Kitab-ı Fal’ın Hikâyesi

Fatih Camii’nin bahçesi… Bugün dahi İstanbul’un en mistik köşelerinden biri olan bu hazire, zamanında yalnızca türbelerle değil, o türbelerin bekçiliğini yapan insanların hikâyeleriyle de dolup taşardı. İşte bu hikâyelerden biri, taşbaskı sanatının büyüsüyle birleşerek günümüze kadar ulaşan Kitab-ı Fal’ın hikâyesidir.
Geleceği öğrenme arzusu, insanlar için her zaman bir merak konusu olmuştur. Osmanlılar da bu merakı dinî ve kültürel bir boyutla harmanlamışlardır. İslam dünyasında “tefe’ül” adıyla bilinen ve genelde hayra yorularak yapılan fal geleneği, bir nevi geleceği okuma pratiği olarak kabul görmüştür. Ancak bu pratiğin, dönemin âlimleri arasında tartışmalara yol açtığını da unutmamak gerek. Kimileri bunu tamamen reddederken, kimileri Kur’ân-ı Kerîm, Mesnevi-i Şerif ya da Divân-ı Hâfız gibi eserler üzerinden tefeül etmiştir.

BİR KİTABIN PEŞİNDE
1857 yılına, yani Hicri 1273 senesine dönüyoruz. O dönemde türbelerin bakımını üstlenen Ser Türbedar Abdülvehhab Efendi, yalnızca türbelerin bekçisi değil, aynı zamanda sanat ve bilgiye olan ilgisi olacak ki Fatih Camii haziresindeki türbelerin bahçesine, o dönemde nadir görülen bir taşbaskı atölyesi kurmuştu. Bu Litografya Destgâh’ında ne kadar eser basıldığı ya da hangi eserlerin ortaya çıktığı tam olarak bilinmiyor. Ancak elimizdeki Kitab-ı Fal , bu atölyeden/matbaadan çıkan nadir eser olarak karşımızda duruyor. Kitabın girişinde şu dikkat çekici cümle yazılı:
“İşbu Tefe’ül-name, Ebu’l Feth Gazi Sultan Muhammed Han Hazretleri’nin Türbe-i Şerifesi bahçesinde, Ser Türbedar Abdülvehhab Efendi’nin kendi Litografya-yı Destgah’ında tab ve temsil ettirilmiştir. “Hicri 1273 senesinde.”
Kitap, üzerinde harfler ve rakamlar bulunan bir zar kullanılarak başlatılan bir düzeni içerisinde. Zar atıldığında, köşelerinde yazılı olan “Ha, Re, Şın, Ye, Dal” (yani “Hurşid” kelimesini oluşturan harfler) ile bir tür yıldızname yolculuğu başlıyor. Zarın gösterdiği harfe göre kitabın farklı bölümlerine yöneliyorsunuz: önce yıldızlara, sonra kuşlara, ardından hayvanlara ve nihayetinde peygamber isimlerine ulaşıyorsunuz. Sonuçta, her peygamber isminin altında yazılı olan beyitler size falınızın cevabını veriyor.
Kuşlar arasında Zümrüd-ü Anka, Kartal, Hüma Kuşu, Ördek, Deve Kuşu, Tavus, Leylek ve İbibik gibi çeşitlilik bulunuyor. Peygamber isimleri ise İshak (a.s.), Yakup (a.s.), İsa (a.s.), Hıdır (a.s.) peygamberlerin isimlerini içeriyor. Bu karmaşık sistem, o dönemin insanlarının hayal gücünü ve kültürel dünyalarını yansıtan bir eser olarak dikkat çekiyor.
TAŞBASKI ATÖLYESİNDEN BUGÜNE
Kitabın içeriği kadar, fiziksel özellikleri de hayli ilgi çekici. Baskı kalitesi oldukça ilkel; harflerde yer yer hatalar ve siliklikler var. Ancak kullanılan kâğıt, dönemin standartlarına göre fena sayılmaz. Özellikle zarın ve kuşların görselleri ile peygamber isimlerinin yazıldığı başlıklar, bir hattat titizliğiyle hazırlanmış. Kitabın son sayfası bize Hattat hakkında detaylı bilgiler (Ketebe) veriyor: “Ketebe: Seyyid Mehmet Hulusi’nin talebesi, meşhur hattat Hafız Hüseyin Hüsnü el-Kastamonî.”
Abdülvehhab Efendi’nin bu mütevazı ama anlamlı girişimi, Fatih Camii’nin taş duvarları arasında unutulmuş bir hikâye olarak bugün yeniden hayat buluyor. Bir taşbaskı atölyesinde başlayan bu hikâye, hem o dönemin kültürel zenginliğini hem de insanlığın bitmek tükenmek bilmeyen merakını bizlere apaçık gösteriyor.

Start typing and press Enter to search