Medya Sanatçısı Refik Anadol

“DÜŞLERİMLE  İŞLERİM ARASINDA ÇOK FARK YOK”

Pelin Avcı

Dünyaca ünlü medya sanatçımız Refik Anadol, daha önce sergilenmemiş son dönem çalışmalarını içeren “Makine Hatıraları: Uzay” sergisi ile Türkiye’deki sanatseverlerle buluştu. Sanatseverler Anadol’un eserlerini görebilmek için pandemiye rağmen saatlerce kuyrukta bekledi. Son dönemde sanat dünyasında en çok konuşulan isim olan “Lorenzo il Magnifico Yaşam Boyu Başarı Ödülü” sahibi Refik Anadol ile eserleri hakkında konuştuk.

İstanbul’da açtığı “Makine Hatıraları: Uzay” sergisi ile sanatseverlerden yoğun ilgi gören Refik Anadol, açılışın ardından yaşadığı Los Angeles’a döndü. Çevrimiçi röportajda sorularımızı yanıtlayan sanatçı,  evreni, insan duyularını, makineleri ve belleği anlamak için kullanılan anahtar kavramları, dijital sanat ve mimariyle nasıl bir araya getirdiğini anlattı.

 Çalışmalarınızı kamusal alanlarda yapma fikri nasıl oluştu?

Türkiye’deki ilk görsel video haritalandırma projesi olan “Quadrature” isimli projeyi 2019’da Santral İstanbul’da Alican Aktürk ile birlikte hayata geçirmiştim. O günden beri kamusal alanda sanat yapmaya devam ediyorum. Daha sonra Avrupa’da 8 farklı şehirde ve 2010 yılında da İstanbul’daki ilk veri heykelini Alper Derinboğaz ile birlikte üreterek zaten bir serüvene başlamış oldum. Ancak yapay zekâ, 2016 yılında Google ile yapmış olduğum “Sanatçı Daveti” programının sonucunda ortaya çıktı. 2016’dan sonra da yapay zekâyı kullanmaya başladım ve bir daha da yapay zekâsız projelere dönmedim. Bunun sebebi de sanatın her yaşa, her kesime ve her kültüre uygun olabilme ihtimalini arayışım. Benim için sanat sadece elitist bir şekilde bir grup için değil, herkes için olmalıdır. Bu da çok zor bir çalışma. O yüzden şu an kamusal alan dışında daha mantıklı bir çalışma alanı bulamıyorum.

Hayal kurmamızı destekler nitelikte eserler ortaya koyan bir sanatçının hayal dünyası nasıldır?

Çok dürüst şekilde cevap vereceğim; herkesin ne kadar garipse benim hayallerim de o kadar garip olabiliyor. Bir bina rüya görebiliyor; birinin hatırası görselleşebiliyor; dokunamadığımız hatıralara dokunmaya çalışabiliyorum; robotla heykeller yapabiliyorum; bir makinenin aklına gerçekten bir fırça gibi algoritmayı batırıp, bir mekânı makinenin bilinci ile boyamaya çalışabiliyorum. Kulağa garip geliyor ama bunlar gerçekten de bilim kurgu olmadan yapmaya çalıştığım şeyler. Düşlerimle işlerim arasında çok da fark yok aslında.

Serginin ilham kaynağı olan NASA JPL ile işbirliğine nasıl başladınız ve bu süreç sanat pratiğinizi nasıl etkiledi?

NASA JPL ile kurumun 60 yıllık arşivlerini görselleştirip yeni binalarının girişine bir veri heykeli hazırlamak için 2018 yılında işbirliğine başladık. Heykelimizi tamamlayıp yerleştirmesini yaptık ve harika geri bildirimler aldık. Üstesinden başarıyla geldiğimiz bu zor projenin güzel sonuçlarının yanında, bizzat sürecin kendisi de benim gibi hem bilim kurgu hem yapay zekâ hem de büyük veriyle bu kadar iç içe olan bir sanatçı için çok ilham verici bir deneyimdi. Yaklaşık üç yıl boyunca, dünyadan uzaya gönderilmiş en kapsamlı teleskopların bize taşıdığı görsellerle beslenen bir eseri düşünmek, ‘teleskopların da anıları, seyahatnameleri var’ gibi bir düşünceyi beraberinde getirdi. Ve bunca görüntüyü yapay da olsa belleklerinde toplayan teleskopların da rüya görebileceği ihtimali böylece ortaya çıktı.

Yüzünüzü astronomiye dönüp bambaşka bir bilinmeyeni sanat aracılığıyla yorumluyorsunuz. “Görünmeyeni görünür kılmayı” amaç edinmiş bir sanatçı olarak sanat, yapay zekâ ve teknolojinin verileri açığa vurmada geldiği noktayı kendi çalışmalarınız üzerinden anlatır mısınız? 

‘Görünmeyen’ kelimesi benim için ‘göz önünde olmayan’ anlamına geldiği kadar ‘görünmesi için şekil değiştirmesi gereken’ anlamına da geliyor. Yapay zekânın ve teknolojinin geldiği bu noktada sadece verinin ya da bilginin değil, aklımıza gelebilecek maddi ve manevi her şeyin başka şekillere bürünebileceğini ve böylelikle daha iyi anlaşılabileceğini düşünüyorum. Bunu, düşünen bir fırçanın ve makinenin bilinci ile üretimlerime katkıda bulunması olarak okuyabiliriz. Örneğin son zamanlarda parçası olduğum ve epeydir üzerinde düşündüğüm kripto sanat dünyası, sanat galerisinin ve koleksiyonerliğin başka bir şekil alabilme potansiyelini sorgulatan bir oluşum. Eserlerime de her zaman sonsuz bir dönüşme ve değişme potansiyeliyle başlıyorum. Öyle ki bazen makinenin bulguları, bizi hiç hayal etmediğimiz yerlere götürüyor ya da verinin kendisi daha önce farkına varmadığımız bazı gerçekleri görmemizi sağlıyor. 

MAKİNEYİ İNSANA YAKLAŞTIRMAK

2020’nin son aylarında Milan’da gerçekleştirdiğimiz Rönesans Rüyaları sergimizde, dönemin edebiyat eserleriyle doldurduğumuz makine belleğinin anlamlı şiir dizeleri oluşturduğunu görmek ya da teleskoplardan alınan görüntülerin aslında çevremizde var olan ama farkına varmadığımız bazı pigmentleri gözler önüne sermesi çok ilginç keşifler. Verinin pigment olabilme ihtimalini on yıldır sorguluyorum ama sanırım hep temelde insanı makineleştirmekten ziyade, makineyi insana yaklaştırma kaygım var. Eğer makineler bir gün iş birlikçi ya da yardımcı olmaktan çıkıp bilinç sahibi belleklere dönüşebilecekse, bu dönüşümün ibresini insanlığın ya da evrenin yararına çevirmek bizim elimizde. 

Sergideki her eser teknik açıdan pek çok öğeyi bir araya getiriyor. Veri toplamaya başladığınız andan, eserin son haline uzanan süreci kısaca anlatır mısınız? ISS, Hubble ve MRO teleskoplarının arşivlerine nasıl eriştiniz?  

Süreç, NASA arşivlerinin düzenli bir şekilde incelenmesiyle başlıyor. Sonrasında elde edilen görsel verileri, makine zekâsı ile kavramsal ve biçimsel açıdan inceledik ve sınıflandırdık. Her bir makineye algoritma ile görsel hatıraları, yapay zekâya öğrettik. Çıkan sonuçlarla, serginin içeriğini oluşturduk ve son derece şiirsel bir deneyim ortaya çıkardık. Ses deneyimi de Kerim Karaoğlu tarafından aynı veriler üzerinden tasarlandı.

Aslında sergide kullandığımız verilerin hepsini açık kaynaklardan elde ettik, yani eserleri oluşturan her veri kümesine herkes internetten erişebilir ki bu durum az önce sorduğunuz ‘görünmeyeni görünür kılmak’ ilkesiyle örtüşüyor. Orada duran halka açık bir veriye dikkat çekebilmek bütün sanat pratiğimin önemli bir parçası. İşin çokça emek gerektiren kısmı ise ekip olarak bu verileri düzenli olarak toplamamız. Her uzay misyonunun ayrı verileri var ve her eserin oluşması için gereken büyük verileri ancak sistematik bir çalışma ve analiz sayesinde elde edebiliyoruz.

Eserlerinizde hatıra, veri, bilgi, arşiv, tarih ve hatta pigment kavramlarını, birbirinin yerini alabilecek şekilde kullandığınız göze çarpıyor. Uzay verilerini kullanırken bu kavramlar arasındaki benzerlikler ve geçişler size nasıl ilham verdi? 

Aslında tüm bu kavramları ve kelimeleri zihnimde ‘insanlığın mirası’ başlığı altında toplayabilirim. Tek başına veri ya da tek başına tarih anlatısı, ne yazık ki insanlık hakkında yeterince bilgi veremiyor. Elimizde yapay zekâdan makine öğrenimine, en son veri görselleştirme tekniklerinden sanatsal yaratıcılığa kadar bunca araç varken, bu mirası mümkün oldukça muhafaza etmek ve geleceğe taşımak hem bir sorumluluk hem de sınırsız bir hayal gücü tetikleyicisi. Asıl derdim, geçmişi geleceğe taşımak ve Makine Hatıraları: Uzay, geçmişle geleceğin iç içe geçtiği bir anlatıdan doğuyor. Uzay bilimi çok kısa bir zaman diliminde çok büyük yol kat etmiş bir bilim dalı ve ‘keşfetme’ ile ‘öğrenmenin’ neredeyse eş zamanlı gerçekleştiği bir disiplin. Öyle ki, bazen kendimizi bir bilim kurgu filminin içindeymiş gibi hissediyoruz ya da uzayla ilgili bir film izlerken beyaz perdede gördüğümüzün gerçekleşebileceğine kolaylıkla ihtimal veriyoruz. Yani uzayda tarih, geleceğin üzerine katlanıyor bir nevi. Sergide de zamanın, tarihin ve anıların birden fazla tanımı ve algılanış biçimi olduğunu, eserlerin çok yönlü deneyimlenme biçimleriyle temsil etmeye çalıştık.

Makine Hatıraları: Uzay, hatıra vurgusu ile geçmişe dönük bir sergi izlenimi verse de aslında geleceğe dönük bir yüzü var. Bu yanıyla geçmiş ve gelecek ilişkine değinir misiniz? 

Serginin şimdiye kadar pek açmadığım temalarından biri de, insanlığa tarihin dışında bir noktadan bakmak olduğu kadar, dünyaya ve kendimize kelimenin tam anlamıyla, ‘uzaydan bakmak.’ Eserlerim hakkında bana en çok sorulan sorulardan biri, hayaller ve rüyalar arasındaki bağıntıyı nasıl yorumladığım. Bence, Makine Hatıraları: Uzay, bu bağıntıyı en iyi açıklayabildiğim sergilerden biri oldu. Çünkü rüya da hayal de ‘gidemediğimiz yerler’ ile ilişkili hisler ya da durumlar. Birinde, bilincimiz açık ve arzularımızın farkındayız; ötekinde ise belleğimiz tarafından bastırılmış isteklerimizle yüzleştiriliyoruz. Bu analojiyi uzaya taşıdığımda, aklıma gelen ilk şey galakside dolaşan bir makinenin, bunu bizim için yaptığı. İnsanlık olarak hayalini kurduğumuz, keşfetmek istediğimiz yerlere, makinenin bize gösterdikleri sayesinde yaklaşabiliyoruz. Yapay zekâ da zihnimizde tutamadığımız verileri aklayıp, bu veriler arasında, tıpkı rüya görürken zihnimizin bize yaptığı gibi bağlantılar kurup, bizi farkında olmadığımız arzular, amaçlar ve potansiyeller ile tanıştırabilir. 21. yüzyıl kesinlikle uzay ve yapay zekâ çağı ve tek bir sergide ikisini bir araya getirebilmek benim için çok önemliydi.

Serginin bir de ‘yapay zekâ sineması’ ile karşılaşıyoruz. Bu tanımla neyi kastettiniz?

Yapay zekâ sinemasını, bilinçli bir şekilde tasarlanmış yapay zekâ buluntularından oluşan görsel hikâyeler olarak da tanımlayabilirim. Şöyle ki; makinenin bir veriye ya da veri kümesine âşık olması ve o veriyle ilgili bütün bağlantıları çözmeye çalışarak bir hikâye çıkarması sonucu oluşan ve her karmaşık aşk hikâyesi gibi, insanı içine alan bir anlatı. Her ne kadar anlatı ya da hikâye olarak açıklasam da, bu sinemayla amaçladığım şey aslında bir hissiyat ya da ilham aldığım film ve yeni medya profesörü Gene Youngblood’ın ‘Genişletilmiş Sinema’ teorisinde irdelediği gibi yeni bir bilinç sistemi yaratmak. Yine Youngblood’ın dediği gibi, her sanatçının, bir ‘tasarım bilimcisi’ olması gereken bir çağdayız. Burada VR, AR veya XR gibi aparatlara bağımlı olmadan da fiziksel ve zahiri mekânların kesiştiği noktada deneyimlenebilen bir sinema deneyimini speküle ediyoruz.

Serginizi görmek için insanlar uzun kuyruklarda bekliyor. Sizin saatlerce beklediğiniz bir eser ya da sergi var mıydı?

İki saat hayatta bir şey beklediğimi hatırlamıyorum. O yüzden insanlara inanılmaz müteşekkirim. Dört saat bekleyen varmış… Kendilerine gerçekten çok teşekkür ederim. Bu insanların çoğu mesaj atıp sergi gezilerinin güzel geçtiğini, beklediklerine değdiğini de anlatıyorlar. İki saat bekleyip girdiğine pişman olduğunu belirten bir tane dahi mesaj almadım.  Demek ki gerçekten beklemeye değecek bir deneyim var.

Hakikaten dünya standartlarında bir sergi. Başka şehirlerde bu kadar kapsamlı iş yapamıyorum her zaman. Daha önce Stockholm, Berlin, Los Angeles, New York, Dubai, Seul’de işler yaptım. Ama bu kadar kapsamlı bir işle uğraşmak bambaşkaymış.

KÜLTÜREL HACKER OLMAK

Çok zor bir iş yapıyoruz, herkes çok yoruluyor. Pilevneli Galerisi’ne emeklerinden dolayı çok teşekkür ederim. Düşünsenize daha önce harika resimler, heykeller düşünebilen bir ekip, bir anda kaç yüz kiloluk projeksiyonlarla, ekranlarla, sesle ve binlerce insanla muhatap olmak zorunda kalıyor. Bu böyle kültürel şok yaratıyor. Bu şok çok güzel oluyor çünkü yeni bir şey yaptığını hissediyorsun. Onun verdiği bir rahatsızlık var. Konfor alanına alışınca hayatımızda olduğumuz yerde kalıyoruz; maddiyat, kültür vs. sığınacak bahaneler oluyor. Ben bu alanlarda ‘rahatsız olan olmak’ istiyorum. Belli ki birileri elini taşın altına sokmamış, denememiş. Oraları değiştirmek çok keyifli oluyor. Bir nevi kültürel bir hacker olmak, tekrar düşündürtmek gerek. Sponsorlarımız olmasa böyle bir sergiyi açmak imkansızdı. Kamuya mal etmek her ülkenin yapabileceği bir şey değil.

Herkesin bilmesinde yarar gördüğünüz bir hayat tecrübesi var mı?

Öğrenmeyi öğrenmek. Keşke daha önce bilseydi dediğim çok insan tanıdım.

İstanbul’da başka sergi projeniz olacak mı?

Evet. İki tane sergi projem daha var. Bu yıl içinde İstanbul’da farklı mekânlarda olacak.

İzinizden gelmek isteyen, çalışmalarınızı örnek alan gençlere tavsiyeniz nedir?

Gençlerin hayal kurmayı bırakmamaları lazım; her şey hayal kurmakla başlıyor. Başarıyı tanımlamaları lazım. Ben başarıyı, benim için hayalin gerçeğe dönüşmesi olarak tanımladım. Onlar da benzer bir şey yapabilirlerse, başarının sadece üç beş para puldan olmadığını hissederler. O zaman hayat daha anlamlı bir yere dönüşecektir. Kendi hayalleri için bunu yaşamaları gerekiyor.

Galeri

Start typing and press Enter to search