Sur İçine Bereket Getiren Kaynak YENİBAHÇE (LYKOS) DERESİ

SUR İÇİNİN DERESİ LYKOS veya YENİBAHÇE DERESİ 

  • Akın Kurtoğlu

Nefs-i Stanbul’un, kadim sur içinin tarihî boyunca tek akarsuyu olarak kayıtlara geçen ve doğumu Neolitik çağa kadar uzanan Lycos veya Yenibahçe (Bayrampaşa adıyla da bilinir) deresi 20. yüzyılın ortalarına gelindiğinde tamamen yok oldu. İlk adını Yunan mitolojisinden aşina Poseidon’un oğlu Likus’tan almıştı, Yunancada “kurt” anlamına gelen bu ad Osmanlı döneminde değiştirildi ve şehrin batı duvarlarının içiyle kaleboyunun hemen dışındaki gayrinizâmi yapıları istimlak ettikten sonra surları tamir ettirip boyatan Lâdikli Bayram Paşa’nın ismiyle anılmaya başladı. Ancak tarihî haritalara önceleri Lykos, ardından da Bayrampaşa olarak işlenen dere, halk arasında genellikle Yenibahçe duyu veya deresi şeklinde söylenegeldi, hatta şehrin eskilerince zaman zaman Kurtderesi ismiyle kabul gördü.

Dere şehrin surlar içindeki meskun mahallerini Aksaray’a dek neredeyse tam ortasından ikiye ayırmaktaydı: kuzeyinde Edirnekapı, Ayvansaray, Balat, Karagümrük, Çarşamba, Malta, Fatih, Kıztaşı, Horhor ve güneyinde de Topkapı, Şehremini, Çapa, Silivrikapı, Yedikule, Samatya, Gureba, Fındıkzade, Haseki, Langa…

Topkapı Maltepesi’nin yüksek kesimlerinden ve Rami Kışlası’nın üzerinde bulunduğu tepelikten doğan küçük damarlarla beslenerek oluşan kolların, yol boyunca birbirlerine eklenmesiyle yüzeyi giderek genişleyen dere, günümüzde Ulubatlı yolu başından itibaren Mihrimah tepesine doğru yükselerek devam eden sur perdesinin üzerindeki baştan ikinci burcun hemen altından şehre girmekteydi.

Dereyi şehirle buluşturan kule, suyun emin ve güvenli bir şekilde içeriye girmesini denetlemek amacıyla, gözcüler tarafından sürekli şekilde kontrol altında tutulurdu. Burcun altındaki gedik, demir ızgaralarla örülüydü. Bu sayede zemininden yalnızca su akışı sağlandığı için, halk tarafından o meşhur ismiyle ünlendi: Sulu Kule.

YENİBAHÇE DERESİ

Akarsu o yıllarda, İstanbul’un meşhur yedi tepesinden ikisinin arasındaki vadiden, yani 6. yükselti olan 72 m rakımlı Mihrimah/Edirnekapı tepesi ile Topkapı Kaleiçi’ndeki 65 m’lik 7’ncisi arasından şehre giriş yapardı. Sulukule’de 39-40 m’lik yükselti bandından surun içine süzülen su, yamaçların yönlendirmesiyle kuzeybatı-güneydoğu aksını izler şekilde ve genellikle homojen yapılı arazilerde rastlanan, olabildiğince kavissiz düz bir yatağa oturacak tarzda yumuşak bir meyille ve vasat bir debiyle akardı. Sur içinin ortalarında 16 m’lik yükseltiye kadar indikten sonra, söz konusu düzlükte yer alan Molla Fenari İsa Camii’nin (eski Lips Manastırı’nın) hemen önünde yerin altına girerek yoluna devam ederdi.

Yusufpaşa semtinin berisine denk düşen ve şimdiki Aksaray semtinin bulunduğu meydandaki 10 m yükseltili geniş alanı kaplayan Bous Forumu’nun (Forum Bovis) tam altından 5-6 m rakımla geçtikten sonra yaklaşık 45 derecelik bir dirsek yaparak güneye doğru yönelen akarsu, yine yerin altındaki oluğu izleyerek Langa’da (Vlanga/Ulanga) denize ulaşır ve Theodosius Limanı’ndan Marmara’ya dökülürdü. Sur içinde katettiği yatak uzunluğu (yerin altındaki yolculuğu da dâhil olmak üzere) toplam 3.5 kilometreydi.

THEODOSİUS LİMANI VE LANGA

Neolitik çağda sözkonusu alan bir bataklıktı, deniz seviyesindeki yükselmelerden dolayı zaman içinde su altında kalarak uzun bir zaman içinde bu noktada doğal bir liman oluştu. Theodosius adı verilen koy, MS 3. yüzyıldan itibaren liman olarak kullanılmaya başlamış, ancak Lykos deresinin beraberinde taşıdığı alüvyonlarla biteviye dolduğu için 12. yüzyıldan itibaren artık işlevini tamamen yitirmişti. Günümüzde Langa olarak bilinen, Bizans dönemindeyse Vlanga (Ulanga) olarak isimlendirilen bu havzada, kentin en verimli tarım alanlarından biri meydana geldi.

Langa’da izlenen tarımsal verimliliğin bir benzeri de, derenin sur içinde katettiği yatağın her iki cephesi boyunca izlenmiş ve suyun geçtiği 3 küsur kilometrelik çizgisel yolun bilhassa batı bölümünde, yani Sulukule ile Molla Fenâri İsa arasında kalan yaklaşık 2 bin m2’lik kesiminde fevkalade verimli bir tarım arazisi bandı ortaya çıkmıştı. Hem Bizans hem de Osmanlı döneminde bu avantajdan faydalanma yoluna gidildi, derenin her iki yanı bağlar, bahçeler ve küçük ölçekli bostanlarla çevrilerek arazinin izin verdiği ölçüde tarımsal bir kazanım sağlandı.

MEŞHUR YENİBAHÇE ENGİNARI

Bilhassa sebze yetiştirilmesine pek elverişli olan bu verimli topraklarda, yüzyıllar boyunca lahana, ıspanak, yer elması, kabak, domates, dereotu, salatalık, marul, soğan, biber, havuç gibi ürünler yanında, özellikle enginar tarımı öne çıkmıştır. Nasıl ki Çengelköy salatalığı, Arnavutköy çileği, Alibeyköy mısırı, Kavaklar inciri ile âdeta markalaşmışlarsa, günümüzde artık pek fazla bilinmiyor olsa da Yenibahçe’nin de enginarı meşhurdu (Bayrampaşa enginarı olarak ünlenmiştir). Çünkü Lykos suyu ve yanı başındaki araziler, burada İstanbul’un en lezzetli enginarlarının yetişmesine imkân vermekteydi.

50’li yılların ortasına dek cılız bir şekilde akmaya devam eden dere, Menderes dönemi imar hareketleriyle birlikte kapalı sistem kanallar içine hapsedilerek deşarj yönü değiştirildi, böylece fizikî varlığı sona erdi. Lykos deresi, sur içinde ilerlemekte olan akarsuyun ana gövdesine, vadinin her iki yanındaki yükseltilerden doğan zayıf yeraltı suları da belli noktalarda ilave olmakta, böylece hacmine bir miktar daha katkıda bulunmaktaydı. Özellikle Karagümrük, Malta ve Kıztaşı gibi semtlerin altından geçen ve kısmen yeryüzünden kısmen de yeraltından yoluna devam eden çelimsiz kollar, muhtelif yerlerde Yenibahçe deresine katılmakta, hatta raptoldukları noktalarda yer yer küçük ölçekli minik çağlayanlar ve göletler meydana getirmekteydi. 1955-58 istimlakleri sırasında inşa olunan Vatan Caddesi’nin yükselen kotunun da etkisiyle, bu eklenti kollar ve izledikleri yataklar tamamen ortadan kalktı.

Start typing and press Enter to search