MEDENİYETLERİ BÜNYESİNDE BARINDIRAN BİR YAPI
İstanbul’un Fatih ilçesi, Alemdar Mahallesi Hacı Beşir Çıkmazı sokağında bir bina var ki bize İstanbul’un kültürel hareketliliğini anlatır. Hep duyarız ya akademisyen hocalarımızdan “İstanbul yaşayan bir höyük” gibidir diye… Bu kavram çok doğru aslında; toprağının her katmanında farklı bir medeniyet yatmakta, her geçen gün yeni arkeolojik verilerle İstanbul’un tarihinin daha eski yıllara dayandığına şahit oluyoruz.
Şimdi bu güzel kentin yeni bir Roma olarak yükseldiği, Konstantin’in kurduğu bir şehir canlandıralım gözümüzde. Büyük Konstantin yeni bir başkent kurmayı planladı ve çok kısa bir sürede şehri yeniden düzenleyerek; surlar, tapınaklar, resmi binalar, saraylar, hamamlar, hipodrom ve villalar inşa ettirmiştir. Konstantin, İstanbul’u eşsiz bir kent hâline getirmiş ve Roma’nın ileri gelen soyluları ve çevresini burada yaşamayı cazip göstererek ikna etmiştir. Bir düşünsenize Konstantin’in başarısını yıllara meydan okuyan geleneklerine bağlı bir senatonun Roma kenti için asırlardır uğraştığı bir düzende yeni bir başkent kuruyorsunuz ve batıdan doğuya yerleşmeleri için ikna ediyorsunuz. Batıdan doğuya doğru olan bu hareketlilik başarılı olacaktır ve Roma kültürünün Hristiyanlıkla birleşip Bizans kültürünün doğuşuna ve gelişmesine sebep olacaktır.
Konstantin halkın hem temel ihtiyacı olarak hem de eğlence-kültür merkezi olan hamamların işleyebilmesi için şehrin su ihtiyacını karşılayan yapılar yaptırmıştır. Bu yapılardan biri de sarnıçlardır. Sarnıçlar her ne kadar su ihtiyacını karşılamak için yapılsa da aslında bir görevleri daha bulunmaktaydı. Yedi tepeden oluşan İstanbul’un tepelerini genişleterek düz bir alan oluşturmak gibi bir amaçla da yapılıyordu, en güzel örneği Ayasofya’nın altındaki sarnıçlardır. Asıl amacı su tutmak olan bu sarnıçlar, üstünde yapılan taşınmazında sağlam bir zemine oturmasına yardımcı olmaktaydılar. Alemdarda bulunan binamızın en alt kısmına baktığımızda bir sarnıç görmekteyiz. Sütun ve sütun başlıklarının Roma dönemi, üstünde taşınan yaprak tuğlalı kemerli kısımlar ise Bizans döneminin izlerini göstermektedir. Burada Roma ve Bizans olarak ayırmak çok doğru olmadığından genel bir tarihlendirme ile aslında Doğu Roma dönemi dememiz daha doğru olacaktır. Konstantin’in başlattığı kültürel hareketliliğin sanata yansımış halinin ilk katmanını binamızın zemin altında kalan sarnıç kısmında görebilmekteyiz.
Tarihler 15. yüzyılın ortalarını gösterdiğinde Konstantinopolis kurulduğundan beri hiç fethedilememiş bir kent olarak unvanını korumaktaydı. Ancak Peygamberin övgüsüne layık olmak isteyen Müslüman liderler ve askerler bu durumu değiştirecekti. 1453 tarihinde Hz. Muhammed (s.a.v.) tarafından “Konstantiniyye mutlaka fethedilecektir, onu fetheden ordu ne güzel ordu, onu fetheden komutan ne güzel komutandır.” hadisiyle müjdelenen Avrupa’da “Büyük Türk” olarak bilinen Sultan II. Mehmed komutanlığında Türk ordusuyla Konstantiniyye fethedilmiştir. Böylelikle Konstantinopolis günümüze kadar devam eden Türk hakimiyetine girmiştir. Osmanlı döneminde ismi “Konstantiniyye” olarak devam etmiştir. Fatih Sultan Mehmed’in emri üzerine şehir yeniden ihya edilmeye başlanılmış olup saraylar, yeniçeri ocakları, külliyeler ve külliyeler etrafında Türk mahalleleri inşa edilmiştir. Büyük Konstantin’den sonra yine tarihin bir cilvesi olmalıdır ki Avrupa’nın Büyük Türk dediği Sultan II. Mehmed, İstanbul’un ikinci kurucusu olarak tarih sahnesine çıkacaktır. Bu sayede İstanbul ikinci kültür hareketliliğine şahit olacaktır.
Şimdi tüm bu bilgiler eşliğinde Alemdardaki binamıza ve çevresine yeniden bakalım. Gözümüze ilk olarak Hacı Beşir Ağa Külliyesi çarpacaktır. Külliye içinde cami, medrese, tekke ve hamam bulunmaktadır. Binamızın sarnıcın üstünde bulunan zemin kısmı, Erken Osman ve Klasik Osmanlı duvar tekniği ile örülü olduğu anlaşılıyor. Ayrıca sarnıcın sütun ve kemer aralarındaki sonradan örülmüş duvarlarda Osmanlı dönemi duvar örgüsünü yansıtır. Yapıyı sağlamlaştırmak ve sarnıçta bir mekân olgusu oluşturmak için yapılmış olabileceğini düşündürür. Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’a getirmiş olduğu Türk ve İslam kültürünün izini sur içinin her adımında gördüğümüz gibi binamızın zemin kat duvarlarında da görürüz. Zemin üstünde bulunan birinci katın duvar örgüsüne bakıldığında köşelerde kesme taş kullanıldığı gözlemleriz. Bazı yerlerinde yer yer ateş tuğlası ile tamamlanmıştır. Bu duvar örgüsüne baktığımızda Osmanlı dönemini çağrıştırır. En üst katın ise tamamen ateş tuğlası ile yapıldığı görülmekte olup bu da bize Geç Osmanlı Dönemi ve Erken Cumhuriyet Döneminde yapılmış olduğunu göstermektedir. Çatı ise günümüz tuğlası ile yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu bina İstanbul milattan sonraki medeniyetlerinin günümüze kadar gelen mimari izlerini taşıyan kültür hareketliliğini gösteren en güzel örnek yapılardan biridir.
Medeniyetlerin doğduğu ve geliştiği bu kent, tarih boyunca birçok farklı kültürün, inanç sisteminin ve toplumun bir arada var olmasını sağlamış, adeta bir kültürel harmoni yaratmıştır. Farklı medeniyetlerin izlerini taşıyan, birbirini takip eden, birbirinden beslenen bir yapıya sahiptir. Tıpkı bu yapı gibi, geçmişin her bir katmanı, kendisinden önceki dönemin birikimlerini üzerine ekleyerek bir devinim halinde sürekli bir değişim ve gelişim içindedir. Her yeni gelen, önceki kültürlerin miraslarından beslenir ve bu mirası kendi düşünsel, sanatsal, toplumsal ve siyasi anlayışlarıyla harmanlayarak, daha önce var olanların üzerine yeni izler bırakır. Bu süreç, bir yandan tarihin akışı içinde sürekli bir yenilenme ve evrim gösterirken, diğer yandan geçmişle bağlarını koparmadan, geçmişin değerlerini ve deneyimlerini bugüne taşır. Böylece her gelenin bıraktığı izler, sadece kendi zaman diliminde değil, sonraki nesiller için de bir rehber işlevi görür. Bu coğrafyada süreklilik, bir kırılma noktası ya da yenilik değil, birikimin ve bir aradalığın bir ifadesi olarak varlığını sürdürmektedir.