Ebûishakzâde Mehmed Esad EfendiOsmanlı’nın İlim, Şiir ve Musikiyle Yoğrulmuş Şeyhülislamı

Ebûishakzâde Mehmed Esad Efendi, Osmanlı ilmiye teşkilatının ve kültür tarihinin en seçkin ailelerinden birinin mensubu olarak 1685 yılında Fatih’te dünyaya geldi. O, kökü Alanya’ya kadar uzanan ve İstanbul’da kökleşen Ebûishakzâde ailesinin ikinci büyük oğludur. Dedesi Kara İbrahim Efendi, Osmanlı ilmiye geleneğinde kadı ve müderrislik yapmış, bilhassa dürüstlüğü ve ilmiyle tanınmış bir insandı. Babası Ebû İshak İsmail Efendi ise devrinin en saygın âlimlerinden biri olup, şeyhülislamlık makamına yükselmişti. Esad Efendi’nin yetiştiği bu köklü muhit yalnızca babasıyla sınırlı değildir. Ağabeyi İshak Efendi de ilerleyen yıllarda şeyhülislamlık makamına çıkarak ailenin ilmi mirasını devam ettirmiştir.

Bu seçkin soy yalnızca Esad Efendi ve ağabeyiyle sınırlı kalmamış, onun oğlu Mehmed Şerif Efendi ve torunu Atâullah Mehmed Efendi de şeyhülislamlık makamına yükselerek aile geleneğini sürdürmüşlerdir. Esad Efendi, aynı zamanda Osmanlı kadın şairlerinin en büyüklerinden kabul edilen kızı Fıtnat Zübeyde Hanım’ın da babasıdır. Kadın şairler arasında divan sahibi olmak gibi zor bir başarıya imza atan Fıtnat Hanım, yalnızca kadın edebiyatının değil, klasik Osmanlı şiirinin de parlak isimlerinden biri olarak hafızalarda yer edinmiştir. Kimi kaynaklarda onun edebî dehası, zamanın sadrazamı Koca Râgıb Paşa başta olmak üzere birçok devlet ve kültür adamının dikkatini çekmiş; latife ve müşâareleriyle dönemin edebiyat meclislerinde adı sıkça anılır olmuştur. İnce zarafeti, derin kültürü ve güçlü edebî sezgisiyle Fıtnat Hanım, Osmanlı kültür tarihinin de en nadide kadın simalarından biri olarak kabul edilir.

Bu bağlamda Ebûishakzâde ailesi, Osmanlı ilmiye teşkilatında beş şeyhülislam, altı şair yetiştiren, kültür seviyesi yüksek, ilmî ve edebî mirasıyla temayüz etmiş bir aile olarak Osmanlı kültür tarihinde yerini almıştır.

Ailevi bağları sadece nesep yoluyla değil, evlilik yoluyla da güçlenen Esad Efendi, Şeyhülislam Mirzazâde Mehmed Efendi’nin damadı olarak Osmanlı ilmiyesinin bir diğer köklü ailesiyle de akrabalık bağı kurmuştur. Ağabeyi İshak Efendi ise Şeyhülislam Paşmakçızâde Ali Efendi’nin damadıdır. Böylece Ebûishakzâde ailesi, yalnızca doğrudan yetiştirdiği şahsiyetlerle değil, kurduğu evlilik bağlarıyla da dönemin en seçkin ilim ve kültür muhitleriyle iç içe olmuştur.

Esad Efendi’nin bu güçlü aile çevresi, onun ilmi, kültürel ve sanatsal yetkinliğini besleyen en önemli zeminlerden biri olmuş; yetiştiği medrese ikliminden saraya, sanat meclislerinden müzik sohbetlerine uzanan çok yönlü bir şahsiyetin inşasında belirleyici rol oynamıştır. Onun hikâyesi, yalnızca bireysel bir yükselişin değil, kökleri derinlere uzanan bir ailenin Osmanlı kültür ve ilim tarihindeki yürüyüşünün de hikâyesidir.
Fatih’te medrese avlularında babasının riyasetinde başlayan tahsil hayatı, dönemin önemli hocalarından Mutavvelci Mehmed Efendi başta olmak üzere birçok âlimin dizinin dibinde geçer. Henüz küçük yaşta Ebûsaidzâde Feyzullah Efendi’den mülâzemet alarak ilmiye yolculuğuna adım atar. Müderrislik hayatına Galata Sarayı’nda başlar; Sahn-ı Semân medreselerinde, Abdüsselâm Medresesi’nde dersler verir. İlmiye hiyerarşisinin merdivenlerini teker teker tırmanarak, Osmanlı ilmiyesinde sağlam bir yer edinir. Mekke ve Medine müfettişliği, fetva eminliği, Selanik ve Mekke kadılığı gibi önemli görevlerde bulunur. 1737 yılında Osmanlı-Rus-Avusturya savaşlarında ordu kadısı olarak cephede görev aldı ve Adakale’nin fethinde önemli roller üstlendi. Belgrad Antlaşması görüşmelerinde Osmanlı murahhası olarak yer aldı. 1744 yılında Rumeli Kazaskeri pâyesine yükselen Esad Efendi, bu görevi iki dönem yürüttü. 1748 yılında Osmanlı’nın en yüksek ilmî makamı olan şeyhülislamlığa getirildi. Ancak bu makamda uzun süre kalamadı. Sultan I. Mahmud’un huzurunda bestelediği bir eser nedeniyle saray çevrelerinde yayılan dedikoduların etkisiyle 1749 yılında azledildi. Sürgün yıllarını bir müddet Sinop’ta ve daha sonra Gelibolu’da geçiren Esad Efendi, 1752’de affedilince İstanbul’a dönerek Beykoz İncirköy’deki yalısına yerleşmiştir.

Esad Efendi, yalnızca bir bürokrat değil, aynı zamanda güçlü bir kalem erbabıydı. Lehcetü’l-Lugat adlı eseri, Türkçe’den Arapça ve Farsça’ya hazırlanmış en erken sözlüklerden biri olma özelliğini taşır. Bu eserin yanı sıra Behcetü’l-Lugat ve Tercümânü’l-Lugat gibi muhtasarları da kaleme almıştır.

Edebiyat sahasında ise divanı öne çıkar. Divan’ı beş na‘t, yedi kaside, bir terkibibend, bir müsemmen, beş tahmîs, üç murabba, kırk yedi tarih, iki yüz altı gazel, otuz sekiz nazım, on beş kıta, on bir rubâî, on beş beyit, on dokuz lugaz ve yirmi beş muammadan müteşekkildir. Ayrıca el yazmalarında Arapça olarak kaleme aldığı “Lâmiyye”, “Mîmiyye” ve “Nûniyye” kasideleri, onun klasik Arap şiiri geleneğindeki vukufiyetini de gözler önüne serer. Tenkitli Divan metni Muhammet Nur Doğan tarafından hazırlanmıştır. Nevşehirli Damad İbrahim Paşa’ya ithaf ettiği Bülbül-nâme ve çiçekçiliğe dair Gülzâr-ı İbrâhîm adlı eserleri de onun sanatsal hassasiyetinin ürünleridir.

Tefsir alanındaki çalışmaları da bir hayli dikkat çekicidir. Başta Hulâsatü’t-Tebyin fî Tefsîri Sûreti Yâsîn olmak üzere, Tefsîr-i Âyetü’l-Kürsî, Tefsîrü’l-Âyâti’l-Musaddere bi-Rabbinâ ve Sultan I. Mahmud adına kaleme aldığı Risâletü’n-Nasriyye gibi eserleri, onun Kur’an metnine yaklaşımındaki dil, yorum ve ahenk derinliğini ortaya koyar. Esad Efendi’nin Arapça kaleme aldığı İtbâku’l-Atbâk ise, Zemahşerî’nin Etvâku’z-Zeheb’ine yazılmış bir nazîredir ve İsfahanî’nin Atbâku’z-zeheb adlı eseriyle aynı çizgide yürüyen yüz parçalık didaktik bir metindir.

Esad Efendi’nin kültürel dünyası yalnızca şer’î ilimlerle sınırlı değildir. Şiir ve musiki onun ruhunu besleyen diğer iki kaynaktır. Üç dilde Arapça, Farsça ve Türkçe şiirler yazan Esad Efendi, aynı zamanda musiki meclislerinin de müdavimidir. Esad Efendi’nin Osmanlı kültürüne yaptığı en özgün katkılardan biri hiç şüphesiz Atrabü’l-âsâr fî tezkireti urefâi’l-edvâr adlı eseridir. Bu eser, Osmanlı musikisinin bilinen ilk musikişinaslar tezkiresi olması bakımından eşsizdir. Itrî’den Hafız Post’a, Derviş Mustafa Efendi’den Şerifzâde Mehmed Efendi’ye kadar devrin en önemli bestekârlarını tanıtan bu eser, yalnızca biyografik bilgiler sunmakla kalmaz; aynı zamanda dönemin musiki zevkine dair ipuçları da verir. Atrabü’l-Âsâr’da yer verilen her bestekâr, yalnızca adıyla değil, bestelediği eserlerin güfteleriyle birlikte anılır. Böylece bu eser, bir musiki meclisinin tadını sayfalarına taşır. Damad İbrahim Paşa’ya sunulan bu tezkire, Osmanlı musiki tarihçiliğinde yeni bir çığır açar. Eserin sonraki yıllarda Veled İzbudak ve Hüseyin Sadeddin Arel gibi isimler tarafından sadeleştirilerek neşredilmesi, onun değerini ve etkisini bir kez daha ortaya koyar. Onun bu eseri Osmanlı musiki tarihine altın harflerle düşülen bir kayıttır.

Esad Efendi yalnızca musiki tarihçisi değil, aynı zamanda bir bestekârdır. İlahi, semai, peşrev ve beste gibi çeşitli formlarda eserler vermiştir. Ne yazık ki bu eserlerin büyük bir kısmı zamanla unutulmuş, yalnızca bazı güfteleri el yazması mecmualarda günümüze ulaşabilmiştir. Bugün bilinen eserleri arasında Nühüft Saz Semâîsi, Rast Sofyan İlâhîsi, Hicaz Peşrevi gibi nadide eserler yer alır. Bu eserler, onun musiki zevkini ve derinliğini göstermesi bakımından büyük önem taşır.

Bu köklü aile yalnızca insan yetiştirmekle kalmamış, ardında İstanbul’un ilim ve ibadet hayatına hizmet eden kalıcı eserler de bırakmıştır. Esad Efendi’nin babası Ebû İshak İsmail Efendi, doğup büyüdüğü Çarşamba’da bugün İsmail Ağa Camii (Şeyhülislam İsmail Efendi’nin cumhuriyet döneminde ağaya dönüşmesi oldukça ilginçtir) adıyla anılan Ebûishak İsmail Efendi Camii’ni inşa ettirmiştir. Rivayete göre cami, Kâbe’nin ölçülerine sadık kalınarak yapılmış ve böylece hem mânâ hem de mekân bakımından sembolik bir değer kazanmıştır. Caminin giriş kapısı üzerinde oğlu Mehmed Esad Efendi’nin kaleme aldığı edebî bir tarih manzumesi yer alır. Caminin batısına medrese, doğusuna ise dârülhadis yaptıran da yine Esad Efendi’dir. Böylece baba ile oğulun ismi bu külliye etrafında hem ilim hem ibadet hem de kültür mirası olarak ebedileşmiştir.

Bu mütevazı külliye, yalnızca bir ibadet mekânı değil, aynı zamanda Ebûishakzâde ailesinin ebedî istirahatgâhı olmuştur. Esad Efendi, sürgün yıllarının ardından İstanbul’a döndükten kısa bir süre sonra 10 Ağustos 1753 Cuma günü vefat etmiş ve babasının, doğduğu evin yerine inşa ettirdiği bu caminin haziresinde; babası İsmail Efendi, ağabeyi İshak Efendi ve diğer aile fertlerinin yanı başına defnedilmiştir. Bugün hâlâ ziyaret edilebilen kabri üzerinde yer alan mezar taşında şu ifadeler yazılıdır:
“Hüve’l-bâkī, sâbıkā pîrâye-bahş-ı sadr-ı fetvâ merhum ve mağfûrun-leh Mehmed Esad Efendi ruhiyçün el-Fâtiha, fî sene 1166.”
(Bâkî olan yalnız Allah’tır, geçmişte fetva makamını süsleyen, rahmete kavuşmuş Mehmed Esad Efendi’nin ruhu için El-Fâtiha, 1753)”

Esad Efendi’nin medrese odalarında başlayan ilim yolculuğu, sarayların yüksek meclislerine, musiki meşklerinin zarif halkalarına kadar uzanmış; Osmanlı’nın en yüksek dinî makamı olan şeyhülislamlığa kadar yükselerek ilmiye hiyerarşisinin zirvesine ulaşmıştır. Devrinin kaynaklarında onun doğru sözlü, iffetli, İslam’a bağlı, ilimde ileri, görüşlerinde isabetli, cömert ve iyi ahlaklı bir şahsiyet olduğunda ittifak edilmiştir. Bilhassa keskin zekâsı ve siyasi meselelerdeki sağduyulu tavırlarıyla tanınmış; ordu kadılığı esnasında askeri ve siyasi müşküllerin çözümünde sergilediği cesaretli tutumu ve diplomatlığıyla ile takdir edilmiştir. Öyle ki, ata binmeyi, tüfek ve ok atmayı sevdiği, av meraklısı olduğu dahi kaynaklarda zikredilmiştir. Lakin bütün bu meziyetlerine rağmen, makam ve mevki beklentisinde olmayan, kimseye boyun eğmeyen, nabza göre şerbet vermeyen tavrı, onu saray çevrelerinin hoşnutsuzluğuna maruz bırakmış; sudan bahanelerle görevinden uzaklaştırılmasına sebep olmuştur.

Esad Efendi’nin asıl büyüklüğü yalnızca şeyhülislamlık makamında olması değil, arkasında bıraktığı zengin kültürel mirasta aranmalıdır. O, ardında yalnızca fetvalar değil; Türkçeyi merkeze alan sözlükler, Arapça, Farsça ve Türkçe şiirlerle örülü bir divan, kaybolmuş nağmelerin hafızası olan musiki eserleri ve Osmanlı musiki tarihine düşülen ilk bestekârlar tezkiresi olan Atrabü’l-Âsâr gibi eşsiz eserler bırakmış bir kültür adamı olarak hatırlanmalıdır.

Kaynakça
Muhammet Nur Doğan, “Esad Efendi, Ebûishakzâde”, İslâm Ansiklopedisi,
Cavid Baysun, “Es’ad Efendi”, İslam Ansiklopedisi, IV, 359-362.
Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, III, 1329-1335

Start typing and press Enter to search