Medineden Kariyeye Bir Makam Ebu Said El Hudri Türbesi
MEDİNEDEN KARİYEYE BİR MAKAM
EBÛ SAÎD EL-HUDRÎ TÜRBESİ<
Leyla Zaman Alan
İstanbul Fatih’te Edirnekapı’nın Haliç’e bakan yamacında köklü tarihi ve mimarisiyle Kariye Camii, Bizans’tan Osmanlı’ya bugünün izleriyle ziyaretçilerini karşılamaktadır. İnşa edildiği dönemden beri şehrin önemli dini merkezlerinden olan Kariye’nin anlamıyla ilgili birçok yakıştırma yapılmış olup yapı tarihsel sürecinde birçok doğal afetten nasibini alıp her türlü çerçeveyi aşarak bugüne değin var olmuştur. Bu varoluş sürecinde kilise olarak yapılan yapı, Osmanlı döneminde camiye çevrilmiş ve etrafına inşa edilen medrese, tekke, çeşme ve türbe ile birlikte büyük bir yapılar topluluğu hâline gelmiştir. Özgün mimari ve süslemeleri korunan yapı 1945 yılında müze olarak işlevlendirilmiştir.
6 Mayıs 2024 tarihi itibariye cami olarak açılan yapının çevresi Arnavut kaldırımlı, renkli ahşap konakları ve dar sokaklarıyla da insanı sarmaktadır. Bu sokakların başında 1668 tarihli Mustafa Ağa Çeşmesi’nin ardında caminin girişinin yer aldığı, kıvrımlı tarihi dokusunu koruyan Kariye Türbe Sokağı gelmektedir. Öyle ki bu sokağın bir köşesinden itibaren başlayan ve farklı renklerde olan ahşap yapılar kentin tarihi izini sürmeye davet ederken diğer köşede yer alan türbe insanı niyete ve duaya çağırmaktadır. Sokağa adını veren bu türbe İslam âleminde binden fazla hadis rivayet eden sahabelerden olan Ebû Saîd el-Hudrî hazretlerinin makam türbesidir.
Asıl adı Ebû Saîd Sa‘d b. Mâlik b. Sinân el-Hudrî (ö. 74/693-94) Hazrec kabilesinden olup anne ve babası Müslümanlardandır. Henüz on üç yaşında iken babası Ebû Saîd’i Hz. Peygamber’in huzuruna çıkarmış ve gelişmiş olduğunu söyleyerek onun Uhud Gazvesi’ne savaşa katılmasını istemiş ancak Hz. Peygamber buna izin vermemiştir. Ebû Saîd, babası bu gazvede şehit düşünce müşkül durumlarından dolayı annesinin isteği üzerine Hz. Peygamberden yardım istemeye gitmiştir. Peygamber ona hayatı boyunca düstur edineceği sakınanı Allah’ın iffetli kılacağı, halktan bir şey beklemeden elinde olanla yetineni zengin edeceği, sabretmek isteyene de sabır vereceği öğütlerini dile getirmiştir. Bu öğütler üzerine hayatı boyunca kimseden bir şey talep etmeyen Ebü Said bereketli bir ömür yaşamış ve Hz. Peygamber’le birlikte Hendek Gazvesi ve daha sonraki on iki gazveye katılmıştır. Medine’de mescitte uzun vakitler geçirmesi sebebiyle “İmam” ve “Medine müftüsü” lakaplarıyla anılan Ebû Saîd el-Hudrî’nin pek çok ictihadı ve fetvası kaynaklarda yer alırken Hz. Peygamberden rivayet ettiği 1170 hadisin yanı sıra Hz. Ebû Bekir ve Ömer gibi önde gelen sahâbelerden hadis rivayet ettiği bilinmektedir.
Ebû Saîd el-Hudrî, vefatından bir süre önce oğlu Abdurrahman’ı Medine’de birçok sahabenin defnedildiği yer olan Cennetü’l-bakī‘ye götürüp öldüğü zaman gömülmeyi istediği uzak bir köşeyi göstererek mezarının üzerine türbe yapılmamasını ve arkasından yas tutulmamasını vasiyet etmiştir. H.74 (693-94) yılında Medine’de vefat eden Ebû Saîd’in vasiyeti üzerine Cennetü’l-bakī’de istediği yere defnedilmiştir. Bununla birlikte hayatına dair kaynaklarda henüz tespit edilememiş olsa da Ebû Saîd’in İstanbul’un kuşatmasına katıldığı, bu kuşatma sırasında şehit düştüğü ve Kariye Camii yanındaki türbeye defnedildiğine dair çeşitli rivayetler vardır.
Bu rivayetlerden ve Ebû Saîd el-Hudrî’nin vasiyetinden yola çıkılarak adına Kariye Camii’nin yanına ortak avlu kapısından geçilerek ulaşılan açık bir türbe yapılmıştır. Bu türbeden ilk olarak Osmanlı dönemindeki en önemli kaynaklardan Hafız Hüseyin Ayvansarayî’nin Hadikatü’l Cevâmi adlı eserinde şu şekilde bahsedilir: “Cami-i mezbur kilisadan münkalibdir… mezkur Atik Ali Paşa’nın hayrıdır. İttisalinde medresesi vardır ve medrese kapusı dâhilinde eshabdan Ebu Sa’idü’l-Hudri -radyallahu anh- medfundur. Kurbünde bir imaret ve mekteb, ağa-yı Darü’sa’ade el-Hacc Beşir Ağa’nın hayrıdır ki Ebu Eyyub Ensari civarında medfun olub…mahallesi vardır, der kurb-ı Tekfur sarayı.’’ Bu kayıtla birlikte Hayrat Sicil Kayıtları’ndan türbenin Sultan I. Mahmud Han döneminde 1733 yılında Osmanlı barok üslubunda inşa edildiği anlaşılmaktadır. Türbe günümüze ulaşmayan Kariye Medresesi’ne bitişik nizamda yapılmış ancak medrese ortadan kalkınca türbe bugünkü müstakil konumunu kazanmıştır. Yapının sokağa bakan cephesi üç cephesi kesme küfeki taşından olup cami avlusunda kalan cepheleri yığma taş sistemindedir.
Sokağın dönüşlerine uygun olarak yapılan türbe cepheleri dalgalı silmelerle taçlandırılıp baklava dilimi motifli metal şebekeli pencereleriyle dikkat çekmektedir. Sokağa bakan orta cephe basık kemerli, metal şebekeli hacet penceresi olarak düzenlenmiş ve kemerin kilit taşında bulunan 1728-1729 tarihli kitabe 2003 yılından beri kayıptır. Türbe ve caminin ortak avlu giriş kapısı üzerine 1835/1836 yıllarında İstanbul sahabe türbelerinin birçoğunu ihya ettiren Sultan II. Mahmud Han’ın oval formlu bir tuğrasının olduğu bilinmekte ancak bu tuğra bugün yerinde yoktur.
Diğer iki cephe ise dikdörtgen formlu pencerelere sahip olup pencerelerin açıklığında yeşil renk üzerine altın yaldız boyalı Arapça ve Osmanlıca yazılı üç kitabe yer almaktadır. Bu kitabelerin transkripsiyonu şu şekildedir;
- ‘Fa’lemennehu lâ ilâhe illâllâh Muhammedün Resûlullah H.1204’
- ‘Ashâb-ı Kirâmdan Ebû Saîd el-Hudrî radıyallahü teâlâ anh hazretlerinin Merkâd-ı Şerifidir. Ketebehu Hızır Mütevelli-yi Haseki Sultan sene H.1177’
- ‘Ecille-i Ashâb-ı Kirâmdan Ebû Saîd el-Hudrî Ashâb’dan Malik ibn-i Sinan hazretlerinin mahdumlarıdır ve on beş yaşında iken Beni mustalık gazasına teşrif etti. Fem-i saadet-i Peygamber-i den 1170 hadis-i şerif rivayet buyurmuştur. Bani-i in hankah, Şeyh Muhammed Arif est. Sene 1304’
Günümüz Türkçesi
- ‘Bil ki Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. M. 1789/1790’ Muhammed Suresi 19. Ayet.
- ‘Ulu Sahabelerden Ebû Saîd el-Hudrî’den Allah razı olsun, hazretin mezarı şerifi buradadır. Yazan Hızır Mütevelli-yi Haseki Sultan sene M. 1763/1764
- ‘Hz. Peygambere en yakın ulu Sahabelerden Ebû Saîd el-Hudrî’sahabelerden Malik ibn-i Sinan hazretlerinin oğludur ve Beni Mustalık Savaşına katıldı. Peygamberin mübarek ağzından 1170 hadis-i şerif rivayet etmiştir. Tekkenin sahibi Şeyh Muhammed Arif sene M. 1886/1887.
Bu kitabenin son satırının iki köşesine derviş sikkesi süslemesi eklenmiştir. Bu süsleme kitabenin banisinin tarikat kimliğini simgelemektedir. Öyle ki türbede Ebû Saîd el-Hudrî’nin makamı ile kitabede yer alan, 1906 yılında vefat eden hem türbedar hem de burada bulunan Nakşi Dergâhının Postnişini Es-Seyyid Şeyh Muhammed Arif Efendi metfundur. Postnişin Es-Seyyid Şeyh Muhammed Arif Efendi türbe girişinin sağında ağaç altında, taştan sade yapılmış bir mezar alanı üzerinde H.1324 tarihli şahidesi ile süslemesiz sade ayaktaşı bulunmaktadır.
Türbeye adını veren Ebû Saîd el-Hudrî’nin makamı ise mütevazı bir mezar kaidesi olup etrafı metal şebeke ile çevrelenmiştir. Şahide ve ayaktaşı yerinde olup şahidesinde ‘Yâ Hû, Ashâb-ı Kirâmdan Ebû Saîd el-Hudrî Radiyallahu anh Hicri 46’ yazılıdır. Ebû Saîd’in mezarının ortasında yaşamını sürdüren ağaç ise adeta bize dünyadaki varlığımızı hatırlatmaktadır. Bu dünya üzerinde topraktan yaratılan insan bu dünyadan ölümle ayrılırken toprakla buluşup özüne dönmektedir. Ölüm uykusuyla sırlanan toprakta tüm canlılığı ve görkemiyle arz-ı endam eden ağaç ölümden sonraki yaşamın bir simgesi gibi varlığını sürdürmektedir.
Bununla birlikte Ebû Saîd el-Hudrî, Hz. Peygamberle olan anılarını dinlemek isteyenleri ve talebelerini, “Merhaba Resûlullah’ın bize vasiyet ettiği kimseler!” diyerek karşılar Hz. Peygamber’in, İslâmiyet’i öğrenmek üzere dünyanın dört bir yanından insanların geleceğini haber verdiğini ve ashaba onlara iyi davranmalarını tavsiye ettiğini söylermiş. Bugün Kariye Camii’yle birlikte Ebû Saîd’in makam türbesi dünyanın dört bir yanından gelen insanlar tarafından ziyaret edilmekte ve peygamber vasiyeti yerini bulmaktadır.