Ölümden Sonra Aile Bağları:

Osmanlı toplumunda aile, sadece toplumsal yapının temel birimi değil, aynı zamanda bireyin kimliğini ve sosyal statüsünü belirleyen en önemli aidiyet alanlarından biridir. Bu aidiyet, bireyin yaşarken taşıdığı soy bağı ve sosyal kimlik ile sınırlı kalmayıp, ölüm sonrasında varlığını mezar taşında sürdürerek maddi bir karşılık bulmaktadır. Osmanlı sanatında kendine has bir üslupla ortaya çıkıp gelişen bu mezar taşları bireyin adını, cinsiyetini, ölüm tarihini, belgeleyen bir kimlik gibi olmakla birlikte aile bağlarının da yansıdığı metinsel ve görsel bir anlatı bütünüdür.
Genellikle baş ve ayak şahideleriyle tanımlanan Osmanlı mezar taşlarında, baş şahide; kişinin mesleğini, toplumsal statüsünü ya da cinsiyetini simgeleyen bir başlık ya da çiçek motifiyle bezenmiştir. Taşın gövde kısmında yer alan kitâbeler, hat sanatının incelikli örnekleriyle ölüm sonrası kimliğe dair bilgiler sunarken, ziyaretçiyi dua etmeye davet eden ifadelere de yer vermiştir. Ayak şahidesi ise çoğunlukla simgesel çiçek, meyve ya da kişisel eşyalarla zenginleştirilmiş, sembolik anlatımıyla dikkat çeken bir unsurdur. Açık, pehleli, lahit ya da sanduka tiplerinde karşımıza çıkan mezar taşları süsleme ve kitabeleri dönemsel farklılıklar göstermektedir.
Ölüm bu dünya ile ilişkimizi ayıran yegâne gerçek, mezar taşları ise aile bağları devam ettiren somut varlıklardır. Bu bağlamda, Humbarahane Muvakkidi Hafız Osman Efendi’nin vefat eden eşi Şerife Hanife Hanım ve oğulları Seyyid Mustafa Hikmet Molla için yaptırdığı mezar taşı dikkat çekici bir örnektir. Annenin hamileliği ile tek bedende taşıdığı çocuğu aynı blok mezar taşı üzerinde kabartma olarak işlenen mezar taşı hem simgesel hem de anlatısal yönüyle özgün bir eserdir. Üst kısmı kıvrım dallarla süslü ince bordür silme ile çevrelenmiş mezar taşına işlenen şu kitabe, ölümün kutsallığı ile İslam inancında doğum sırasında vefat eden kadının şehit kabul edilmesi inancını yansıtır:
‘Rahmetullahi aleyha
Veda-i alem-i fani eden (fani aleme veda eden)
Hamlini vazedip şehiden (doğum yapıp şehid olarak)
Ecel cam’ın nuş eden (Ecel şarabını içen)
Humbarahane muvakkiti Hafız Osman
Efendinin zevcesi Şerife Hanife
Hanımın ruhuna Fatiha
Ra-19, sene 1248 (15 Eylül 1832).
Anne karnında bir fetüs gibi betimlenen bebek figürü, taşın üst kısmındaki sarıkla birlikte cinsiyetini açıkça gösterir. Mezar taşının üzerinde yer alan “Mahdûmu Seyyid Mustafa Hikmet Molla – Rûhiçun Fâtiha” ifadesi hem ismi hem de aile bağını belgeleyen nadide bir unsurdur. Bu mezar taşı, Prof. Dr. Nurhan Atasoy’un girişimleriyle Edirnekapı Mezarlığı’ndan alınarak, Türk ve İslam Eserleri Müzesi koleksiyonuna kazandırılmış olup bugün müzede sergilenmektedir.
Taşa İşlenen Yas: Kırık Bir Gül, Bağlı Duvak ve Hüzün Çiçekleri
Kanûnî Sultan Süleyman Külliyesi haziresi, Evliya Çelebi’nin ifadesiyle “güller içinde” bir makamdır. Bugün bu hazirede yer alan mezar taşları, yalnızca defnedilmiş kişilere dair değil, aynı zamanda bir dönemin estetik, inanç ve yas kültürüne dair bilgiler sunmaktadır. Bu mezar taşları arasında baş şahidesindeki duvakla arz-ı endam eden Fatıma Müşerref Hanım’ın mezar taşı en dikkat çekici örneklerdendir.
Fatıma Müşerref Hanım, Osmanlı’nın son döneminde seçkin ailelerinden olup Abdullah Galip Paşa’nın torunu, Selanik eşrafından Damga Başmüdürü Mustafa Fevzi Bey’in kızıdır. 13 Ocak 1910 tarihinde, henüz on yedi yaşında iken hayatını kaybeder. Genç yaşta gelen bu kayıp, ailesi için büyük bir yıkım olur ve bu hüzün, mezar taşına incelikli bir sanatla yansıtılır. Galata’daki ünlü Pascalides firmasına sipariş edilen ve Rum taş ustaları tarafından yüksek işçilikle işlenmiş mermer lahit mezar hem biçim hem de süslemeleriyle öne çıkmaktadır.
Baş şahidede yer alan ve iki yandan kurdeleyle bağlanmış zarif dökümlü duvak motifi, genç kızın ömrünün gelinliğe erişemeden sonlandığını simgeleyen ve mezar taşlarında nadiren görülen yüksek bir temsildir. Ayak şahidesindeki kırık gül motifi genç yaşta ölmesiyle güzelliğini ve yaşamının yarım kalışını simgeler. Lahit ise kabartma girland hüzün çiçekleriyle çevrilidir.
Baş ve ayak şahidesinde yer alan celi talik kitabe mezar taşını sadece bir kimlik göstergesi olmaktan çıkarıp bir edebi ve duygusal anlatı alanına dönüştürmüştür. Şiirsel anlatımda Fatıma Müşerref Hanım’ın iffeti, zekâsı, edebi meziyetleri ve güzelliğine değinilerek ailenin yası şu şekilde ifade edilmiştir;
Ey zâ’ir şu taşın altında yatan genç
Kızların en pâk ve afîf ve en zekî
Ve en güzellerinden biri idi heyhât…
Bu taş, hem bireysel bir acının kamusal bir hafızaya dönüşmesini hem de erken Cumhuriyet öncesi Osmanlı elit çevresinde yasın ifade biçimlerine dair önemli bir örnek teşkil etmiştir.
Bu döneme ilişkin diğer bir örnek ise Ahmed Cevad Paşa Türbesi’nin arkasında türbe ile istinat duvarı arasında kalan alanda Ahmed Cevad Paşa’nın anne-babasının mezarıdır. Sultan II. Abdülhamid Han’ın sadrazamı olan Ahmed Cevad Paşa, henüz çocuk yaşta anne babasını kaybetmiştir. 1900 yılında vefat eden Ahmed Cevad Paşa ile 1915 yılında vefat eden kız kardeşi Hacer Sare Hanım bu aile kabristanına defnedilmiştir.
1901 yılında Mimar Kemalettin tarafından paşa adına inşa edilen türbe bu alanı ikiye bölmekle bir anlamda ailevi bütünlüğün mekânsal olarak da parçalanmasına neden olmuştur. Bugün türbe çevresinde gelişen apartmanlar ile ziyaret edilmesi pek kolay olmayan alanda gözden uzakta kalan Ahmed Cevad Paşa’nın babası Miralay Mustafa Asım Bey’in baş şahidesi dönemin fes özelliklerinde olup adeta bir asker üniforması gibi omuz kısımları yüksek tutulmuş, ince bordürle çevrelenmiş bir kitabesi vardır. Kitabesi “Hüv’el Baki” ile başlamakta olup Miralay Asım bey’in Ahmed Cevad Paşa’nın babası olduğu ifade edilmektedir. Bu durum mezar taşının Ahmed Cevad’ın paşa olduktan sonra yenilediğini göstermektedir. Ayak şahidesi ise kabartmalı zarif bir vazo ile vazodan çıkan çiçeklerle süslenmiştir.
Annesinin baş şahidesi merkezde kabartma ve etrafı yaprak çelenk ve küçük çiçeklerle bezeli ihtişamlı bir başlıktır. Kıvrımlı zarif bir bordürle çevrelenen kitabesinde Ahmed Cevad Paşa’nın Validesi Fatma Tül-Zehra Hanım’ın kabri olduğu yazılıdır. Ayak şahidesinin üst kısmı ise kıvrımlı bir yaprak ve çiçeklerle süslü olup ince bir silmeyle sınırlı gövdesi asma yaprakları ve salkım üzümlerle süslenmiştir. Cennet meyveleriyle süslenmiş mezar taşı da yenilenmiş ve mezar taşının pehlesinin üzerinde taş sanduka konulmuştur. Bu sandukaya türbelerde gördüğümüz sandukalardaki gibi üzeri badem yapraklı püsküllü bir şal işlenmiştir. Bununla birlikte ortasındaki ay yıldızın etrafı ışınsal oklar çevrelenmiştir. Bayraklarda, sancak ve armalarda görülen ay yıldız ailenin Müslüman oluşuna, askeri görevlerine bir göndermedir.
Belki de türbe yapılırken bu mezar taşları yenilenmiş ve kitabelerinde aile bağları Ahmed Cevad Paşa’nın anne ve babası olarak belirtilmiştir. Türbe içerisinde yer alan Ahmed Cevad Paşa’nın mezar taşı babasının mezar taşı ile benzer özellikte olup kitabe de aynı niteliktedir. Yalnızca kız kardeşi Hacer Sare Hanım’ın mezar taşı özelliklerde farklı olup sonraki dönemlerde yenilenmiştir.
Değerlendirme
Fatih bölgesindeki türbe, hazire ve müze koleksiyonlarında yer alan örnekler, aile bağlarının taş üzerindeki temsiline dair zengin bir ikonografik ve epigrafik çeşitlilik sunar. Süslemeler ikonografik olarak özenle seçilip kişi hakkında bilgi verirken ya da onun için temenni edilen sonsuz yaşamı, cennet meyve ve bahçelerini temsil eder. Epigrafik kitabeler de ise kimi zaman şairlere sipariş edilen şiirler, kimi zamanda yası, üzüntüyü anlatan beyitler taşa kazınan sessiz ağıtlar olarak yer alır. Sıklıkla rastlanan “merhume valideleri”, “mahdumu”, “zevce-i muhteremesi”, “kerimesi’’ gibi ifadeler, yalnızca ölen kişinin tanımlanmasına değil, aynı zamanda kalanların kimliklerini ve yas ilişkilerini ifade etmeye yöneliktir.
Bu bağlamda bireysel yas anlatılarının maddi temsillerine dönüşen mezar taşları Osmanlı toplumunun aile, ölüm ve bellek ilişkisine ışık tutan önemli bir kültür varlığıdır.

Start typing and press Enter to search