Yedikule Hisarı ve Restorasyonu Hakkında
Yedikule Hisarı ve Restorasyonu Hakkında
- Celaleddin Çelik
İstanbul çok katmandan oluşan “palimpsest” bir şehir. Farklı medeniyetlere yüzyıllarca ev sahipliği yapmış bu olgun şehrin, her dönemde farklı bir anlayış, kültür ve üslupla yeniden yorumlandığı görülür. Ayakta kalmayı başarabilmiş tarihî yapılarla günümüz yapıları arasındaki farklar bunun kanıtıdır. Yerini bugünkü binalara bırakmış nice mimari eser tarihin tozlu raflarına kaldırılacak birkaç fotoğraf, gravür ya da çizimden ibarettir. Şehirde hâlâ örneklerine rastlayabileceğimiz özel yapılardan olan Yedikule Hisarı ise eski ve nispeten daha yeni dönemlerin birbirine eklemlenerek oluşturduğu, şehrin en güzide anıt eserlerinden biridir
Yedikule Hisarı, geç Roma dönemi kara surlarına eklemlenen bir Osmanlı yapısı olup bu iki tarihî dönemi de temsil eder. İstanbul’un en önemli giriş kapısını [Altın Kapı / Porta Aurea] da içine alacak şekilde yapılan bu “iç kale”, yıldız şeklinde mükemmele yakın bir plana sahiptir. Bu beşgen yıldızın geometrik merkezinde bugüne minaresi, sarnıcı ve çeşmesi kalan, sur içinin ilk mescitlerinden biri vardı. Zamanla bu mescidin etrafında bir mahalle oluştu ve hisarın iç kısmı, kendini dış dünyadan 20 metre yüksekliğinde duvarlarla ayıran bir şehir tahayyülünü oluşturdu.
Aynı zamanda hisar yabancıların, savaşa girilen ülkelerin elçilerinin ve bazen de Osmanlı’nın kendi devlet adamlarının tutulduğu bir hapishane olarak da kullanıldı. Burada oluşan mahalle içinde Hristiyan kız çocukları için kurulmuş olan ve bir süre faaliyet gösteren bir sanat mektebi de vardı. Hisarın mahallesi bir yangınla yok oldu, geriye minare, sarnıç ve çeşme yapısının bir kısmı kalabildi.
Yedikule Hisarı’nın bugüne kadar ulaşmasını sağlayan çeşitli tamiratlar yapıldı, bunların en son ve en kapsamlı olanı 1960’lı yıllarda Vakıflar tarafından mimar Cahide Tamer eliyle gerçekleşti. Döneminin imkânları ve anlayışı çerçevesinde uygulanan bu restorasyon, günümüz yenileme anlayışı ile kıyaslandığında bazı sorunlar içerse de, hisarın günümüze ulaştırılmasında şüphesiz büyük pay sahibidir.
Uzun bir aradan sonra yeniden kapsamlı bir onarıma alınan Yedikule Hisarı, sadece elimizdekini dondurmakla yetinen müzeci bir anlayış yerine, anıt eseri bugün de yaşayan bir yere dönüştürecek, bunu yaparken geri dönülemez hiçbir müdahale içermeyen, olduğu hâliyle dondurmalar, tamamlamalar ve çağdaş ekleri bir arada barındıran tasarımcı bir restorasyon anlayışıyla ele alınmaktadır.
Hisarın günümüze ulaşana dek çeşitli değişimlere uğradı. Son asırda hafızalarda salt bir harabe estetiği ile yer edinen bu yapı, aslında şehrin siluetinde önemli bir yer tutan, etkileyici kuleleri ve bunların üzerindeki sivri külahları ile masalsı bir Orta Çağ kalesinden farksızdı. Kuleleri örten bu görkemli mahrutî [konik] külahlar zaman içinde kaybolmuş. Benzer külahların, Yedikule’nin kardeş yapıları diyebileceğimiz Rumeli ve Anadolu Hisarı’nın burçlarında da yer aldığını biliyoruz. Bu kurşun kaplı külahlar, kuleleri sudan koruyan çatılardır ve ahşaptan yapılmış oldukları için kaybolması en kolay unsurlardır, uzun vadede bakım ve tamir isterler. Yangınların da etkisiyle hisarda bugün sadece taş kısımlar kalmış, ahşap ara katlar, külahlar tamamen kaybolmuş. Çatısız burçlar yağmur suyu yüzünden zamanla çürümeye başlamış.
Külahlar uzun süredir burçların üzerinde görülmedikleri için yakın dönem kent hafızasından silinmiş durumdadır. Oysa Yedikule ismini külahlı kulelerin kara surlarının burçlarının arasından dikkat çekici bir biçimde yükselmesi sayesinde alır. Bugün Yedikule’yi surlardan ayırt etmek kolay değil, hâlbuki bu kulelerin onlardan ayrıştığını, sivri çatılarıyla Yedikule isminin hakkını verecek biçimde yükseldiğini biliyoruz. Kuleleri külahlı biçimde tasvir eden çok sayıda gravür, minyatür, çizim ve resim mevcut.
Kulelerin bitişlerini belirten bu simgesel külah çatıların önemli bir diğer örneği de Galata Kulesi’dir. Zaman içinde yangınların yok ettiği, rüzgârların uçurduğu bu külah da farklı dönemlerde farklı biçimde tekrar yapılır. 1967’de bugünkü külah [betonarme olarak] yapılana kadar da, kule yaklaşık bir asır boyunca çatısız kalır. 1875-1967 yılları arasında çekilmiş fotoğraflarında kulenin üstünde çatı görünmez. 54 yıl önceki restorasyonda bugünkü şeklini almamış olsaydı, şehrin sembolü olan bu karakteristik imgeden mahrum kalacaktık.
2021 restorasyonu ile Yedikule Hisarı’nın da külahlarına tekrar kavuşması planlanıyor. İlk inşa edildiği dönemdeki gibi yine ahşaptan, ama günümüz teknolojisiyle, lamine ahşap bir strüktür ve özgün malzemesi olan kurşun yerine çağdaş titanyum alaşımlı çinko kaplamalarla bu çatıları projelendirdik. Projeyle birlikte hem burçların yağmur suyuyla temasını kesmeyi hem kent siluetine o masalsı imgeyi geri getirmeyi hedefledik. Ayrıca proje yapıya geri dönülemez bir müdahale içermiyor, yani gerektiğinde külahlar sökülebilecek. Bu önemli dokunuşla Yedikule Hisarı tekrar şehir hayatına katılacak. Kara surlarının içinde kaybolmuş, girilmez, nerede olduğu bilinmez bir yapı durumundayken alametifarikası olan külahlarıyla birlikte özgün kimliğine yeniden kavuşacak.
Yedikule Hisarı için bir diğer önemli kimlik ögesi, ortasında bulunan ve Fatih döneminden kalma Yedikule Fatih Mescidi’dir. Sur içinin ilk mescitlerinden olduğu bilinen bu yapının minaresi, sarnıcı ve çeşmesi ayakta sadece. Arkeolojik kazılar sonucunda mescidin temelleri bulundu ve rölöveleri hazırlandı. Elimizde mescide ait 1900’lerin başından kalma 3 kare fotoğrafla birlikte kısıtlı bilgi bulunuyor. Bu fotoğraflara göre mescidin revaklı son cemaat alanı ahşap yalı baskısı ve doğramalarla tamamen kapatılmış. Mihrap cephesinde üç adet pencere denemeyecek kadar küçük ve düzensiz açıklık bulunuyor. Fotoğraflardan yapının saçaklarının çok kısa, neredeyse sıfıra yakın olduğu görülüyor. 290 m2’lik alana sahip yapının irice kırma çatısı da kiremitle örtülü.
Fotoğrafı çekildiği zamana kadar yapının çok müdahale görmüş, yapıyla oynanmış olduğu açık. İzzet Kumbaracılar Yedikule eserinde 1873 yılında ve sonrası Rus Harbi’nde burasının fişek imalathanesi ve bilahare eşya deposu olarak kullanıldığı yazmaktadır. Bu sebeple pencereleri kapatılmış, saçakları kesilmiş, çatıdaki kurşunları sökülmüş ve revakı kapatılmış olmalı. Elimizdeki tek görsel veri bu fotoğraflardı ve yapıyı bunlara göre restitüte etmek Yedikule Hisarı’nın ortasına mihrap cephesinde 3, yanlarda 1’er tane küçücük ve düzensiz delikten ibaret karanlık ve iri bir hacim koymak demekti. Ayrıca arkeolojik kazı sonrasında ulaştığımız ve tam olarak çözülemediği için planı muallakta kalan, soru işaretleri barındıran temelleri de geri dönülemez biçimde tahrip etmek anlamına gelecekti. Mescidin özgün yapısının böyle olmadığı, fişekhane ve depo olarak kullanıldıktan sonra bu duruma geldiği barizdi.
Bunun üzerine Fatih döneminin diğer yapılarıyla analoji kuran bir çalışma yaptık. Dönemin benzer yapılarının pencere düzenleri, tepe pencereleri, saçakları, revakları, revzenleri ile örtüşen bir yapı, bir mescit tasarladık. Bu süreçte elimizde bizi hakikaten destekleyecek, özgün yapıya götürecek bir veri olmadığı için bir noktada tasarımcılık, mimarlık yapmaya başladığımızı fark ettik. Bugün eski üslupta tasarlayıp inşa edeceğimiz bir mescidin, bizden sonraki nesillere o yapının 15. asırda bu şekilde inşa edilmiş olduğuna dair yanıltıcı olabilecek bilgiler aktarma tehlikesi var.
Mescit, hisarın içindeki mahalle hayatının doğal bir parçasıydı. Mahalle, başında çamaşır yıkanan su kuyusuyla, meskenleriyle, çarşısıyla, ibadethanesiyle bir bütündü. Bugün böyle bir hayat yok. Ancak yine de bu mescidin ibadet ihtiyacına yönelik işlevinin yanında, sembolik bir anlamı da var. Kıymetli nefs-i İstanbul’un, sur içinin kaybolmuş, kaybolmasına göz yumulmuş yüzlerce mescidi, medresesi, sıbyan mektebi arasından hangisini yeniden kazandırılabilirsek, şehrin tarihi ve hafızası adına kâr sayılmalıdır. Yakın geçmişin hoyrat yıkımlarının elden geldiğince telafi edilmesi, ortak geçmişe saygının bir gereğidir.
Fatih devrinin Yatağan, Rumelihisarı gibi diğer yaşıt mescitleri ile analoji kurduğumuzda, Yedikule Fatih Mescidi’nin ilk hâlinin bugünkü temel izlerinde görülen kadar büyük [~290 m²] olmadığını öngörmek hata olmaz. Söylediğimiz gibi elimizdeki fotoğraflar mescidin fişekhane ve depo olarak kullanıldığı, çokça müdahale edilmiş ve bozulmuş hâline ait. Bu nedenle kazıda elde edilen özgün temelleri ileride de araştırmaya imkân verecek kıymetli bir kaynak olarak görmek gerekiyor. Mevcut verileri koruyup elde edilen yapı izinin içine kendini geriye çekerek ve biraz küçülerek oturan, temel taşlarını söküp atmamıza gerek hissettirmeyen özgün bir tasarımla yapıyı ihya etmek en uygun ve en bilimsel yaklaşım. Bu sebeple mescit binasını ilerideki araştırmalarda yeni bulgular elde edildiği takdirde yapının kolaylıkla sökülebilmesi için hiçbir özgün kalıntıya temas etmeden, gündelik işlevini yerine getirecek şekilde tasarladık. Yani yeni bir düzenlemeye rahatlıkla imkân verecek geri dönülebilir bir modeli tercih ettik.
Kısaca Yedikule Fatih Mescidi tüm hatırasıyla; minaresi, sarnıcı, çeşmesiyle birlikte ihya edilirken Osmanlı arkeolojisine konu olan temellerini muhafaza edecektir. Yeni tasarımı oluştururken Portolan Atlası’nda, Kitab-ı Bahriye’de, Francesco Scarella gravüründe görünen topuz çatılı, kare planlı mescit yapısını esas almak tutarlı bir yaklaşım olacaktı. Ancak bu ihya, yapının bugün yeniden inşa edildiğini de inkâr etmeyen bir tasarımla olmalıydı. Gelecek nesiller Fatih Sultan Mehmed’in hatırası olan bu mescidi bu çağın insanlarının yeniden ayağa kaldırdığını apaçık bilmeliydi. Bunun yanında bir kısmı ayakta olan ve haklarında yeterli bilgi bulunan minare, çeşme ve su haznesi gibi kısımların özgün teknik ve biçimleriyle tamamlanması planlandı. Buna göre çeşme 1958-1961 yılları arasında gerçekleştirilen restorasyonunda aldığı betonarme eklerden arındırılıp özgün hâline getirilecek.
Hisarın içindeki hayatın izlerini taşıyan bir diğer önemli unsur ise su kuyusu. Bu su kuyusu Kuzey Kule’nin hemen önünde yer alıyor ve çapı emsallerinden çok daha geniş ve derin. Bir karşılaştırma yapmak gerekirse, kuyunun çapı neredeyse hemen yanındaki Kuzey Kule’nin çapı, derinliği de yine o kulenin yüksekliği kadar. Yani yerin altında bir kule daha var dense yeridir. Son dönemlerde kuyunun üzerine inşa edilmiş olan mekanizma da özgün bir endüstri mirası olarak kabul edilmelidir. Su kuyuları zaman zaman yerleşim yerlerinin sosyal toplanma alanları, canlı bir odak noktası olarak değerlendirilmiştir. Restorasyon sonrası kuyu, hisar içinde yine bir odak noktası olarak konumlanacak. Kuyu ve çevresi bir saçak altına alınarak ziyaret edilen bir alan hâline getirilecek.
Hisarın bugünkü kapısı olan Fatih Kapısı ile Altın Kapı arasındaki özgün döşemeli yol, bu anıt eserin vurgulanmaya değer unsurlarından. Altın Kapı önündeki özgün Geç Roma döşemesi, bugüne kadar müdahale edilmemiş hâliyle hisarın en önemli kültür varlıklarından biri olarak değerlendirilebilir. Şehrin en önemli giriş kapısından Via Egnatia’yı Mese Yolu’na bağlayan bir güzergâh burası. İki kapı arasındaki hattın neredeyse yarısını oluşturan kısım iri taşları ile Geç Roma dönemine tarihlenirken, diğer yarısı [mescit önünden Fatih Kapısı’na kadar olan kısım] 15. asır Osmanlı dönemine tarihleniyor. Bu iki kısım arasında ise kot farkı var, Osmanlı döşemesi doğal olarak daha üst kotta. Döşemeler arasında yapısal olarak da ciddi farklar var. Roma döşemeleri çok büyük, geniş taşlardan, Fatih dönemi klasik Osmanlı yolunun döşemesi çok daha küçük taşlardan oluşuyor ve Osmanlı döşemesinin ortasından su yolu da geçiyor.
Bu ilginç yol şu anda hisarın ortasında, onu neredeyse doğu – batı aksında tam ortadan ikiye bölen özgün bir unsur olarak duruyor. Hisara girince önce 15. asırdan kalma Osmanlı yoluna, mescitten sonra ise yaklaşık 5 basamak aşağı inerek Roma döşemesine ulaşırız, yani kabaca 1000 yıl daha eskiye gideriz. Hayri Fehmi Yılmaz’ın akılda kalıcı hoş tespitiyle, her basamakta adeta 200 yıl aşağıya ineriz. Bu önemli aksa, hisarın yeni peyzaj tasarımında da odak noktası olarak yer verilecektir.
Hisar, etrafı yaklaşık 20 m’lik duvarlarla çevrili, yaklaşık 15 dönümlük bir bahçe. Bu bahçe, sur içinin yoğunluğundan yalıtılmış masalsı bir boşluk hâlinde yayılıyor. Bu büyülü bir boşluk gerçekten, çünkü sur içi İstanbul’un kalbi ve her noktası çok kıymetli, bu nedenle azami verimle değerlendirilmiş her yeri. Bitişik nizam, yola cephesi dar, arkaya doğru uzanan yapılar içeren sur içinin bu kadar kıymetli arazisinin içinde 15 dönümlük, etrafı yüksek duvarlarla çevrili bir bahçe. Bu bahçenin içine giren âdeta dünyadan uzaklaşıyor, tarihin katmanları arasında gezmeye başlar.
Bu gizli ve güzel bahçenin ana unsuru, kurucu aksı bahsi geçen Fatih Kapısı’ndan Porta Aurea’ya uzanan özgün döşemeli yol olacak. Hak ettiği önemi koruyabilmesi için, bahçenin geri kalanındaki yolların hiçbirinin bu ana yolla yarışmaması gerekir. Bu sebeple peyzaj tasarımında bu aksa alternatif ikinci bir aksın oluşmasına izin verilmedi. Diğer bütün dolaşım aksları bahçenin içinde kaybolan, dağılan, çözünen bir dokuyu oluşturuyor. Bahçe düzeni, hiçbir ikinci aks tarif etmemek maksadıyla yüzeyin homojen biçimde satıhlaştığı, bir istikametten ziyade bir yüzey tarif edecek şekilde çözündüğü bir tasarımla ele alındı. Hisarın yıldız planının devamını andırır biçimde yüzeye dağılmış astronomik noktaların, yıldız kümelerinin düğüm noktaları hâlini alarak birbirine bağlanması ile üçgenler oluşuyor. Gökyüzünde saçılmış yıldızlar gibi, onların birbirine bağlanmasıyla oluşan üçgen yüzeyler, bütün bahçe sathını çözünerek kaybolan tek satıh hâline getiren, ikinci bir istikamet, bir doğrultu tarif etmeyen bir tasarım.
Hisar, içerisinde ona hayat verecek işlevlere ve mekânlara sahip olmadığı için bugün kullanılmıyor. Hisarın kullanılmasını sağlayacak ek yapılar, burayı boş bir bahçe olarak tutmakla birlikte buraya gelen insanların yapıyı gezmesine, kullanmasına imkân verecek bazı bazı birimler de düşünüldü. Bunlardan ilki bahsettiğimiz üzere mescitti. Bunun dışında küçük bir yeme-içme, toplanma birimi, yani bir kültürel yapı, küçük bir kitap ve hediyelik eşya mağazası ve bazı ıslak hacimler içeren ek yapılar tasarlandı. Bu yapıların tamamı hafif lamine ahşap strüktürler, rahatça sökülebilir yapılar. Tamamı bulon ve vidalarla bir araya getirilen kolon ve kirişlerden oluşan, işleri bittiği, görevini tamamladığı zaman tekrar oradan sökülüp alınabilecek olan geçici yapılar. Hiçbiri hisara kalıcı ve geri dönülemez bir müdahale gerektirmiyor.
Bu birimlerin bazıları hisar içindeki yaya hareketinin ve zemin kattaki görsel devamlılığın sağlanması için ayaklar üzerinde yükseltilmiş olacak. Böylece hisarın içindeki o düzlemin kesintisizliği sağlanmış olacak. Sur duvarlarını engellemeyecek biçimde eteklerini yukarı kaldırıp zemin kattaki insan hareketini devam ettirecek olan bu yapılar, surlara çok yaklaşmadan ama hisarın içindeki boşluğun bütünlüğünü de zedelemeden kenarlara çekilmiş durumdalar. Yani hisarın içinde bir boşluk hâlâ var. O boşluğu “ben buradayım” diyerek bozan tek bir unsur var, o da özgün noktasında bulunan mescidin kendisi. Onun dışında yeni eklenen her şey ortadaki boşluğu kesintisiz bir bütün olarak kendi başına bırakıp kenara çekiliyor. Bu yapılar ömürlerini tamamladıkları zaman sökülüp oradan alınabilecek hafif, geçici strüktürler.
Lamine ahşap kullanılması, bu malzemenin yapıyı olabildiğince hafif bir strüktür olarak inşa edebilme imkânı sağlaması nedeniyledir. Ayrıca geri dönüşebilir bir malzeme olması sebebiyle söküldüğü zaman tüm kolon, kiriş ve dikmeler tekrar kullanılabilir. Bugüne ulaşamamış olan hisar içi mahallesi ahşap evlerden oluşuyordu. Yeni inşa edilecek birimler ile onların bugün ayakta olmayan öncülleri ekolojik kaygılar yanında mimari devamlılık fikrini de içermesi sebebiyle ahşaptan imal edilecek.
Bu yapılar hisarın o uzun, ağır duvarlarıyla hiçbir şekilde yarışmayacak bir mimari oluşturması için noktasal birimler olarak planlandı. Orada uzayan ve yerle bütünleşmiş gibi duran 5 asırlık hisar duvarları dışında bütün yeni yapılar ayaklar üzerinde ve mütereddit şekilde var olacak. Bu sebeple yapıların tamamı kare planlardan oluşuyor, yani hepsi birer noktadan ibaret. Hisarın yıldız biçimindeki planını ören astoronomik düğümlerin bazılarını işte bu yapılar oluşturacak. Hiçbir zaman uzamayacak, yere hep oradaymışçasına güçlü şekilde oturmayacak, hep mütereddit ve bir gün bir anda oradan kalkıp gidecekmişçesine duran noktasal kütleler. Zira orada uzun yıllar bulunduğunu bildiğimiz eski mahallenin evleri de, aynı bu şekilde, zamanı gelir gelmez hemen kalkıp gidecekmiş gibiydiler. Bu yüzden geride onlardan en küçük bir iz dahi kalmadı. Daha düne kadar oradaydılar, ama şimdi hiçbiri yok yerinde. Önerilen yeni yapılar da işte bu “geçici” karakterde olacaklar.
Hisarın dışında, Fatih Kapısı’nın hemen önünde II. Mahmud döneminden kalma eski bir karakol yapısı olduğunu, bu yapının bir set üstünde konumlandığını biliyoruz. Hisarın girişinden daha üst kotta, bir set duvarının üzerinde yer alan T planlı ahşap bir karakol yapısı bu. Binanın plandaki izleri haritalarda görülüyor, bazı fotoğrafları da var. Bugün o noktada yine bir set var ve set üstündeki yapı yine bir karakol. Ancak mevcut yapılar oldukça niteliksiz, zaman içinde eklenmiş, oynanmışlar.
Eski karakolun tespit edilen izleri, yeni düzenlemede Yedikule Hisarı’nın giriş meydanı olacak. Buna göre mevcut niteliksiz karakol yapısı oradan kaldırılarak T planlı eski büyük karakol yapısının izi meydanda bir döşeme çizgisi oluşturacak. Mevcut set kabaca korunmakla beraber, duvarla ayrılan bir kapalı düzlem olmaktan çıkarılacak. Rampa ve basamaklarla yumuşatılarak hisar girişine bağlanan bir meydan hâline getirilecek. Girişteki bu yeni meydan, hisarın İmrahor İlyas Bey Camii ile zaman içinde kaybolmuş ilişkisini yeniden kurmaya çalışacak. Cami ile hisar arasındaki görsel bağın tekrar kurulması amaçlandığı için yeni düzenlemede mevcut giriş kaydırılarak caminin önüne alınacak. Böylece mevcut durumda parçalanmış olan cami, hisar, meydan ve çeşme ilişkisi yeniden sağlanmış olacak.
Söz konusu meydanda hisarın girişini canlandıracak; giriş, güvenlik, bilet satış, danışma, kafeterya, polis ofisi işlevi gören küçük yapılar da yer alacak. II. Mahmud devrinden beri orada yer alan karakolun hatırası, bu küçük polis noktasıyla yaşatılacak. Bütün ek yapılar hisarın içindekiler gibi tek katlı, lamine ahşaptan, çok küçük ve çok hafif strüktürlerden ibaret olacak. Eski karakolun hemen önündeki sete çıkan giriş merdiveni yeni düzenlemede aynı noktada, aynı büyüklükte yer alacak, ama merdivenin dışındaki set duvarları yıkılıp kotlar yumuşatılarak hisara doğru indirilecek. Böylelikle cami önündeki meydana girdiğimizden itibaren hisar kapısına yönelip onu seyrederek hisara yaklaşabileceğiz.
Yedikule Hisarı’na kuzey yönden giren eski bir yol daha var. Burası bugüne kadar devamlılık gösteren, Yedikule kapısından sur içine girdikten sonra sağdan hisarın giriş kapısına doğru ilerleyen bir güzergâh. Bu hat üzerinde Kuzey Kule’nin dış cephesinde göze çarpan Roma dönemine ait devşirme taş unsurlar âdeta yolu süslemek amacıyla yerleştirilmiş gibidirler. Bu güzergâh hâlen taşıt trafiğine açık. Yeni düzenlemede ise tamamen yayalaştırılacak. Yolun başlangıç noktasında Fatih döneminden kaldığı düşünülen küçük bir türbe var, burası da ihya edilerek söz konusu güzergâhın nirengi noktası olarak düzenlenecek.
Yedikule meydanı, yani hisarın dış giriş meydanı içerideki düzenlemenin bir habercisi, küçük bir modeli olarak ele alındı. Hisarın içindeki ek binalardan birkaç örnek de burada yer alacak. Meydan düzenlemesi insani ölçekte parçalanmış kotlar ve yönelişlerden oluşacak, aynı zamanda mevcut ağaç topluluğunu da muhafaza koruyacak.
Yedikule’nin yedinci kulesi bir İstanbul depreminde yıkılmış, bugün yok. Yapıya ismini veren karakteristik ögelerden biri olan yedinci kule yeniden inşa edilecek. Bu inşanın yedinci kulenin siluetini tekrar eski yerinde ayağa kaldırmayı amaçlayan, hafif, geçirgen, sanatsal ve çağdaş bir yorumla olması planlandı.
Günümüze kadar ulaşmayı başarmış, bu esnada çeşitli değişikliklere uğrayarak şehrin hafızasındaki yerini büyük oranda kaybetmiş bir yapı Yedikule Hisarı. Ancak onun sembolik anlamı İstanbul’un bağrında hâlâ diri. Yedikule Hisarı’nı aslına en uygun şekilde elden geçirip ihya etmek, bu şaheseri canlandırıp İstanbul’a armağan etmek gerçekten de Fatih’e yaraşır bir iş olacak.