Cibali’deki Umudun Yazarı: Orhan Kemal

Cibali’deki Umudun Yazarı: Orhan Kemal

  • Işık Öğütçü

Orhan Kemal Müzesi Kurucusu

 

1951 yılının nisan ayında Adana’dan İstanbul’a göç eden Orhan Kemal ailesi kısa bir süre Tepebaşı’nda yaşadıktan sonra, oradan Fatih’in Fener semtine daha sonra da Cibali’ye taşınmışlardı. Benim hikâyemde Cibali’de başladı. Bu nedenle ne zaman Unkapanı-Cibali’ye gitsem 1960’lı yıllar gözümde canlanır. Oturduğumuz iki katlı müstakil kiralık evin içinde dolaştığım odalar film şeridi gibi gözümün önünden geçer.

1954-1966 yıllarında Cibali’de yaşadığı evin üst katındaki odasında babamın daktilosunun sesi evde yankılanırdı. O kadar kendini kaptırmış, eserin içinde yaşayarak yazardı ki, parmaklarının rüzgârlaşarak tuşlardan çıkardığı sesi raylar üzerinde durmadan giden trene veya tarihî savaş filmlerinde hücuma geçen atlıların yavaş yavaş hızlanarak dörtnala şahlanışlarına benzetirdim. Dört, beş yaşlarındayken bana sorarlardı, “Oğlum baban ne iş yapıyor?”

Ben koca Orhan Kemal’in (Mehmet Raşit Öğütçü) ne iş yaptığını bilmezdim. Fakat gördüğüm ve duyduğum o daktilo makinesinin tuşlarının çıkardığı sesten dolayı, “Babam dıgıdık dıgıdık dıgıdık dıgıdık yapıyor!” derdim. Yıllar sonra kitaplarını okuyunca o seslerin cümlelere dönüşerek muhteşem eserler oluşturduklarını hayranlık içinde gördüm ve bir edebiyat üstadını böyle keşfettim

 

Eski adresiyle Cibali, Fırın Sokak No:20; şimdiki adresi ise Orhan Kemal Sokağı No:14 olan bu evde dünyaya geldim. Hatta okuyunca çok mutlu olduğum doğumumun kaydını babam günlüğüne şöyle kaydetmişti:

1 Kasım 1957, Cuma, gece saat 9’a on kala…

Nuriye (annem) dün akşamdan beri Süleymaniye Doğumevi’nde. Henüz doğum yok. Çocuklar aşağıda ceviz kırıyorlar. Sesleri geliyor. Gelecek yeni misafirin ismini “Işık” koyduk. Kız olursa da Işık, erkek olursa da.

Saat 22:00. Kemali (ağabeyim) koşa koşa geldi müjdeyi verdi. Oğlan olmuş. 4 kilo 200 gr.

Kemali kızgınlıkla boyuna, “Niye kız olmadı!” deyip duruyor. Benden ilk azarı yedi, “Kemali, bitsin bu dırıltı! Aaa!!”

1957 Türkiye’sinin “pahalılığı” ile alay eder gibi dördüncü çocuk babası olarak yeni güne giriyorum. Hayırlısı.

 

Cibali İlkokulu’nun ikinci sınıfının sonuna kadar şimdi Fatih Belediyesi tarafından bakımı yapılan o evin içinde acı tatlı anıları babamla yaşayarak solumak büyük keyifti. Hatta damın arka tarafında küçük bir terasımız vardı. Arka evde oturan Feridun Çamoğlu ve ailesinin bahçesindeki dut ağacı bu terasa değerdi, uzanır dutu dallarından yerdik. Tüm aile fertleri damda oturup sohbet ederlerdi. Çatı arasında zaman zaman bir yerden bir yere giden tıkırtılar duyardık. Babam buna,“Konstantin’in fareleri hareket hâlinde!” derdi. Gülerdik. Ne de olsa Bizans’ta oturuyorduk. Farelerde tarihten kalan mirastı. Türkiye’nin ve dünyanın önemli edebiyatçısı Orhan Kemal’in Cibali’deki yaşamının bir kesitiydi bu. Onun Evlerden Biri, Müfettişler Müfettişi, Suçlu, Sokakların Çocuğu ve Sokaklardan Bir Kız adlı eserleri Cibali ve çevresini anlatır. Bu evde oturduğu on iki yıl boyunca otuz adet roman ve öyküler yazdı. Evlerden Biri romanı şöyle başlar: “Yakındaki tütün fabrikasının sabah saat yedi borusu kalın kalın öterken uyandı.”

Cibali Tütün Fabrikası’nın borusu ötünce sokakta hareketlenme hızlanır ta ki işçiler fabrikaya gidip mesaiye başlayana kadar. Orhan Kemal o hareketi sürekli gözlemler ve onların mücadelesini içinde duyardı. Abidin Dino’ya Kasım 1960’ta yazdığı mektupta kendi sıkıntısını unutarak yaşam savaşı veren o işçileri şöyle anlatıyordu:

Unkapanı’nda, daha doğrusu Cibali’de oturuyorum. Bir yanımda tütün fabrikası Tekel’in. Her sabah fabrika borusunun kalın kalın ötüşü ve penceremin önünden kadınlı erkekli işçilerin geçişi. Hele yağmurlu, çamurdan günlerin mor sabahlarında biri kucağında, ikisi yanında, bir lokma ekmek için çabalamaları kendimi, kendi dertlerimi bana unutturuyor. Onların ‘yaşama savaşı’ yanında benimki, bizimki vallahi ‘lüks’. Asıl haklı olan onlar.

 

Cibali işçilerin, küçük insanların mahallesiydi. Orhan Kemal, mahallenin nabzı gibi atan Tütün Fabrikası’nda çalışan işçilerin sıkıntısı yanında kendi parasızlığını önemsemez, emekçilerin, küçük insanların daha iyi şartlara ulaşmalarını isteyerek onların yanında durur, onlar gibi bir yaşam sürerdi. O, güzel günlere kavuşmanın mücadelesini edebiyatıyla veriyordu. Semtin tüm yaşayanlarıyla dosttu. Cibali’de yaşadığı günler hâlâ bir efsane gibi anlatılır. Benim de semtte yaşayanlardan anımsadıklarım var: Kahvehanesi olan Osman Özdeniz, eşi Fethiye, çocukları Yaşar, İnci, Ahmet, Mahmut. Onların ilerisinde simitçi fırını. Evin yukarısında Elektrik İdaresi’nde çalışan İdris Bitikçioğlu ve çocukları Yunus, Nursen ve Nadide. Esnaf lokantası sahibi Mustafa Kutlu (ızgara köftesi ve kompostosu olağanüstüydü bu nedenle benim için Mustafa Amca’ydı), eşi Şükran, çocukları Armağan, Süleyman ve Müjde. Yan sokakta Meziyet Teyze (evinde telefon vardı), oğlu Tanju Karlıklı. Onların ilerisinde çini yer karosu imalatı yapan bir atölye. Evimizin karşısında Kemal Bey ve Sacide Hanım’ın sahibi olduğu Manizadelerin konağı ve mozaik merdiven imalatı yapan Ahmet Keleş’in (öyle sanıyorum) atölyesi…

Evde musluk suyu olmadığı için su taşıyan Saka Ahmet ile annem az çekişmezdi. Yazları mahallenin tek eğlencesi Güneş ve Haydar yazlık sinemalarıydı. Yağmur altında siyah beyaz Türk filmi seyrettiğim çok olmuştur. Haydar Sineması’nda yaz aylarında sünnet düğünü de yapılırdı. Nazım ve Kemali ağabeylerim burada sünnet oldular. Babamın burada oğullarının kanlı sargı bezlerini görünce baygınlık geçirdiğini arkadaşı Fikret Otyam anılarında yazmıştır. Esnaf lokantasının aşağısında köşede Acem Süleyman’ın Çınaraltı Kahvesi, yolun üzerinde Hüseyin Amca’nın bakkalı ve diğer küçük esnaf, bunların biraz ilerisinde Üskübi Çakır Ağa Camii (Üsküplü Camii)… Cibali’de insanlar ve mekânlar mükemmel bir uyum içindeydiler. Orhan Kemal hem kahveye hem esnaf lokantasına gider oturur, buralara gelen işçi, memur ve ustalarla, esnafla sohbet ederdi. Sohbet ettiği insanların büyük kısmı onun büyük bir edebiyatçı olduğunun farkında bile değildi.

Orhan Kemal toplumcu gerçekçi bir yazar olarak eserler kaleme aldı. Onun gibi yazarların ikinci adresleri hep cezaevleri olmuştur. Babam 1938-1943 yılları arasında beş yıl hapis yattı, bunun 3.5 yılını Nazım Hikmet’le birlikte Bursa Cezaevi’nde 52. koğuşta geçirdi. Bu dönemde şiirler yazmakta olan babamı Nazım Hikmet, hikâye ve roman yazmaya teşvik ederek deyim yerindeyse Türk edebiyatına Orhan Kemal ismiyle kazandırmıştır (Babam gerçekten de üretken bir yazardı; öykü ve roman olarak elli dokuz esere imza attı, üç yüze yakın senaryo kaleme aldı, beş tiyatro oyunu yazdı. Onun eserleri Türkiye sınırlarını aşarak bugün kırka yakın ülkede okunmaktadır.).

Mart 1966’da hiç unutamadığım bir olay yaşandı, bir ihbar üzerine Cibali’deki evimize gece yarısı polisler geldi, evde arama yaptılar. Babamı, evimizdeki pek çok kitabı ve babama ait müsveddeleri alıp gittiler. Ben o tarihte dokuz yaşındaydım. İlkokul ikinci sınıfa gidiyordum. Yapılan duruşmanın sonunda babam ve iki arkadaşı tutuklanarak Sultanahmet Cezaevi’ne götürüldü. Babamı cezaevinde iki kere annemle ziyaret ettim. 9 Mart 1966’da yazdığı mektubun son paragrafı benimle ilgiliydi, “Başkaca hepinizin ve bütün dostlarımın gözlerinden öperim. Işıkçığım üzülmesin. Çıkınca bisikletini mutlaka alacağım.” Evet aldı. Tam üç yıl sonra.

Babamı savunma işini çok sayıda avukat üstlenmişti. Babam otuz beş gün sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Üç yılın sonunda da beraat etti. Bu arada biz de 1966 yılının ağustos ayında ailece Cibali’den Fatih Hoca Üveyz Mahallesi’ne taşındık.

Elli altı yıllık ömrünü ekonomik sıkıntılarla, gözaltı, mahkeme ve hapislerle geçiren büyük edebiyatçımız belki de en verimli dönemini 16 yıl boyunca Fatih’te yaşayarak geçirdi. Yaşamının özeti kendi satırlarındadır: “Yüzlerce hikaye, roman, senaryo ve tiyatro yazdım. Kalemimden başka geçim imkanım yok ama kalemimi hiç mi hiç daha iyi bir geçim için araç olarak kullanmadım, satmadım. Halka dönük halktan yana bir yazarım. Kursağımdan hakkım olmayan bir tek kuruş dahi geçmemiştir.”

Cibali’den hem ülkemizin hem de dünyanın en önemli edebiyatçılarından biri geçti. Geçti mi? Yoksa yaşamaya devam mı ediyor? Ben Cibali’nin sokaklarında dolaştıkça umudun yazarı Orhan Kemal’in evinden çıkıp Çınaraltı Kahvesi’ne giderek sabah kahvesini işçilerle, semt sakinleriyle içtiği günleri hayal ediyorum. Cibali, Orhan Kemal’in kahramanlarını hâlâ bağrında yaşatıyor.

Kadim İstanbul’un buram buram tarih kokan Fatih’inde Orhan Kemal’in oturduğu evi onararak toplumsal hafızada tekrar canlanmasını sağlayan Fatih Belediye Başkanı M. Ergün Turan’a, Kültürel Miras Koruma Müdürü Sümeyye Meryem Arslan’a ve ekibine, KUDEB’ten Sema Özyılmaz’a, evi sürekli gündemde tutarak bugüne gelinmesini sağlayan Mehmet Geyik ve Gökhan Erten’e edebiyatseverler adına teşekkür ediyorum. Orhan Kemal Türkiye’de ve dünyada yaşamaya, bize eserleriyle yüreğimize dokunmaya devam edecek.

Start typing and press Enter to search