Sahip olduğum bilgiyi paylaşmaktan yanayım

Süheyl Ünver’in öğrencisi olan minyatür sanatçısı Nilgün Gencer, minyatür sanatına bakışını ve bu alandaki çalışmalarını konuştuk. Gencer, “Sahip olduğum her bilgiyi paylaşmaktan yanayım. Sanat yolculuğumda Süheyl Ünver hocamızın öğütleri hep rehberim oldu. Rahmetli hocamız, ‘İlim vermekle artar,’ derdi. Bu yüzden, fırçamı ya da kalemimi elime aldığımda büyük bir heyecanla ‘Bugün Yaradan bana neler ilham edecek?’ diye düşünürüm” diyor.

Çocukken koleksiyonunuz var mıydı?
Evet, ilk koleksiyonum… Her çocuk şeker sever. Benim için bu, 5 yaşlarımda başlamıştı. O dönemde karamela şekerlerinin içinden, vesikalık fotoğraf boyutunda, Osmanlı padişahlarının muhteşem baskılı portreleri çıkıyordu. O şekerleri çok severdim. Şu an o şekerlerin özel koleksiyonlarda bulunduğunu duydum. Maalesef, bendeki şekerler durmuyor. Ancak o padişah portreleri çocukluk dünyamı derinden etkiledi. Yıllar sonra, bilinçaltıma yerleşen o portrelerin etkisiyle sanat yolculuğuma başladığımı fark ettim. 5 yaşındaki o çocuğun ilk koleksiyonu, aslında yıllar sonra beni bu yola çıkardı.

Çocukluğunuzda nasıl bir ailede büyüdünüz?
Çok sevgi dolu bir ailede büyüdüm. İstanbul doğumluyum, dört kardeşin en büyüğüyüm. Belki de paylaşımcılığım buradan geliyor. Sanat dünyasında genelde insanlar birikimlerini kendilerine saklama eğilimindedir. Ama ben, tam tersine, sahip olduğum her bilgiyi paylaşmaktan yanayım. Bu, çocuklukta ailemden öğrendiğim bir alışkanlık.
Sanat yolculuğumda Süheyl Ünver hocamızın öğütleri hep rehberim oldu. Rahmetli hocamız, “İlim vermekle artar,” derdi. Bu yüzden, fırçamı ya da kalemimi elime aldığımda büyük bir heyecanla “Bugün Yaradan bana neler ilham edecek?” diye düşünürüm. Bu heyecan ve ilhamı, öğrencilerimle paylaşmaktan mutluluk duyarım. Verdiğinizde hiçbir şey eksilmiyor, aksine daha da artıyor.
Doğayı dikkatle izler, çokça araştırırım. Uzun yıllar belgesel nitelikli çalışmalar yaptım. Bu süreç, bana tarihsel kaynaklara büyük bir sorumlulukla yaklaşmam gerektiğini öğretti. Gelecek nesillere doğru bilgiyi aktarmak için kaynakları karşılaştırarak, en doğru olanı seçmek her zaman önceliğim oldu. Çünkü biz, çok değerli medeniyetlerin yaşadığı bu topraklarda yaşıyoruz. Türkiye, inanılmaz bir kültürel zenginliğe sahip.
Sanat yolculuğumda, klasik eğitim alarak başladım ve çok kıymetli hocalardan dersler aldım. Bu birikimi paylaşarak yaşatmak ise benim için her zaman en büyük öncelik oldu.
Süheyl Hoca ile babanız sayesinde tanışmışsınız. Biraz bu konudan bahseder misiniz?
Babam matbaacıydı. Süheyl Hoca ile tanışmamı babama borçluyum. Bu hikâyeyi birçok yerde anlattım. Babam bana baya destek oldu. Süheyl Hoca bir gün bana, “Baban çok iyi bir cilt ustası; Türkiye’de bir numara. Ondan öğrenebileceğin çok şey var,” demişti. Ama o zamanlar, 19 yaşındaydım ve bu sözlerin derin anlamını tam kavrayamıyordum. Sanatın içine girdikçe olaylara bakışım değişti. Geleneksel sanatların ne kadar zengin bir dünya olduğunu anladım. Her bir dalı bir ömre sığmayacak kadar derin. Çok kitap gelirdi bizim eve. Babam görsel olarak da çok titizdi. Süheyl Hoca ile babamın ilişkisini daha sonra, babamın vefatından sonra, tesadüfen öğrendim. Süheyl Hoca, babamın ölüm haberini kesip saklamış ve altına onunla ilgili bir yazı yazmış. Bu not, bana babamın gençlik yıllarındaki bağlantılarını ve Süheyl Hoca’ya olan hayranlığını daha iyi anlattı.
Babam, Süheyl Hoca’ya çok hayrandı ve bu hayranlık bana da miras kaldı. Hatta babam, küçücük kağıt parçalarını bile atmamı istemezdi. Yıllar sonra Süheyl Hoca’nın defterlerinde o kağıt parçalarının üzerinde yaptığı çizimleri görünce babamın bu tutumunun ne kadar anlamlı olduğunu anladım.
Sanatta nasıl bir yol izlediniz?
Klasik eğitim aldım ama portre çizimine her zaman ayrı bir ilgim vardı. Bu süreçte minyatür, tezhip gibi temel sanatları da öğrenmem gerektiğini fark ettim. Kronoloji bilgisi ve dönem sanatçılarının bıraktığı izleri anlamak için ciddi çalışmalar yaptım. Özgün işler yapmaya başlamam ise 1989 yılına denk gelir. O dönem, anne ve babamı 5 ay arayla kaybettim. Bu kayıplar psikolojik olarak beni çok etkiledi.
Eşim, yaşadığım sıkıntılardan uzaklaşmam için Antalya’ya taşınmamızı önerdi. Böylece turizm sektörüne adım attım. Antalya’da 5 yıl boyunca otelde yaşadık. Haftada 16 saat yabancılara kültürel mirasımız hakkında dersler verdim ve mini sergiler düzenledim. Antalya’nın doğal bir müze gibi olması, medeniyetlerin izlerini taşıması benim için büyük bir ilham kaynağı oldu. Bu süreçte, “Yaşayan Medeniyetler” adlı bir sergi ortaya çıktı.
Aşk olmadan olmaz
Bu sergiden sonra Türkiye genelinde bir çalışmaya mı yöneldiniz?
Evet, Türkiye’nin kültür ve sanat haritasını çıkarmaya karar verdim. Bu süreç tam 35 yılımı aldı. Bir yandan da beyin damarlarımla ilgili ciddi bir rahatsızlık yaşadım ve bu dönem çalışmalarımı yavaşlattı. Ancak pes etmedim. 2013 yılında Türkiye’nin kültür ve sanat haritasını tamamladım. Haritada, her bölgenin mimari özelliklerini, karakteristik yapısını yansıtmaya çalıştım. Yok olmaya yüz tutmuş değerleri birebir yerinde canlandırdım. Bu iş bir gönül işi. Aşk olmadan olmaz. Şimdi sanat akademisinde çalışıyorum. 55 yıllık birikimimi doğru insanlara aktarmak istiyorum. Artık zamanımın kıymetini daha fazla biliyorum. Az ama öz öğrenciler yetiştirme niyetindeyim. Gerçekten istekli ve kararlı olanlarla çalışıyorum.İki yıl süren bir eğitimin ardından katılımcılara “Bu çalışmaları tamamlamıştır” şeklinde bir sertifika sunuyorum. İlk iki yıl boyunca öğrenci yetiştiriyorum; bu aşamada temel bilgi ve beceriler kazandırıyorum. İki yılın ardından ise sanatçı yetiştirmeye geçiyorum. Sanatçı kimliği nasıl oluşturulur, proje seçimi nasıl yapılır ve bu projeler nasıl hazırlanır gibi konuları ele alıyoruz. Hatta röportaj tekniklerine kadar bu kimliği destekleyen her ayrıntıyı öğretiyorum.
Sanat Terapi Eğitimi almışsınız… Size katkısı oldu mu?
Bir dönem İsviçre’de yaşayan bir hanımefendiden kişiye özel sanat terapi eğitimi aldım. O süreçte tıp tarihi kürsüsünde yetişmiş olmanın ne kadar büyük bir avantaj olduğunu fark ettim. Süheyl Hoca’nın bize kazandırdığı geniş bakış açısı, sanat ve bilim dünyasına dair her ayrıntıyı farklı bir perspektiften değerlendirebilmemi sağladı. Çok iyi hattatlar, teshir sanatçıları, sanat tarihçileri ve uzmanlarla çevrili zengin bir kültürel ortamda eğitim almak benim için büyük bir şanstı.
Karşılaştığınız en büyük zorluk neydi?
Moda tasarım eğitimi aldığım dönemde, Süheyl Hoca’nın doğum gününde, bir anka kuşu figürünü bir tuniğe işleyerek hocama hediye ettim. Bu hediye, onun üzerinde büyük bir etki bıraktı ve beni moda alanında da çalışmaya teşvik etti. Onun desteğiyle uluslararası moda festivallerine katılarak, Selçuklu desenlerini kumaş boyalarıyla kıyafetlere uygulamaya başladım. O dönemlerde hazır kumaş boyaları yoktu; bu nedenle birçok zorlukla karşılaştım. Ancak bu çalışmalarım, kültürümüzü moda aracılığıyla tanıtmam için bir başlangıç oldu.
Eserlerinize başlamadan önce nasıl hazırlık yapıyorsunuz?
Bir eser üzerinde çalışmaya başlamadan önce, o konuyla ilgili bir hazırlık sürecine giriyorum. Hem görsel hem yazılı kaynakları titizlikle toplayarak bir kimlik dosyası oluşturuyorum. Daha sonra bu kaynakları özümseyip, kullanacağım parçaları ayıklıyorum. Fazlalıklardan arınarak eserin temel unsurlarını belirliyorum.
Kareli kâğıt üzerinde desen tasarlamak, benim için en disiplinli çalışma yöntemidir. Özellikle mimari detaylar ve karakteristik öğeleri tasarım sürecine dâhil ederim. Minyatür sanatında, anlatım zenginliğini doğru teknik bilgiyle birleştirerek sınırsız olanaklar sunmak mümkündür. Perspektife aykırı olan bu sanat dalında zaman kavramı yoktur; bu da sanatçıyı özgürleştirir. Ancak bu özgürlüğün dengeli bir şekilde kullanılması gerekir.
Benim eserlerimin en önemli özelliği, küçük bir alanda zengin bir anlatım sunmasıdır. Bir resme baktığınızda yalnızca bir tabloyu değil, birçok detaylı hikâyeyi görebilirsiniz. Disiplinli yerleşim ve ritmik bütünlük sayesinde eserlerim gözü rahatsız etmez; aksine, içinde barındırdığı detaylarla izleyiciyi içine çeker.
İç sesimle çalışırım
Üretim sürecinde kendinizi nasıl beslersiniz? İlham almak için bir alışkanlığınız var mı?
İlginç bir şekilde, ben genellikle iç sesimle çalışırım. Müzik dinlemeyi severim, özellikle senfonik müzikler, Mozart gibi. Bazen müzik çalarken duvarda boyalarım, bir şeyler çıkacak mı diye merak ederim. Ama resme başladığımda başka bir boyutta oluyorum, adeta transa geçiyorum. Öncelikle evin içinde bir tur atarım, her şeyin hazır olduğundan emin olmak için. Boyalarımı, fırçamı, suyumu hazırlarım. Her şey tamam olduktan sonra bir tur daha atarım. O andan itibaren, başka bir boyutta olurum. Boyalı suyu içme suyu diye içerim mesela. Ders verirken bu şekilde bir hâlim olmaz ama kendi başıma çalışırken, tamamen başka bir dünyada oluyorum. O anda her şey bambaşka bir şekilde akıyor. Bir şehir bile olsa, onu kendi anlatım dilimle nasıl ifade edebilirim diye düşünüyorum. İçimden “yukarıdan ne gelecek?” diye merak ederim. O an, sadece iç sesimle hareket ederim ve o sesin rehberliğinde işlerimi yaparım.
Size rehberlik eden bir söz var mı?
Süheyl Hoca’mın her sözü benim için çok önemli bir rehber olmuştur. Bize not almazsak konuşmazdı, ama her söylediği çok değerliydi. En çok etkilendiğim sözlerden biri: “Fırçaya sahip çıkın, o da bir gün size sahip çıkar.” Bu söz, benim yaşam yolculuğumun sembolü oldu. Turizmde çalıştığım dönemde, lüks bir otelde hayat devam ediyordu ama bir boşluk vardı. O fırça, beni kurtardı. O fırça sayesinde sanat yönetmeni oldum. O yüzden bu söz her zaman hayatımda bir yön gösterici oldu.
“Yaşayan İnsan Hazineleri” ödülü, size bir değişiklik getirdi mi?
Henüz çok yeni ama 55 yıl süren bir sanat yolculuğunda, ödül almak çok anlamlı. Bu ödül, Cumhurbaşkanımızın elinden almak benim için büyük bir onurdu. Bu ödülü alırken hocamın ruhunu da yanımda hissettim ve bunu Cumhurbaşkanımıza da söyledim. Ödül, hem bir ayrıcalık hem de bir sorumluluk taşıyor. Bu ödül, benim için sadece bir takdir değil, aynı zamanda insanlara değer katmak adına daha fazla sorumluluk da yüklüyor. Şu an da devlet korumasındaki çocuklarla çalışıyorum ve onların sorunlarıyla, renkler yoluyla çözüm arıyorum. Her çocuk farklı, her insan farklı ve ben onlara uygun yollarla ders veriyorum. Onların iç dünyalarına, renklerle dokunarak, onlara yeni bir dünya kuruyorum. Yorgunluktan sonra onları rahatlatmaya çalışıyorum. Bu, benim için çok değerli.
Öğrencilerime katkı sağlamak çok önemli
Anlattıkça bende de birçok şey yerine oturmaya başladı. Siz aslında sanatınızı tek başınıza yaratmanın ötesinde, insanlara dokunmaktan da büyük keyif alıyorsunuz. Birçok sanatçı kendi bildiklerini başkalarına öğretmeyi tercih etmezken, siz bu süreçten mutlu oluyorsunuz.
Sanatın heyecanı bende de farklı bir şekilde ortaya çıkıyor. Kendim için bir şeyler yapmak istediğimde, genellikle bir tür transa geçmem gerekiyor. O sırada başkalarını ihmal etmeden de öğrencilerime katkı sağlamak, onlarla paylaşımda bulunmak çok önemli. Bu yüzden yaz tatilinde, özellikle Temmuz ayında, en verimli dönemlerimi geçiririm. Sıcaklık beni rahatsız etmez çünkü vücut hareketsiz kaldığında, odaklanma gücüm artar. O dönemde kafamda birçok konu şekillenir. Ancak aynı zamanda öğrencilerime proje konusunda fikir verirken, bazen onlar benden çok farklı bir şey ortaya çıkarabiliyorlar. Bu, bilinçaltımda biriken heyecanı onlarla paylaşmak gibi bir şey.
Bazen öğrencilerime projelerde fikir verirken, bir bakıyorum ki onlara öğrettiğim şeyle bambaşka bir şey ortaya çıkıyor. Onların da bilinçaltındaki enerjiyi hissedebiliyorum ve bu çok keyifli. Bir gün bir haber kanalının ekibi buraya geldi, Trabzon Park’tan çekim yapacaklarmış. Çekimler sırasında, “Bizimle çalışıyormuş gibi bir şey yapar mısınız?” dediler. O an “Ben mış gibi yapamam” dedim, ama anlık bir hikâye oluştu. Dışarıda kar yağıyordu ve hemen kartonlardan bir kar yağan çam ağacı çalıştım. Sonra “Daha hızlı çalışabileceğim bir bahar ağacı yapalım” dedim. Bu şekilde çok hızlıca bir şeyler yaparken, aslında hem öğrendiklerimi hem de birikimlerimi hızlıca yansıttım.

Start typing and press Enter to search