Tarihi Yarımada’da Mimari Hareketlilik: Rekonstrüksiyon ve Güngörmez Mescidi Üzerine Bir İnceleme
Tarihî Yarımada, tarih öncesi dönemlerden başlayarak Yunan, Roma, Bizans, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinin izlerini taşıyan köklü kültürel bir geçmişe sahiptir. Marmara Denizi, Haliç ve Boğaziçi ile çevrili bu bölge, Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis olarak yükselmiş, Yerebatan Sarnıcı, Aya İrini, Ayasofya ve Kariye gibi anıtsal yapılarla dönemin merkezi olmuştur. Osmanlı döneminde ise Topkapı Sarayı, Kapalıçarşı, Süleymaniye Camii, Sultanahmet Camii, Tarihi Gar ve Postane gibi yapılarla Osmanlı mimarisinin her döneminin zirvesine ulaşmıştır. Cumhuriyet dönemi ulusal mimari yapıları ve modern kent meydanlarıyla bölge hem özgün kent dokusu hem de farklı medeniyetlerin izlerini bir arada barındırmaktadır. Bu bölgedeki yapıların birçoğu geçmişten günümüze geçirdikleri onarımlar, mimari dönüşümler ve restorasyon çalışmaları sayesinde günümüze ulaşmış ancak doğal afetler, savaşlar, kentleşme süreçleri ve ihmaller bu bölgede birçok tarihi yapının yok olmasına veya ciddi şekilde tahrip olmasına da neden olmuştur.
Günümüze ulaşan tarihî yapılar, restorasyon çalışmalarının akabinde pasif koruma yöntemlerinden olan aktif işlevlendirme yoluyla korunmaktadır. Bu yaklaşım, Roma dönemi mirasını devralan Bizans’ta başlamış, ardından Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde de devam etmiştir. Örneğin, Ayasofya’nın kiliseden camiye, ardından müzeye ve günümüzde tekrar camiye dönüşümü; Kariye Camii’nin farklı işlevler kazanması ve daha sonraları Zeyrek Camii olarak adlandırılan Pantokrator Manastırı Kiliselerinin önce medrese akabinde camiye çevrilmesi de bu yapısal dönüşümlerin önemli örneklerindendir. Aynı şekilde, Osmanlı döneminde camiye dönüştürülen yapılara eklenen minareler veya çevrelerine inşa edilen medreseler, sıbyan mektepleri ve hamamlar, bölgedeki mimari hareketliliğin ivme kazandığını göstermektedir. Bunun yanı sıra, Topkapı Sarayı’nın ve türbelerin müzeye dönüştürülmesi gibi örneklerle Osmanlı eserleri farklı işlevler kazanarak yaşamaya devam etmiştir. Ayrıca, Sirkeci Garı, İstanbul Arkeoloji Müzeleri ve PTT Büyük Postane Binası gibi yapılar ise tarihsel işlevlerini büyük ölçüde koruyarak günümüze ulaşan önemli kültürel miraslarımızdandır.
Öte yandan, günümüze ulaşamayan ancak tarihî belgelerde, fotoğraflarda, gravürlerde yer alan ya da arkeolojik kazılarla ortaya çıkarılan yapılar ile harap durumda olup yalnızca bir kısmı günümüze ulaşan yapılar için ayrı bir süreç izlenmektedir. Bu yapıları yeniden kazandırmak amacıyla müzeler, kopuma kurulları ve belediyeler tarafından yürütülen rekonstrüksiyon çalışmaları, kültürel mirasın korunması ve bölgenin tarihi kimliğinin sürdürülebilirliği açısından büyük önem taşımaktadır. Rekonstrüksiyon projelerinde mimari özgünlük ve belgesel doğruluk gibi faktörler öne çıkmakta, yapının fiziksel unsurlarını korumanın yanı sıra tarihi ve kültürel bağlamın da gözetmek esastır. Aynı zamanda, bu yapıların sosyal işlevleri de dikkate alınarak, tarihsel süreçteki rollerinin yaşatılması hedeflenmektedir.
Bu çalışmalar, geçmişin izlerini günümüze taşıyarak geleceğe aktarmayı hedefleyen çok yönlü projeler olup, her bir yapı özelinde şehrin farklı kültür ve medeniyetlerine ait katmanların bir arada yaşamasına olanak tanımaktadır. Bununla birlikte, rekonstrüksiyon çalışmalarıyla yeniden inşa edilen yapıların birçoğu kendi özgün işleviyle varlığını sürdürürken, aktif işlevini yitiren yapılar müze, kültürel merkez ya da galeri gibi yeni işlevlerle şehrin mimari ve kültürel hafızasında yaşamaya devam etmektedir.
Bu kapsamda, özellikle son yıllarda tarihî yarımadada dikkat çeken bir yapı hareketliliği yaşanmaktadır. Kültür ve Turizm Bakanlığı, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve Fatih Belediyesi’nin iş birliğiyle pek çok yapı bölgeye kazandırılmış olup inşa ve proje aşaması devam eden çalışmalarda vardır. Çalışmaları tamamlanarak bölgeye kazandırılan yapılardan bazıları arasında Güngörmez Mescidi ve Meşrutahanesi, Tunuslu Hayrettin Paşa Türbesi ve Haziresi, Helva-i Yakup Dede Tekkesi, Haydarhane Camii, Simkeş Mescidi, Arpa Emini Mescidi, Muid Ahmed Efendi Medresesi ve Darüşşafaka Kütüphanesi yer almaktadır.
Bu yapılardan Güngörmez Mescidi, adını tarihe mâl olmuş bir geçmişten almaktadır. Yazılı kaynaklarda Sultanahmet Camii’nin arka sokağında bulunan bu mescidin antik Roma döneminde Zeus Hippios Tapınağı’nın bulunduğu bir alanda yer aldığı ve 10. yüzyılda Bizans döneminde kiliseye dönüştürüldüğü yazmaktadır. Doğal afetlerden ve işgallerden etkilenen kilise İstanbul’un fethinden sonra, Fatih Sultan Mehmed’in arabacıbaşısı Bayezid Ağa baniliğinde mescite çevrilmiştir. Deprem ve yıldırımlardan etkilenen yapı işlevini yitirmeden çeşitli onarımlarla varlığını sürdürmüştür. Belki de yapının geçirdiği en büyük patlama olan 1489-1490 yılındaki yıldırım hadisesi Prof. Dr. Mustafa Cezar’ın Osmanlı Devrinde İstanbul’da Yangınlar ve Tabii Afetler adlı eserinde “… etrafında dört mahalle-i azim ki bir kasaba-i vasıa miktarı var idi, zir-ü-zer ve sükkanına kayd-ı mevt rehber olub, etrafında olan ebniyenin bazısı tesakıt-ı ahcar ile ve bazısı harekat-ı atika naşi olan zelzele-i rustehiz-i asar ile münhedim ve eseri mün’adim oldu. Azm-ı asüman eden kubbe-i deyr felek kahr-ı mukarribi seyr idüb kızıl ada kurbinde deryaya düştü. Perran olan taşlar geçe-i galata ve geçe-i üsküdar’a düştü” diye geçmektedir. Buradan düşen taşlar Galata’ya, Üsküdar’a düşer ve tarihçi Karaçelebizade Abdülaziz Efendi’ye göre Galata’ya düşen büyük taş parçası Fındıklı sahilinde, Çizmeciler Tekkesi denilen yerde kısmen suyun altında durmaktaymış ve bu taş parçasına verilen ‘Kaba Taş’ adı günümüzde semtin adı olmuştur.
19. yüzyılda Tunuslu Hayreddin Paşa (?-1890) Güngörmez Mescidi’ne konağına yakın olmasından dolayı kendisi bir türbe inşa ettirmiştir. Ancak tarihsel süreçte doğal afetler ve yıkımlar nedeniyle mescit, türbe ve 16. yüzyılda inşa edildiği tahmin edilen meşrutahane zamanla kullanılamaz hâle gelmiş ve bu alanın kotu yükseltilerek otoparka dönüştürülmüştür.
2019 yılında başlayan arkeolojik kazılar sırasında Güngörmez Mescidi’nin temelleri, Sultanahmet Külliyesi’nin bir parçası olduğu düşünülen sarnıç ve yakınındaki meşrutahanenin kalıntıları gün yüzüne çıkarılmıştır. Ayrıca mescidin mihrap önünde çok sayıda mezar taşı ve insan iskeleti bulunmuş; bu alanın geçmişte definlerin yapıldığı bir hazire olduğu anlaşılmıştır.
Kazılar sonucunda elde edilen veriler doğrultusunda meşrutahane ve mescit yapıları rekonstrüksiyon yöntemiyle yeniden inşa edilmiş ve Bizans dönemine ait mimari parçalar alanda korumaya alınmıştır. Böylelikle Güngörmez Mescidi, Tarihi Yarımada’daki yerini tekrar almıştır.
Ayrıca kazılar sırasında Tunuslu Hayreddin Paşa Türbesi’nin zeminine ulaşılmış ancak herhangi bir defne rastlanmamıştır. Türbenin, bir makam türbesi olduğu anlaşılmış ve bu doğrultuda sembolik bir ahşap sanduka yerleştirilmiştir. Ayrıca türbenin haziresinde dağınık hâlde bulunan mezar taşları restorasyondan geçirilerek alanda korunmuştur. Mezar taşları, Hicri 1141-1281 (Miladi 1735-1865) yıllarına tarihlendirilmiştir.
Bu çalışma ile bir kez daha Tarihî Yarımada’nın köklü tarihinden günümüze kadar süregelen çok katmanlı bir kültürel geçmişe sahip olduğu görülmüş ve kentin farklı medeniyetler tarafından nasıl dönüştürüldüğüne ışık tutmuştur. Güngörmez Mescidi ve çevresi, tarihî yapıların korunması ve halkın erişimine sunulması ile geçmişin gelecek nesillere aktarılmasında önemli bir adım olurken İstanbul’un çok kültürlü geçmişine ve dinî mirasına dair zengin bir anlatı sunmaya devam etmektedir. Bunun yanında, doğal afetler ve yıkımların şehrin tarihi dokusuna verdiği zararın nasıl aşılabileceği konusunda bir rehber niteliği taşımaktadır.
Tarihî yapı hareketliliği ve rekonstrüksiyon, bir yandan geçmişin izlerini korumaya çalışırken diğer yandan günümüz şartlarına uygun yeni alanlar yaratmayı amaçlayan disiplinlerarası bir yaklaşım gerektirir. Tarihî yapıların hareketliliği, doğal afetler, savaşlar ve insan müdahalelerinden kaynaklanan hasarların nasıl yönetilmesi gerektiğine dair önemli dersler sunmaktadır. Günümüzde teknolojinin sağladığı imkânlar ve koruma bilincinin artması ile birlikte, rekonstrüksiyon projeleri daha hassas ve etkili bir şekilde gerçekleştirilmektedir.
Son olarak, tarihî yapılar üzerine yapılan bu çalışmalar, farklı medeniyetlerin bir arada yaşama ve dönüşüm hikâyesini anlatan eşsiz bir alan oluşturmakta ve yalnızca geçmişi korumakla kalmayıp, aynı zamanda kentsel alanların tarihsel kimliğini güçlendirerek toplumsal belleğin canlı tutulmasına katkı sağlamaktadır. Bu projeler, sürdürülebilir bir kültürel miras yönetimi için önemli bir yol haritası sunmaktadır. Tarihî Yarımada, her geçen gün daha da değerli hâle gelen bu çalışmalar sayesinde, geçmişin izlerini bugüne taşıyan ve geleceğe aktaran bir dünya mirası olarak varlığını sürdürecektir.