Altın Post’un Peşinde, Yarımada Sokaklarında Tenten Fatih’te
Filmler hafızadır; bazıları yalnızca hikâye anlatmaz, aynı zamanda bir dönemi, bir kenti, bir ruh hâlini belgelemeye başlar. Özellikle de şehirlerin sokaklarına, gündelik yaşamın ayrıntılarına dokunan yapımlar, zamanın donmuş karelerine dönüşür. Tenten’in İstanbul’u da tam olarak böyledir. Sakin, zarif, kendi halinde; sokaklarında çocuklar oynar, seyyar satıcıların sesi taş duvarlara çarpardı. Bu film, yalnızca bir macerayı değil, eski İstanbul’un kayıp yüzünü de gözler önüne serer. 1961 yılı Fransız-Belçika ortak yapımı Tintin et le Mystère de la Toison d’or (Tenten ve Altın Post’un Gizemi) filmi, Hergé’nin meşhur karakteri Tenten’in sinemaya aktarıldığı ilk uzun metrajlı yapım olmasının yanı sıra, çekim yerleriyle de dikkat çeker. Filmin önemli bir bölümü, dünyanın tarih sahnesine çıktığı nadide yerlerden biri olan İstanbul’da, özellikle de Fatih’te geçer. Çünkü bu devasa şehrin ortasında, belki de ruhunu en çok koruyabilmiş olan bölge tam da burasıdır. İstanbul’u İstanbul yapan ne varsa, izlerini burada bulmak mümkündür. Bu durum, Tarihî Yarımada’nın Batılı sinemacıların dahi zihninde ne denli etkileyici bir yeri olduğuna dair çarpıcı bir işarettir.
Tenten’in Güzergâhı: Bir Kent Belleği Rotası
Tenten’in çetin bir maceraya atıldığı bu yapımda, Tenten ve Kaptan Haddock, Kaptan’a miras kalan yük gemisini almak üzere ilk olarak Eminönü’ndeki bir limana gelirler. Daha sonra Hasköy’de bir kahvehanede Fener ve Yavuz Selim Camii manzarasına karşı çay, kahve ve nargile içerken gizemli bir telefonla her şey değişir. Malik adlı rehber (Ulvi Uraz) yanlarına gelir ve rehberlik teklif eder; böylece tur başlar. Galata Köprüsü’nden Sultanahmet’e, oradan da hamalların ve seyyar satıcıların bolca bulunduğu İstanbul’un dar ve otantik sokaklarına geçilir. Yolları Küçükpazar’daki Sarıbeyazıt Camii’nden aşağı doğru ilerler.
Bu sırada Tenten’in köpeği Milu, Tavanlı Çeşme’den oradaki çocukların yardımıyla susuzluğunu giderir. Tenten ve Kaptan Haddock ise çeşmenin yaklaşık 20 metre ötesindeki bir antikacıdan iki adet vazo alarak yollarına devam eder. O sahnede tam karşıdan Zeyrek Camii izleyiciye adeta selam verir. Rota daha sonra Rumeli Hisarı’nda son bulur.
Arka planda insanların giyim kuşamı, neşesi, at arabaları, seyyar satıcılar, klasik arabalar ve sokakların cıvıltısı göz kamaştırır. Her kare adeta bir kartpostal gibidir. Bugün artık nesli tükenmiş birçok seyyar satıcı da dikkat çeker. Bu da, bir anlamda 1960’lar İstanbul’unun görünmeyen bir belgeselidir. Bu sahnelerde yalnızca bir film karesi değil, aynı zamanda bir kültür, bir zaman ve bir ruh yakalanmıştır.
Günümüzde kentsel hafıza için görsel belgelerin ne kadar değerli olduğu düşünüldüğünde, bu yapım İstanbul’un geçmişiyle bugünü arasında güçlü bir bağ kurar. Film, kentsel kimliğin ne kadar hızlı değişebileceğini göstererek bugünkü koruma çabalarına da ilham verir. Aynı zamanda nostaljik bir yapım olmanın ötesinde, şehir tarihçileri, mimarlar ve kültürel miras çalışanları için bir başvuru kaynağı niteliğindedir. O dönemden bugüne değişen yapılar, yıkılan ahşap konaklar ve yeniden inşa edilmeye çalışılan alanlar bu film sayesinde belgelenmiş olur.
Tenten filmi, İstanbul özelinde Fatih’in “gizemli”, “kadim” ve “egzotik” bir alan olarak algılandığını gösterir. Benzer bir bakış açısını 2012 yapımı Skyfall (James Bond), Taken 2 ya da Inferno gibi filmlerde de görmek mümkündür. Ancak Tenten, bu temsillerin ilklerinden biri olarak ayrı bir önem taşır. Bu durum, Fatih’in yalnızca tarihi değil, aynı zamanda sinematografik bir atmosfer sunduğunun da kanıtıdır.
Bir Filmden Fazlası
Fatih’in önemi yalnızca içinde barındırdığı tarihî eserlerde değil, aynı zamanda şehrin kolektif hafızasında tuttuğu yerle ilgilidir. Tenten’in kamerası bize bu hafızaya ait çok değerli kareler sunar ve Fatih, bu ruhun başlıca sahnesidir. Yüzlerce yılın tanığı olan bu bölge, bir yandan sinemaya konu olacak kadar etkileyici, diğer yandan her gün üzerinden binlerce insanın geçtiği canlı bir hafızaya sahiptir. Tenten’in adımları belki sessizce geçip gitmiştir bu sokaklardan, ama arkasında bir hikâye bırakmıştır: Fatih’in sadece bizim değil, dünyanın da hafızası olduğuna dair bir hikâye…