlığını elde eden şehir Roma İmparatoru Septimus’un iki yıl süren ablukası neticesinde Romalıların eline geçmiştir (MS 395). Roma döneminde sürekli gelişen kent, tarihin her döneminde bir cazibe merkezi olmuştur. 330’da Roma İmparatorluğu’nun, imparatorluğun ikiye ayrılmasından sonra ise Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu’nun merkezi olan ve İmparator I. Konstantinos tarafından adeta yeniden kurulan İstanbul (Konstantinopolis), bütün Ortaçağ boyunca Hunlar, Avarlar, Sasanîler (İranlılar), Araplar, Bulgarlar, Sırplar, Ruslar, Macarlar ve Osmanlılar tarafından defalarca kuşatılmış, ancak kara ve deniz tarafından müstahkem surlara sahip olması ve müdafilerinin şehri iyi savunması dolayısıyla ele geçirilememiştir. Nitekim rahmetli Semavi Eyice’nin ifadesiyle “Ortaçağın en güçlü savunma hattı olan İstanbul surları” bütün bu tehditlere karşı şehri her defasında korumuştur.
Şehirlerin Sultanı olarak kabul edilen İstanbul, ilk büyük kuşatmasını Avar Türkleri zamanında yaşamıştır. Sasanîlerle anlaşan Avarlar 626 yılı yaz mevsiminde surlar önüne gelerek şehri karadan ve denizden kuşatmış, ancak Avar ordusunda erzak yetersizliğinin başlaması üzerine kuşatma kaldırılmıştır. Aynı yüzyılda İslâm Devleti kurulmuş, İran’ı ele geçirip Sasanî Devleti’ne son veren Müslümanlar, sınırlarını Bizans aleyhine de genişletmeye başlamış; Suriye, Filistin, Mısır ve Kuzey Afrika’yı fethetmişlerdi. Bu fetih hareketleri sırasında Anadolu içlerine kadar ilerlemiş olan İslam ordularının hedefi Bizans İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis (Kostantiniyye) idi. Zira bu şehrin fethi Hz. Peygamber’in “Kostantiniyye muhakkak fethedilecektir. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir” mealindeki sözleriyle müjdelenmiş, bu müjdeye nail olmak isteyen Müslüman Araplar İstanbul’a yönelik üçü Emeviler ve biri Abbasiler döneminde olmak üzere dört sefer düzenlemişlerdir.
Müslüman Arapların ilk İstanbul kuşatması Muaviye (661-781) zamanında gerçekleşmiştir. 668’de Fedale b. Ubeyd kumandasındaki ordu İstanbul üzerine gönderilmiş, ardından Süfyan b. Avf idaresinde daha büyük bir ordu sevk edilmişti. Ertesi yıl oğlu Yezid’in de bu sefere katılmasını isteyen Muaviye’nin amacı İstanbul’u fethetmekti. 669 yılı bahar mevsimi boyunca devam eden bu ilk kuşatma İstanbul surlarının yüksek ve müstahkem oluşu yanında erzakın bitmesi, ordu içinde hastalık ve açlık başlaması gibi sebeplerle kaldırılmıştı. Müslümanların bu ilk İstanbul kuşatması sırasında çok sayıda şehit verilmiş, ilerlemiş yaşına rağmen kuşatmaya katılan sahabeden Ebu Eyyub el-Ensari de kuşatma sırasında hastalanmış ve surlar önünde vefat etmişti. Emeviler zamanındaki ikinci kuşatma da yine Muaviye döneminde gerçekleşmiştir. Müslümanlar bu kuşatma öncesinde Kıbrıs, Rodos ve Sakız adalarından sonra Marmara Denizi’nin güney kıyısındaki Kapıdağ Yarımadası’nı da fethetmişlerdi. Kış mevsimini burada geçiren İslâm orduları 674 yılının ilkbaharında surlar önüne gelerek şehri ikinci defa kuşatmaya başladılar. Daha çok deniz savaşlarıyla geçen ve 678 yılına kadar dört yıl boyunca devam eden bu kuşatma sırasında Müslümanlar, kış mevsimini Kapıdağ Yarımadası’nda geçiriyor, baharda surlar önüne gelerek kuşatmaya devam ediyorlardı. Ancak uzun süren bu kuşatmadan da sonuç alınamamıştı. Kuşatmayı kaldırıp ülkelerine dönen İslam ordularının başarısızlığında, surların sağlamlığı yanında özellikle Bizans’ın sahip olduğu “Rum ateşi” çok etkili olmuştu. Emevilerin üçüncü kuşatması ise Süleyman b. Abdülmelik (715-717) zamanında gerçekleşmiştir. Halife, kardeşi Mesleme kumandasındaki orduyu İstanbul üzerine sevk etmiş ve şehri fethetmeden dönmemesini istemişti. Ancak 717 yılı Ağustos’unda surlar önüne gelen Mesleme’nin aralıklarla bir yıl boyunca devam eden bu kuşatması da, kış mevsiminin çok sert geçmesi, fırtına sebebiyle gemilerin kayalara çarparak parçalanması, erzak gemilerinin yakılması, orduda kıtlık ve açlığın başlaması gibi olumsuz sebeplerle sonuçsuz kalmıştır.
Emevilerden sonra iktidara gelen Abbasiler zamanında ise Müslümanlar İstanbul’a yalnızca bir sefer gerçekleştirmişlerdir. Halife Mehdi-Billah’ın oğlu Harun kumandasında gönderdiği bu ordu Üsküdar’a kadar ulaşmış (782) ise de, burada Bizans’tan gelen barış teklifi kabul edilerek geri dönülmüş; böylece Müslüman Arapların İstanbul’u fethetmek için giriştiği bu seferden de sonuç alınamamıştır.
İstanbul, Avrupa Hun Devleti’nin zayıflaması üzerine Karadeniz’in kuzeyindeki bölgelerde siyasi birliklerini kurmaya başlayan Bulgar Türkleri tarafından da kuşatılmış, ancak Tuna Bulgar Devleti hükümdarları Kurum Han (803-814), Omurtag (814-831) ve Malamir Han (831-836) dönemlerinde yapılan kuşatmalar sonuçsuz kalmıştı. İstanbul, dokuzuncu ve onuncu yüzyıllarda Rusların ve sonra Macarların gerçekleştirdiği kuşatmalardan da surları sayesinde kurtulmuştu. Bu şehir, Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’yu fethederek bu toprakları yurt edinen Selçuklu Türklerinin de hedefi olmuştu. İznik’i fethederek burada devletlerini kuran Türkiye Selçukluları sınırlarını Marmara, Karadeniz ve Akdeniz yönünde genişletmeye başlamış, kısa süre içinde Kadıköy ve Üsküdar sahillerine kadar ilerlemiş ve Bizans ile anlaşma yapmışlardı. Bu dönemde doğrudan İstanbul’a yönelik seferler İzmir Türk Beyi Çaka Bey ile Balkanlar’da bulunan Peçenekler tarafından gerçekleştirilmiştir. Ancak İstanbul’u alıp Bizans’ı yıkmak ve onun yerine büyük devlet kurmak için planlar yaparak Peçeneklerle anlaşmış olan Çaka Bey de başarılı olamamıştır. Bununla birlikte Bizans’ın Anadolu’daki topraklarının büyük bir kısmına sahip olan Selçukluların İstanbul üzerindeki baskısı devam etmişse de 1095’te başlayan Haçlı Seferleri Türklerin Sakarya havzasından Orta Anadolu’ya çekilmesine sebep olmuş, böylece İstanbul üzerindeki Türk tehdidi sona ermişti. Ancak Dördüncü Haçlı Seferi orduları, 1204 yılı baharında Bizans’ın müttefiki olarak İstanbul limanına geldikleri sırada ani bir baskınla İstanbul’u ele geçirmişler ve burada 57 yıl sürecek olan Latin Devleti’ni kurmuşlardı. Bizanslılar İznik’e çekilmiş ve Latinlerle yaptıkları mücadeleler sonunda İstanbul’a yeniden sahip olmuşlardı. 1261’de yeniden Bizans’ın başkenti olan İstanbul, Latin hâkimiyeti döneminde bütün zenginliklerini ve nüfuzunu kaybetmiş, sonraki süreçte bir daha eski gücüne ulaşamadığı gibi bu sefer doğu sınırlarındaki Selçukluların yerini almış olan Osmanlıların tehdidi altına girmişti. Eskişehir-Bilecik arasındaki bölgede kurulmuş olan Osmanlı Beyliği, askerî başarılarının yanı sıra bulundukları yerin stratejik ve jeopolitik özelliklerini de çok iyi değerlendirerek ilk andan itibaren Bizans aleyhine genişlemeye başlamış ve böylece asıl hedefin İstanbul olduğunu göstermişlerdi.
Osmanlı Türkleri için İstanbul muhakkak fethedilmesi gereken bir “kızıl elma” idi. Nitekim Osmanlılar bağımsızlıklarını ilân ettikten sonraki elli yıl içerisinde Üsküdar’a kadar olan bütün Marmara Bölgesi’ne sahip oldukları gibi, 14. yüzyıl ortalarında Rumeli’ye geçmişler ve Trakya’nın fethinden sonra İstanbul surları önüne kadar ilerleyerek şehri her yönden abluka altına almışlardı. Ortaçağın güçlü Bizans İmparatorluğu, Sultan I. Murad devrinde Osmanlılara tabi olan, vergi ödeyen bir şehir devleti haline düşmüştü. I. Murad’ın oğlu Yıldırım Bayezid (1389-1402) ve onun oğlu Musa Çelebi (1411) ile Sultan II. Murad (1422) İstanbul’u fethetmek için kuşatmışlar, ancak iç ve dış tehditlerin görülmesi sebebiyle başarılı olamamış, öncekiler gibi bir sonuç alamadan surlar önünden ayrılmak zorunda kalmışlardı.
İstanbul’un son kuşatması ise Sultan II. Mehmet’in saltanatının ikinci yılında, 6 Nisan 1453’te başlamış ve 54 gün sonra fetihle sonuçlanmıştır. Bu son kuşatma için önceki kuşatmalardaki başarısızlıkları da dikkate alarak çok büyük hazırlıklar yapmış olan Sultan Mehmet, 1444-1446 yılları arasındaki ilk hükümdarlığı döneminden itibaren şehrin mutlaka fethedilmesi gerektiğini düşünüyordu. 1451’de babasının ölümü üzerine tahta çıkar çıkmaz ilk hedefinin İstanbul olduğunu göstermişti. Kuşatmaya başlamadan önce Anadolu’dan gelebilecek tehlikeleri önlemek için Karamanoğulları üzerine sefere çıkarak anlaşma yaptı. Daha sonra kuşatma hazırlıklarına başladı. Evvela, İstanbul’a Karadeniz üzerinden gelen yardımları önlemek amacıyla Rumelihisarı inşa edildi. Surları inceleyen Sultan Mehmet, Edirne’ye döner dönmez büyük toplar döktürmeye başladı. Bu sırada Gelibolu tersanesinde de gemiler inşa ediliyordu. Nihayet Anadolu ve Rumeli’deki bütün kuvvetlerini toplayarak Edirne’den hareket eden Sultan II. Mehmet 5 Nisan’da surlar önüne geldi. İmparator Konstantinos Palailogos (1448-1451) da savunma hazırlıkları yaparken Avrupa’dan yardım istemiş ve Türk donanmasının limana girmesini önlemek için Haliç girişini zincirle kapatmıştı. Padişah, kuşatmaya başlamadan önce İslâmi geleneğe uygun olarak imparatora elçi gönderip şehri teslim etmesini istemiş ise de surların sağlamlığına ve Batı’dan istediği yardımın geleceğine güvenen imparator bu teklifi kabul etmemişti.
Sultan II. Mehmet, imparatorun cevabı üzerine 6 Nisan’da karadan ve denizden yapılan hücumlarla Bizans’ın son kuşatmasını başlattı. Padişahın amacı top atışlarıyla surlarda gedik açarak şehre girmek ve asırlardır fethedilemeyen bu şehri İslâm’a açmak, böylece Hz. Peygamberin müjdesine nail olmaktı. Tecrübeli devlet adamı Çandarlı Halil Paşa ise İstanbul kuşatmasının büyük bir Haçlı seferinin düzenlenmesine sebep olacağı gerekçesiyle muhalefet etmekteydi. Ancak, devletinin bekası için İstanbul’un muhakkak fethedilmesi gerektiğine inanan II. Mehmet, hocası Akşemseddin’in de manevi desteği ile kuşatmaya kumanda ediyordu. Yoğun top atışları devam ederken yürüyen kulelerle surlara hücumlar yapılıyor, lağımcıların açtıkları tünellerle surların altından şehre girilmeye çalışılıyordu. Ancak kuleler yakılıyor, surlarda açılan gedikler derhal kapatılıyor, hücumlardan sonuç alınamıyordu. 20 Nisan’da Bizans’a yardım için gelen üç Ceneviz gemisi ile bir Bizans nakliye gemisini Yenikapı önlerinde durdurmaya çalışan Türk donanmasının aldığı yenilgi ordunun moralini bozmuştu. Sultan Mehmet bu sırada, hazırlıklarını çok önceden yapmış olduğu, o zamana kadar görülmemiş olan planını uygulayarak 21-22 Nisan gecesi donanmaya ait bir kısım gemiyi karadan yürüterek Haliç limanına indirdi. Sabah olunca Türk donanmasını Haliç surları önünde gören Bizanslılar korkuya kapılmışlardı. Böylece Osmanlılar, kara surlarına göre daha zayıf olan Haliç surları cephesinden de hücuma başlamış, kara surlarındaki Bizans savunma gücü zayıflamıştı. Sonraki günlerde kara ve deniz savaşlarıyla devam eden İstanbul’un bu son kuşatması 29 Mayıs 1453 Salı günü şafak vaktinde başlayan son genel hücumla fetihle sonuçlandı. Topkapı-Edirnekapı arasındaki surlarda açılan gediklerden içeri girmeye başlayan Türkler, süratle şehrin merkezine doğru ilerlemeye başlamıştı. Bizans’a yardım için gelen yabancılardan kurtulanlar gemilerle şehirden ayrılırken Bizans’ın son imparatoru Konstantinos da şehrin Türklerin eline geçtiğini görünce kaçmaya çalışırken hayatını kaybetmiş, şehir halkı ise korku içinde Ayasofya’ya sığınmıştı.
Fetih günü öğle vakti atı üzerinde şehre giren Sultan II. Mehmet doğruca Ayasofya’ya gitmiş ve atından inerek şehrin bu en büyük mabedine girerek burada toplanan halka korkmamalarını, emniyet içinde evlerine dönmelerini söylemişti. Daha sonra Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesini emreden II. Mehmet, Hz. Peygamberin müjdesine nail olduğu gibi İslâm dünyasının en büyük lideri olmuştu. 21 yaşındaki bu genç hükümdar artık bir “Fâtih” idi ve “Ebu’l-Feth / Fetih Babası” unvanını almıştı. Bu büyük fetihle birlikte bin yıldan fazla hüküm süren ve son yüzyılında Osmanlı ülkesi ortasında küçük bir şehir devleti haline düşmüş olan Bizans İmparatorluğu sona erdiği gibi bir çağ bitmiş, yeni bir dönem başlamıştı. Bu fetihle birlikte Asya ve Avrupa’daki toprakları bütünleşmiş olan Osmanlı Devleti bir dünya devleti haline gelmişti. Bizans’ın son yıllarında, özellikle Latinler zamanında bütün görkemini kaybetmiş ve nüfusu azalmış olan Konstantinopolis, Fatih Sultan Mehmet’in fetihten hemen sonra başlattığı imar ve iskân faaliyetleriyle kısa zamanda Türk İstanbul olmuş ve payitaht oluşunun yanında ticaret ve kültürün de merkezi haline gelmişti.
Fatih Sultan Mehmet’in bizlere miras bıraktığı bu şehir fethinin 568. yılında da kültür ve medeniyetin başkenti olmaya devam ediyor. O güzel kumandan ve askerlerini rahmetle anıyoruz.
Kaynakça
Ahmet Refik, Türklerin İstanbul Muhasaraları, İstanbul 1932.
Marius Canard, “Tarih ve Efsaneye Göre Arapların İstanbul Seferleri”, çev. İsmail Hâmi Danişmend, İstanbul Enstitüsü Dergisi, II (1956), s. 213-259.
İbrahim Kafesoğlu, “XII. Asra Kadar İstanbul’un Türkler Tarafından Muhasaraları”, İstanbul Enstitüsü Dergisi, III (1957), s. 1-16.
- Tayyib Gökbilgin, “İstanbul – İstanbul Muhâsaraları”, MEB İslâm Ansiklopedisi, Cilt 5/2, s. 1180-1185.
Hakkı Dursun Yıldız , “İstanbul’un Müslümanlar Tarafından Muhasaraları”, Lâle, I/1 (1982), s. 27-32.
Necdet Öztürk, “Fetih Öncesi İstanbul Kuşatmaları”, İstanbul Armağanı. I, Fetih ve Fatih, İstanbul 1995, s. 37-45.
Semavi Eyice, “İstanbul Surları: Ortaçağın En Güçlü Savunma Hattı”, Popüler Tarih, Sayı 33 (Mayıs 2003), s. 50-55.
Mahmut Ak – Fahameddin Başar, İstanbul’un Fetih Günlüğü, İstanbul 2003.
Fahameddin Başar, “İstanbul Kuşatmaları”, Kültürler Başkenti İstanbul, Editör: Prof. Dr. Fahameddin Başar, Türk Kültürüne Hizmet Vakfı & İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, İstanbul 2010, s. 56-67.
Fahameddin Başar, “Osmanlılar’ın Fetihten Önceki İstanbul Kuşatmaları”, Bizantion’dan Constantinopolis’e İstanbul Kuşatmaları, ed. Murat Arslan – Turhan Kaçar, İstanbul 2017, s. 383-401.