SÜHEYL ÜNVER’İN HAYATINDAN KISA ÇİZGİLER


Prof. Dr. Ahmed Güner Sayar

Ülkemizin kültür ve irfan hayatına yayınladığı eserleri, arşivi, hocalığı ve sohbetleri ile unutulmayacak katkılarda bulunan Ahmet Süheyl Ünver, doğumu itibariyle Fatihlidir.  Onun nazarında, Fatih semti ya da Suriçi, İstanbul’un gözbebeğidir. Aynı kapsama alanına sahip hiçbir yer, Fatih kadar sinesinde tarihi köşe taşlarına, cami, mescit, çeşme, “nimel ceyş” mezarları (İstanbul’un fethinde, Suriçi’nde şehit düşen kutlu askerlerin mezarları), kabirler ve tekkelere sahip değildir. Yahya Kemal (Beyatlı) Bey’in “sende doğan” diye tavsif ettiği İstanbul’da, özellikle Suriçi’nde doğanlar, bir tarih madeninin üzerinde dünyaya geldikleri için ayrıcalıklıdırlar. İnsana kişisel tarihinin bir ikramı olan bu ayrıcalığın şuurunda olanları da birer has İstanbullu olarak görmek yanlış olmasa gerektir.

Yukarıda, kısa çizgilerin çerçevelediği bu Suriçi-Fatih tablosuna hakkıyla denk düşecek bir isim de, bir İstanbul efendisi olan A. Süheyl Ünver’dir. Ünver, 14 Şubat 1898 ramazanında Kadir gecesi, Davutpaşa’da, dedesi, 19. asrın en mühim iki hattatından biri olan Mehmet Şevki Efendi’nin – diğeri Kazasker Mustafa İzzet Efendi’dir- konağında dünyaya geldi. Doğduğu semt, tarihi güzellikleri sinesinde muhafaza eden, Davutpaşa Cami, Hekimoğlu Ali Paşa Camii ve Beşikçizade Dergahı ile çevrilmişti. Süheyl Bey, diğer taraftan,  sanatkar bir ailenin evladıdır.

Süheyl Ünver, aile çatısı altında atavik tesirleri geliştirme imkanına kavuştu. Yaşı ilerledikçe, tezhip ve resim yaparak sanata açık yanını tezyin etti. İstanbul sevdası ise evin etrafını çevreleyen tarihi köşe taşlarını inceleyerek başladı. Yaptığı karakalem ve suluboya resimlerle, çektiği fotoğraflarla bugün eski çizgilerini kaybetmiş sokakları, ahşap mimarinin güzel örneklerini yansıtan eski Türk evlerini, camileri, mescitleri tespit etti. Aldığı notlarla bunları, hazırladığı el yapması defterlerine taşıdı.

Erken yaşlarından itibaren, çalışmalarından aldığı keyif ve tatla, hem sanat ve tarih çalışmalarını, hem de mesleki örgün tahsilini birlikte yürüttü. 1920 yılında, İstanbul Darülfünûnu Tıp Fakültesi’nden mezuniyetinin ardından Gureba ve Haseki hastanelerinde dahiliye hekimliği ihtisası çalışmalarını sürdürdü. Hekimlik görevini yaparken, aynı zamanda, Medresetü’l Hattatin’de tezhip ve ebrudan icazetname aldı. Sanat faaliyetlerine resim boyutunu ekleyerek, Üsküdarlı Ressam Hoca Ali Rıza Bey’den, ru-be-rudersler almadı. Bir baba-oğul yakınlığı içerisinde, zevk-i selim dünyasını ayakta tutan ressamın kalb-i selim ile kurduğu bağlantıyı öğrendi.  Birlikte, Rıza Bey’in vefat tarihi olan 1930 yılına değin, daha güzellik uykusundan uyanmamış İstanbul’un pitoreskini yakaladı ve Üsküdar-Boğaziçi ekseninde yaptığı suluboya resimlerle, betona bulaşmamış bir güzelle bizleri tanıştırdı.

Süheyl Ünver’in ilk gençlik günlerinden itibaren kayda değer bir tutkusu da İstanbul’u yaya olarak sokak sokak dolaşmasıydı. Bu yürüyüşlerini Ünver şöyle açıklamıştı: “Allah, bize yürü ya kulum dedi. Biz de yürüyoruz.” O güne değin hiç girmediği bir sokak karşısına çıkınca, civarından daha önce geçtiği sokağa girmez, o sokağa girerdi. Girmediği o sokakta kendisini muhtemelen bekleyen ikramlara karşı hazırlıklı olurdu. Bu ikramlar, bir mescit, bir çeşme, ahşap bir Türk evi ya da bir nimel ceyş mezarı olabilirdi. Var olan ikramı değerlendirir, ya resmini yapar, ya da fotoğrafını çeker, not almasını gerektiren bir mezar taşı varsa, hemen kalem kağıda sarılır, kaydederdi.

İlk gençlik günlerinde başlayan İstanbul’u keşfetme tutkusu, yaşı ilerledikçe, sıkıntı dolu o Mütareke günlerinde (1918 – 1922) bir başka çehre kazandı.  Küçük bir yaran grubu ile Suriçi’nde, Türk mührünün mücessem tapu tescil belgeleri, başta Sultanahmet, Süleymaniye, Fatih ve Yavuz Sultan Selim camileri olmak üzere farklı yerlerde bulunan tarihi noktaları gezerler, sıkılan ruhları, mazi kayıtlarının tanıklığında inşirah bulurdu. Bu hal, onların istikbale umutla bakmalarını, Anadolu’da kopan fırtınanın zaferinin muhakkak olacağına dair imanlarını tazelerdi.

Süheyl Bey, İstanbul’un Fatih semtinden sonra Eyüp Sultan semtine yöneldi. Karyağdı Bayırı’ndaki mezar taşlarını kaydetti. Eyüp sokaklarının suluboya resmini yaptı, izlenimlerini de kaydettiği defterlerine taşıdı. Daha sonra Üsküdar’la ilgilenmeye başladı. Oradaki tarihi mekanları, bu arada, tapu tescil belgelerinin önemlilerinden Karacaahmet Mezarlığı’ndaki mezar taşlarını kaydetmeye geçti. Bu sırada, Karacaahmet civarındaki Miskinler Tekkesi ile sadaka taşlarını keşfetti. Bu yerler hakkında defterler ve müstakil yazılar yayınladı.

Ara spot 1: 1933 Atatürk Üniversite Reformu ile İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Türk Tıp Tarihi ve Tıbbı Deontoloji derslerini verdi. Şahsi gayretleriyle, Türk Tıp Tarihi Enstitüsünü kurdu, bu enstitünün yayın organı olan Türk Tıp Tarihi Arkivi’nin yayınlanmasına önayak oldu.

Ara spot 2: “…Muammer Beyciğim! Biliyor musunuz ne oldu? Yolda Azrail’e rastladım. Bana dedi ki: ‘Süheyl! Senin canını alacağım ama boş vaktini bulamıyorum.” Mizah yollu bu takılma, Süheyl Ünver’in fani ömrünün bir anını dahi boşa geçirmemiş oluşunun bir delili olsa gerektir.

Tarih ve sanat çalışmalarını kesintisiz sürdürürken, mesleğinin gereklerini de yerine getiriyordu. Dahiliye uzmanı olarak Gureba ve Haseki hastanelerinde çalıştı. Bu sırada, 1927 – 1929 yılları arasında, takriben iki yıl, yurt dışı hekimlik çalışmalarını sürdüreceği Paris’te Pitié Hastanesi’nde bulundu. Hekimlik çalışmalarını sürdürürken, mesaisinin dışındaki saatlerde Biblotheque National’de Şark yazmalarını tetkik etti, notlar aldı.

1930 yılında, yapılan sınavla İstanbul Darülfünûnu Tıp Fakültesi’ne Akil Muhtar (Özden) Bey’in kürsüsüne müderris muavini olarak atandı.  1933 Atatürk Üniversite Reformu ile İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Türk Tıp Tarihi ve Tıbbı Deontoloji derslerini verdi. Şahsi gayretleriyle, Türk Tıp Tarihi Enstitüsünü kurdu, bu enstitünün yayın organı olan Türk Tıp Tarihi Arkivi’nin yayınlanmasına önayak oldu. Ayrıca, kurduğu enstitü kütüphanesi ile müzesine, 1951 yılında şahsi kitapları ile arşiv malzemesini bağışladı.

İnanılmaz bir çalışkanlığa sahipti. Çalışkanlığını, vefatına takaddüm eden günlere değin, hiç tatil yapmadan sürdürdü. 1980 itibariyle haftada iki kez, pazartesileri Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulundu. Burada kitap tetkiklerini yaparken, talebeleriyle de sohbet ederdi. Cuma günleri de Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Tıp Tarihi Enstitüsü’nde tezhip derslerini yürüttü, odasında misafirlerini kabul etti, seminer salonunda da öğrencileri tezhip yaparken, onlarla olan sohbetine devam etti.

Ünver’in yayınlanmış kitap, makale, risale, broşür ve gazete yazıları ki 2000’e yakındır, bir cilt kitap oluşturacak çaptadır. Parmaklarının ucundan çıkan, tezhip, minyatür, ebru, karakalem-suluboya resim, kaatı, kısaca sanat çalışmalarının sayısı bilinmemektedir. Bölünmüş bir arşivi vardır. Bunlar, Süleymaniye Kütüphanesi’ne vakfettiği bin 500’e yakın el yapması defterlerle sayısını tam olarak bilmediğimiz dosyalarıdır. Kandilli Rasathanesi’ne bağışladığı arşivinin muhtevası, ağırlıklı olarak pozitif bilimlere ait toplamalarıdır. Ankara’da Türk Tarih Kurumu’na bağışları, ana hatları itibariyle, şahıs ve konu başlıklı dosyaları, 400 kadar el yapması defterleri, 250’den fazla İstanbul’a dair belgesel nitelikli suluboya resimleridir. Ünver, tıp tarihi üzerine topladığı her şeyi İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Tıp Tarihi Enstitüsü’ne bağışlamıştır. Arşivinin kalan kısmı, Ünver’in kerimesi Gülbün Mesara Hanım’dadır.

Kısa çizgileri içerisinde sergilemeye çalıştığımız bu velûd ve bereketli hayat, A. Süheyl Ünver’in kesintiye uğramamış 70 yıllık bir çalışmanın semeresidir. Onun gıpta ile izlenecek çalışkanlığı, düşmanlarını dahi şaşkınlığa çeviren kozmik bir denge anlayışı içerisinde sürdürülmüştür. Süleymaniye Kütüphanesi müdürlerinden rahmetli Muammer Ülker Bey anlatmıştı. Süheyl Hoca,  her pazartesi günü, muntazam bir şekilde saat 11.00’de kütüphaneye gelir, çalışmalarını sürdürürdü.  Fakat bir hafta Süheyl Hoca’nın kütüphaneye geliş saati bir saat kadar aksar. Muammer Bey, telaşa kapılır, ancak yapacağı bir şey olmadığı için beklemeye devam eder. Nihayet Hoca gelir. Telaş içinde, daha Muammer Bey bir şey sormadan Süheyl Bey der ki:

“…Muammer Beyciğim! Biliyor musunuz ne oldu? Yolda Azrail’e rastladım. Bana dedi ki: ‘Süheyl! Senin canını alacağım, ama boş vaktini bulamıyorum.”

Mizah yollu bu takılma, Süheyl Ünver’in fani ömrünün bir anını dahi boşa geçirmemiş oluşunun bir delili olsa gerektir.

Aziz ve sevgili Hocamızı rahmet ve minnet duygularıyla anıyorum.

Start typing and press Enter to search