FATİH SAHAFLARINDA NE HAZİNELER GİZLİ KİTAP DOSTLARININ SUR İÇİ DURAKLARI
- Merve Akbaş
İstanbul’da sahaf denildiğinde aklımıza ilk Beyazıt’taki Sahaflar Çarşısı gelir. Ardından da zihnimizde bazı yüzler canlanır: Ali Emiri Efendi, Raif Yelkenci, Muzaffer Ozak… Bugün tüm bu isim ve mekânlara dair hatıralar, kitap ve araştırmalar matbuat tarihimizin değerli parçaları olarak elimizde. İstanbul’da geçmişten günümüze çok şey değişmiş olsa da, tarih ve kültür merkezi Fatih’te sahaflık geleneği hâlâ yaşıyor. Bu işin meraklıları, öğrenciler, araştırmacılar, kitap dostları ömrünü kitaplara adamış sahafları oldukça iyi tanıyorlar. Biz de değerli Yeditepe Fatih okurları için sur içinde sahafları bir keşif turuna çıktık.
SAHAFLIĞIN TEMELİ ÖĞRENME TUTKUSUDUR
İlk olarak Halil İbrahim Sofuoğlu’nu ziyaret ediyoruz. Sofuoğlu’nun bürosu, Kıztaşı’nın ara sokaklarında, bir apartmanın giriş katında. Onun sahaf olma hikâyesi oldukça ilginç. Sofuoğlu, çocukluğunu Almanya’da geçirmiş ve o yıllarda bir sahafın yanına çırak olarak girmiş. Evlerinin sokağında yer alan bu dükkânın II. Dünya Savaşı gazisi bir kitap meraklısına ait olduğunu söyleyen Sofuoğlu, şunları anlatıyor: “Bu Alman sahaf savaşta bir kolunu kaybetmişti. Ben onun dükkânına gider, kitaplarını düzenlerdim. Âdeta adamın eli kolu olmuştum. Burada antik dillerde yazılmış kitaplar vardı. Onları inceledikçe kitap dünyasına olan merakım arttı. Henüz 16 yaşındayken kendi kitaplığım için 1.000-1.200 civarında Almanca kitap toplamıştım. Belki de babamın bana kitapların bir dönem yakıldığından bahsetmesi, bilgi kaynaklarına karşı işlenen bu gibi gaddar suçlar içimdeki kitap sevgini büyüttü, bilemiyorum.”
Sofuoğlu, Gazali’nin hayatını anlatan bir kitaptan etkilenince kendisini İslami ilimlere adamış. Türkiye’de bu alanda eğitim alırken hayat onu el yazması eserlerle buluşturmaya devam etmiş. Kendi deyimiyle “şark sahaflığını” genç yaşlarında öğrenmiş. Tabii bu kıymetli uğraşın getirdiği nimetler de cabası. Çok sayıda dil öğrenmiş bu sayede. Sahaf Sofuoğlu, okur-yazar olduğu dilleri Kürtçe, Arapça, Farsça, Osmanlıca, Almanca, İngilizce, İbranice olarak sıralıyor.
Kitap ticaretine ise1998’den sonra Cağaloğlu’nda başlamış. “Herkesin kendi alanı var. Ben Türkiye’de okumadığım ve eğitimimi de klasik usulde aldığım için Latin hurufatıyla yazılmış kitapların müelliflerini çok tanımazdım.” diyor ve devam ediyor: “Dükkânımda 20. yüzyıldan sonrasının eserleri yoktu. Aşağı yukarı 8-10 dilde kitaplar bulunurdu. Daha yeni saydığım kitapları, Nazım Hikmetleri, Necip Fazılları kapının önünde ‘sadece 1 lira’ diyerek sergilerdim. Bunu yaptığım işin sadakası olarak görürdüm.” Sofuoğlu’nun dükkânı uzun yıllar entelektüel isimlerin, yerli ve yabancı araştırmacıların uğrak yeri olmuş. Bugün, “Gülistan Sahaf” adıyla mesleğine devam ediyor. Biz bürosundaki kitaplara göz gezdirirken o bize kitapları tek tek tanıtmaya başlıyor. Elinden çok sayıda önemli kitap geçmiş. Onlardan biri de Immanuel Kant’ın ölümünden sonra basılan bir eserinin ilk baskısı. Bu keyifli hikâyenin gerisini ondan dinleyelim: “İzmir’de kitap almaya gittim. Orada İngilizce ve Almanca kitaplarla dolu raflar gördüm. Şöyle bir göz attıktan sonra bir bölüme takıldım, orada önemli eserler olduğunu sezdim. Ancak anlaşılmasın diye elimi bu kitaplara, hatta yakınlarına bile sürmedim. Bu da sahaflığın bir parçasıdır… Oradaki iki rafı gösterip bunların tümünü alacağım dedim ve belli bir fiyatta anlaştık. Kitapların bir kısmını yanıma aldım. Bir kısmını da onlar İstanbul’a gönderdi. Döndüğümde baktım ki, gözüme takılan bu kitaplar Immanuel Kant’ın en önemli eserlerinden birinin ilk baskısı. Kitabın editörü de Kant’ın öğrencilerinden. Yüzlerce yıllık çok önemli bir eser. Bu kitap yıllarca elimde kaldı. Onunla beraber aldığım tüm kitaplar satıldı, fakat bunu çok kişi istese de satamadım. İsteyenler arasında İlber Ortaylı, Hüseyin Hatemi, Yaşar Kaya gibi isimler vardı. 2009 yılında İstanbul Üniversitesi’nde gerçekleşen felsefe sempozyumu için Türkiye’ye gelen bir Alman profesör dükkânıma gelince bu kitabı ona gösterdim. Onları raftan alıp biraz sert bir şekilde masaya bıraktım. Bunu bilinçli olarak, muhatabımın tepkisini ölçmek için yapmıştım. Profesörün o an için irkildiğini fark ettim. Bu durum kitabın fiyatını belirlememi sağladı. Yani kitaba ne kadar önem verdiğini görmüş oldum. Nihayetinde aramızda anlaşıp iş kitabın paketlenmesi aşamasına geldiğinde, bana, ‘Lütfen siz kitaplarıma dokunmayın’ dedi.”
NİTELİKLİ KİTAPSEVERİN YERİ SAHAFTIR
Sofuoğlu’nun yanından ayrılıp yönümüzü Süleymaniye’ye doğru çevirdiğimizde karşılaştığımız sahaflardan biri de “Kitapçı Ahmet.” Bu dükkânın sahibi Ahmet Ercan Tekin. Önce mekândaki kitapları inceliyor, sonra sohbete başlıyoruz. Tekin mesleğe nasıl başladığını şu sözlerle anlatıyor: “Liseye giderken bir yandan İngilizce öğrenmeye çalışıyordum. Bu nedenle Cağaloğlu’ndan çeşitli İngilizce kitaplar, dergiler almaya başladım. Birkaç yıl sonra hayli dergi ve kitap biriktirmiştim. Bunları saklamak mümkün değildi, ama atmak da istemedim. Beyazıt’a gidip satayım diye düşündüm. Beş altı ay boyunca kendi kitaplarımı sattım. O arada birileri de bana kitaplarını getirip satmamı istedi. Alınmayacak gibi değildi, hepsi güzel kitaplardı. Gelen kitapları almaya devam edince bu olay benim işim olmaya başladı. Beyazıt Meydanı’nda on yıl seyyar satıcı olarak kitap sattım. 2006’da ise dükkânımı açtım.”
Bir kitabın birinci el, ikinci el veya sahaflık olmasının değil, “zinde kitleye hitap edebilmesinin” önemli olduğunu belirtiyor. Mesleklerinin devamı için zincir kitapçıların varlığının oldukça önemli olduğunu belirten Tekin, “Şöyle düşünün, eğer beyaz eşya markaları ürün ortaya koymazsa onun spotu da olmaz. Dolayısıyla esas üretici ve dağıtıcının olması gerekiyor ki bize ürün gelsin, gelebilsin. Sahaflar kesinlikle yayıncıların, dağıtımcıların alternatifi değildir.” diyor. Kitap keyfiyeti olanlar, kitapsever insanlar için eski kitapların farklı bir anlamı olduğuna, bu tür kitapların sahibine derin bir haz yaşattığına değinen Tekin, dükkândaki kitapları kimi zaman kendilerinin topladığını kimi zamanda kâğıtçılardan satın aldıklarını söylüyor.
SAHAFLIK SARRAFLIK GİBİDİR
Şimdi yönümüzü biraz daha farklı bir noktaya Karagümrük’e çevirelim. Yeni durağımızın adı Kariye Kitap/Hediye. İçeri girdiğimiz anda bizi hem eski kitap kokusu hem de geleneksel sanat eserleri karşılıyor. Bu dükkânın sahibi Erhan Erken. Kendisi uzun yıllar farklı alanlarda işler yapmış bir girişimci. Erken’in son durağı ise işte bu sahaf dükkânı. Buranın kendisi için kısmen emeklilik kısmen de kültür girişimciliği olduğunu söyleyerek başlıyor sözlerine: “Bugüne kadar eğitim, matbuat, televizyon yayıncılığı ve dijital yayıncılık gibi farklı sektörlerde, çeşitli kademelerde girişimcilik tecrübelerim olmuştu. İşlerimi genelde sıfırdan kurup geliştirmeye çalışmış biriyim. Ama her dönem içimde kitaplara dönük bitmeyen bir ilgi vardı. Yaşım daha kemale ermeye başladığı dönemlerde hem kitaplarla ilgilenip hem de arkadaşlarımla, eşimle, dostumla görüşebileceğim bir yerin hayalini kuruyordum. Burasının aynı zamanda benim için bir iş vasfı taşımasını da istiyordum. Bu düşünceler üzerine ikinci el kitapların alım satımını yapabileceğimiz, içinde kültürel nitelikli hediyelikler satacağımız bu yeri açtık. Eşimin de buranın oluşumunda ciddi katkıları oldu. Kariye’deki bu yeri hem emeklilik günlerimizin meşgalesi hem kültür girişimciliğimizin bir devamı niteliğinde değerlendiriyoruz.”
Sahaflığın ciddi uzmanlık isteyen bir iş olduğuna dikkat çeken Erken, kitapçılıktan farkının kuyumculuk ve sarraflık arasındaki farka benzediğini söylüyor: “Benim rahmetli babam kuyumcuydu. Kuyumculuk dışında bir de sarraflık vardır. Sarrafiye ata liralar, reşatlar, azizler, hamitler ile ilgilenir. Yani değerli paraların ayrımını yapar. Kuyumcular bunu yapamaz, bu daha özel ve incelikli bir alandır. Bence sarrafiye ve sahafiye birbirine benziyor. Ben henüz babamın durumunda gibiyim. Yani kuyumcu olabilirim ama sarraf değilim. Tıpkı o örnekte olduğu gibi şu an için ikinci el kitaplarla uğraşıyorum, Osmanlıca biliyorum ancak çok eski dönemlerdeki bir kitabın değerini henüz usta bir sahaf kadar ayırt edemeyebilirim. Yavaş yavaş bende de bu sahaflık özellikleri gelişiyor ama zihnimdeki sahafların kalitesine ulaşamam.”
MEZATLAR MATBUAT SEVGİSİNİ BESLER
Şimdi ise Zeyrek’e doğru geçelim ve Dylemi Sahaf’ta bir mola verelim. Burada her hafta pazartesi ve perşembe günleri mezat yapılıyor. Dükkânın sahibi olan Hüseyin Palevi yaklaşık 10 yıldır kitap mezatı düzenliyor. Sahaflığı ise daha eski tarihlere dayanıyor. Kendisi Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji bölümü mezunu. Kısa süre bilgisayar alım satım işiyle geçimini temin ediyor. Çevresinin yönlendirmesiyle sahaf Halil İbrahim Sofuoğlu’yla beraber çalışmaya başlayarak sahaflığın inceliklerini öğreniyor. Palevi, “Bu iş memurluk, esnaflık gibi bir meslek değil. Aslında bu işte hiçbir şey normal değil.” diyerek yaptığı işi anlatmaya başlıyor: “Bizi bazen gece yarısı arayıp, “kitap var, gel al” diyen olur. Bazen yazarlar özel kitapları bizim için ayırır. Okumayı bıraktığı kitabın incelikli, nitelikli okura gitmesini ister. Mezata gelenler normal sahaf ve kültürüyle ilgili insanlar olmayabiliyor. Arkadaşlık, rekabet, yarış duygusu ve kitap bilgisini arttırmak için gelenler çoktur. Aslında herkes sürpriz kitap bekler. Çünkü bu mezatlardan ve dükkânlardan çok fazla önemli eser, bilgi, belge çıktığı bilinir.”
Ellerindeki kitapları kimi zaman hurdacılardan, kâğıt fabrikalarından kimi zaman da vefat eden insanların evlerinden aldıklarını belirten Pelevi, insanların sahaflara ilgi göstermesinin birçok nedeni olduğuna değiniyor: “Öncelikle biz kitapları ucuz satıyoruz. Bunun yanında sahaftan kitap almanın ezoterik, mistik bir tarafı var. Buradaki bilgi sanki daha kutsal, daha önemli bir bilgi gibi geliyor insana. Tabii okur da haklı çünkü bu dükkânlardan çıkan kitapların üstüne alınmış bir not bile araştırmacı için önemli olabiliyor. Bize önemsiz görünenin bir başkası için çok değerli olması imkân dâhilindedir.”
SAHAF SIRLARLA DOLU HAZİNEDİR
Son durağımız, Zeyrek Kitabevi. Burası tarihî Zeyrek evlerinin arasında, âdeta tarihten bir sahnenin içinde kalıyor. Necati Altaş’ın işlettiği kitabevi 1985 yılından beri faaliyette. Altaş, sur içinde yaklaşık 37 senedir koleksiyonerlere ve kitapseverlere hizmet veriyor. Kendisi aynı zamanda Osmanlıca belgeleri okuyabilen, Arapça ve Farsça bilen bir kitap eksperi. Altaş sahaflığa başlama hikâyesini şöyle anlatıyor: “Babamın çok iyi bir kütüphanesi vardı. Bir gün hastalandı ve bana kitapları satıp masrafları karşılamamı söyledi. Babam anneme hep bu kitapların ileride bulunamayacağından iyi para edeceğini anlatırdı. Halamın oğlu sahaflardan bir kitapçı getirdi. Gerçekten de adam kitaplara çok iyi para verdi. Kitap işinden para kazanabileceğimi o zaman anladım ve maaşıma takviye olsun diye ben de sahaflığa başladım. İlk olarak bir arkadaşım vasıtasıyla edebiyat profesörü Hüseyin Bozanoğlu’nun kitaplarını aldım. Eşten dosttan birçok kütüphane alıp sattım. Fakat dükkân açacak ne param ne vaktim vardı. Annemin odasına doldururdum tüm kitaplarımı. O da toz topraktan hastalanıp bunları buradan çıkar deyince dükkân aramaya başladım. Nihayet Zeyrek’te bir dükkân tuttum. Dükkân kapısı hak kapısı derler ya, dükkânı açtıktan sonra çok önemli kütüphaneler aldım çok önemli insanlar tanıdım.”
İnsanların kitaplarını saklayıp çürümeye terk etmesinin toplumu bilgiden yoksun kılacağını söyleyen Altaş, şöyle devam ediyor: “Sahaflar kültür envanterlerini geçmişten geleceğe taşıyan, bilhassa çöpten kurtaran meslek erbaplarıdır. Daha yeni yeni belediyeler ve kurumlar kendi arşivleri ve tarihleriyle ile alakalı olarak kütüphaneler oluşturmaya başladılar. Hâlbuki bu tarz belgeler her zaman sahaflardaydı. Onların önemli bir kısmı şu an koleksiyonerlerde. Sahafların kıymeti daha iyi anlaşıldı derken bu sefer de sahafların sayısı azaldı. Bu mesleğin devam etmesi okurlara bağlı. Sıfır kitapların yerine sahaflardan çok daha ucuza kitap almaları mümkün.”
Vitriniyle, kendine has atmosferiyle müşterisini kendi hikâyesine çeken bir mekân Zeyrek Kitabevi. Ziyaretçilerine; Osmanlıca nadir kitaplar, belge ve evraklar, oryantal/doğu konulu nadir kitaplar, yazma eserler, Ermenice, Yunanca, Arapça, Farsça kitaplar ve eski belgeler, evraklar, haritalar, fotoğraf ve kartpostallardan oluşan kapsamlı bir arşiv sunuyor.