Demir Kilise

1880’li Yıllarda Maden Döküm Sanayi Yarışının Haliç’teki Önemli Simgesi; DEMİR KİLİSE

Prof. Dr. Önder Küçükerman – Dr. Jülide Edirne

İstanbul’un Haliç bölgesinde 1880’li yıllarda yapılmış olan ve “Demir Kilise” olarak bilinen Sveti Stefan Bulgar Kilisesi’nin çok ilginç bir mimari tasarımı ve inşaat öyküsü vardır. Ama aslında bu kilisenin o yıllarda bütün dünyada bir tür sanayi yarışı biçimine dönüşen demir döküm endüstrisinin desteğindeki mimari tasarım bakımından çok daha önemli özellikleri vardır. Üstelik bu yarış o yıllarda bir tür sanayi bölgesi olan Haliç’in Balat kıyısında yaşanmıştı.

 DEMİR EYFEL KULESİ

Aslında o yıllarda Avrupa’da hatta bütün dünyada maden döküm endüstrisi çok büyük bir gelişim gösteriyordu ve bu yeni teknolojinin mimari alanlarda kullanımı konusunda bir tasarım heyecanı yaşanıyordu. Ancak en önemlisi 1889 yılında Uluslararası Paris Fuarı için hazırlıklar yapılıyor ve bu arada da ünlü Eyfel kulesinin inşaatı devam ediyordu. Eyfel kulesi ise doğrudan doğruya o yılların döküm demir endüstrisinin bir yıldızı olarak ortaya çıkıyordu.

Eyfel kulesi, Fransız mühendis Gustav Eyfel tarafından tasarlanan ve çok hassas biçimde fabrikalarda üretilen 15 bin demir parçanın bir araya gelmesi ile inşa edilmişti. Bu çok büyük bir projeydi. Çok büyük hassasiyetle döküm tekniğiyle üretilen bu demir parçaları birleştirmek için, 2 buçuk milyon perçin kullanılmıştı. Yani Fransız demir endüstrisinin çok büyük ve yeni bir simgesel ve heyecan verici projesi olarak hayata geçiriliyordu.

Nitekim sonunda da 1889 yılının 31 Mart Pazar günü tamamlanan kuleye bir grup sergi sorumlusu ile çıkan Gustav Eyfel, yirmi bir top atışı arasında şöyle demişti:

“ Şimdi Fransız bayrağının 300 metrelik bir direği var.”

Aynı serginin bir diğer dev boyutlu demir yapısı da önemli bir mühendislik eseri olan “Makineler Sarayı” (Palais des Machines) olmuştu. Hem Eyfel Kulesi, hem de dev boyutlu makineler sarayının çatısı sadece perçinlenmiş demir parçalarla kurulmuştu. Bu dev boyutlu binanın içinde bir de elektrikle çalışan ve yürüyen platform yapılmıştı. Böylece demir endüstrisinin ve mühendisliğinin yanı sıra, yeni bir enerji olan elektrik de kullanılmıştı.  

Ancak bütün bu binalarda sadece taşıyıcı sistemler demir döküm parçalarla yapılmıştı.

EYFEL KULESİ’NE KARŞILIK HALİÇ’TE

Aynı yıllarda birçok ülkede demir sanayinin bu yeni tekniğinin mimaride kullanılması için girişimler yapılıyordu. Hatta İngiltere’de demir parçalardan oluşan ve “Teneke Kilise” olarak bilinen prefabrike kiliseler üretilmiş ve çeşitli ülkelerde kullanılmaya başlamıştı. Ama bu örnekler, preslenmiş galvanizli sac levhaların bir araya gelmesiyle üretiliyordu. 

Demir sanayinin bu yeni teknolojisi yarışının çok ilginç bir örneği olarak da Haliç’in Balat kıyısında Endüstri Devrimi’nin en ilginç örneklerinden birisi olan “Demir Kilise” inşa ediliyordu. O yıllarda yaygınlaşmaya başlayan bu tür devasa boyutlu demir döküm yapıların çok önemli teknik bir özelliği şudur: Bina bütünüyle bir matematik problemi gibi en küçük ayrıntısına kadar planlanarak tasarlanmalı, fabrikalarda parça parça üretilmeli ve hiçbir sorun yaşanmadan, belirli bir sıra içinde kurulmalıdır. Bu iş için şaşırtıcı hassasiyette bir projenin yapılması, hatta demir parçalarda önceden açılan deliklerin perçinler yardımıyla çok hassas bir montaj işlemiyle birleştirilmesi gerekir. Bu süreçte en ufak bir ölçü hatası olmamalıdır. Hatta bu işlemler neredeyse bir saat montajı kadar hassas biçimde yürümelidir.

PROJENİN MİMARİ DA İLGİNÇ BİR KİŞİDemir Kilise’nin mimari tasarımını yapan Hovsep Aznavur babasının görevi nedeniyle bulunduğu Londra’da 1854 yılında doğmuştu. Orta öğrenimini Venedik’teki Murad-Rapayelyan Koleji’nde, mimarlık eğitimini Roma Güzel Sanatlar Akademisi’nde (Accademia di Belle Arti di Roma) yaptığı biliniyor. 

1879 yılında ailesi ile İstanbul’a döndükten sonra dönemin yeniliği olan döküm demir tekniğini ile birçok proje tasarlamıştı. Başta Demir Kilise olmak üzere, Alexandre Vallaury ile Cibali’deki Tütün İşleme ve Sigara Fabrikası (bugünkü Kadir Has Üniversitesi), Sirkeci’deki Sanasaryan Hanı (eski Emniyet Müdürlüğü), Galatasaray’daki Abbas Halim Paşa Konağı (bugün Mısır Apartmanı), Heybeliada’da bugün mevcut olmayan Abbas Halim Paşa Köşkü gibi önemli binalar yapmıştı. Hatta 1971 yılında yanan Tepebaşı Dram Tiyatrosu ile Galatasaray’daki Tokatlıyan Oteli’nin (bugün Konak Çarşısı) tasarımcısının da Aznavur  olduğu düşünülür. 

Bu tür prefabrike mimari tasarımları yapmış olan Aznavur’un mimarlık eğitimini İtalya’da gördüğü yıllarda çok büyük gelişmelerin yaşanan modüler demir yapılar konusunda bilgisi olduğu anlaşılıyor. Hatta Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nı yaptıktan sonra Heybeliada’da Abbas Halim Paşa’ya “Vidalı Köşk” olarak bilinen bir tasarım yapmış olduğu aktarılır. Anlatılanlara göre, Paşa, ölümünden sonra köşkün sökülüp Mısır’a götürülmesini vasiyet ettiği için Vidalı Köşk’ün sökülerek Mısır’a götürülmüş olduğu aktarılır. Eğer bunlar gerçek ise mimar Aznavur birçok prefabrike yapı tasarlamıştı. Ve 1935 yılında Kahire’de ölmüştür.

DEMİR KİLİSE NASIL YAPILDI?

Aslında bu işin başlangıcı 1840’lı yıllara dayanıyordu. Çünkü 17 Ekim 1849 tarihinde Sultan Abdülmecid’in özel fermanıyla Bulgarlara Haliç kıyısında kendi kiliselerine sahip olma izni verilmişti. Bu nedenle 1850 yılında çevredeki taş evler yıkılmış ve 25 Ekim 1858 tarihinde burada küçük bir kilisenin temeli atılmıştı. Ancak Haliç kıyısındaki zemin çok sağlam olmadığı için inşaat bir süre sonra durmuştu. Bu küçük kilise daha sonra büyütülmüş ve “Ahşap Kilise” adıyla anılmıştı. 1877 yılında Bulgar Prensliği kurulunca, yeni bir kilise inşaatı konusunda girişimler yapılmış ve bu projeye Prenslik maddi kaynak da sağlamıştı. 1888 yılında ise Haliç’teki kilise için bir proje yarışması açılmış ve Osmanlı mimarı Hovsep Aznavur’un projesi Sofya’da kabul edilmişti. 

VİYANA’DA YAPILAN ANTLAŞMA  

Bu gelişmelerin sonunda bir yıl sonra Osmanlı yönetimi kilisenin yapımına izin vermiş ve bir inşaat komisyon kurulmuştu. Bu arada belediye yönetimi Haliç kıyısındaki zeminin zayıflığına uygun yeni bir proje istemiş, hazırlanan proje 1890 yılında onaylanmış ve 1891 yılında da temel kazıkları çakılmaya başlamıştı. Daha da ilginç olanı ise kazık çakımını hızlandırması için 1891 yılında İngiltere’den buhar makinesi ile çalışan bir kazık çakma sistemi getirilmiş ve 1892 yılında binanın temeli törenle atılabilmişti.

Ancak böyle bir demir yapı çok özel bir endüstri üretimi gerektirdiği için aynı yıl kilisenin bütünüyle döküm demirden yapılacak parçalarını tasarlayıp üretecek olan firmanın seçimi için de bir yarışma açılmış ve sonuçta Viyana’da Rudolf von Waagner şirketi ile anlaşma imzalanmıştı.Böylece 1893 yılında Viyana’daki fabrikada binanın demir parçalarının üretimine başlanmıştı. Bütünüyle sökülebilen çeşitli prefabrike döküm demir parçalardan oluşan bu yapı toplam 500 ton ağırlığındaydı. Demir kilisenin, önce şirketin Avusturya’daki fabrikasında kurulduğu, sonra sökülerek İstanbul’a taşındığı bilinir.

İSTANBUL DEPREMİ MİMARI UYARDI

Demir Kilise’nin Viyana’da üretim çalışmaları yürütülürken 1894 yılında İstanbul’da çok büyük ve yıkıcı bir deprem yaşanmıştı. Çok sayıda bina yıkılmış ama en önemlisi kilisenin inşa edileceği alana yakın olan Fener bölgesinde de büyük hasar oluşmasıydı.Bu önemli olay, büyük olasılıkla bölgede demir teknolojisiyle bir kilise yapmanın önemini ortaya çıkarttı..

Bu yaşananlar arasında Demir Kilise’nin demir parçalarının üretimi bir yıl sonra 1895 yılının ekim ayında tamamlanmıştı. Bu demir parçaların Viyana’dan Trieste’ye, oradan da deniz yoluyla İstanbul’a gönderildiği biliniyor. Bazı parçaların da Tuna Nehri yoluyla Karadeniz üzerinden İstanbul’a gönderildiği bilgileri vardır.

Kilisenin yapısını oluşturan toplam 500 tonluk çok sayıdaki demirden yapılmış mimari parça büyük olasılıkla, kilisenin montajındaki sıraya göre gönderilmiş olmalıdır. Çünkü bu tür demir yapıların taşınmasında ve montajında her zaman en büyük sorundur. Çok ağır olan parçalar montaj alanına belirli bir sıraya göre getirilmelidir. Bu nedenle her halde önce zemin ve alt katlar, sonra da tamamlayıcı cephe parçaları gönderilmiş olmalıydı. 

Bu büyük taşıma işinin 20 tonluk ilk partisi 1895 yılında İstanbul’a ulaşmış ve aralık ayında da binanın montajı başlamış ve 1896 Haziran ayında inşaat bitirilerek teslim edilmişti. Kilisenin toplam parçalarının 500 ton olduğu bilinir.20 Eylül 1898 tarihinde ise Demir Kilise tamamlanarak kullanıma açılmıştı. Böylece, artık Haliç’te prefabrike demir ve döküm tekniğiyle tasarlanarak yapılmış bir kilise vardı.

Bu kilise genel olarak kısaca “demirden yapılmış” olarak tanımlanır. Oysa aslında bu ilginç bina dönemin olağanüstü hassas bir üretim ve montaj endüstrisi düşüncesinin çok önemli eseriydi. Ve bu özelliğiyle de dünyada günümüze kadar gelebilmiş ikinci örnek olmuştur. 

Kilisenin ilginç bir özelliği de iç yapısının Rusya’da tasarlanıp yapılmış olmasıydı. İç mimarisi ise dönemin güçlü Art Nouveau akımının İstanbul’daki ilk örneği olmuştu. Kutsal simgeleri Moskova’daki Nikolay Ahapkin üretmiş, ikonları ise Rus ressam Klavdiy Lebedev tasarlamıştı. Kilisenin altı adet çanı ise Rusya’da Yaroslavıl’da Pötır Olovyanişnikov fabrikasında üretilmişti. Bu çanlardan ikisi bugün hâlâ çalmaktadır.

“İKİ ELEKTRİK DİREĞİ” NE ANLAMA GELİYOR?

1880’li yılların teknik koşullarına göre bu kadar hassas bir maden döküm tekniğine uygun olarak tasarlanıp üretilen bina, daha o dönemlerde İstanbul’daki demir döküm mimari tasarımları bile etkilemiş olmalıydı. Hatta daha sonraki yıllarda Fener ve Balat bölgesinin çok önemli bir demircilik endüstrisi merkezine dönüşmesinde etkisi olmalıydı.

Bu gelişmelerin arasında dönemin demir döküm endüstrisi İstanbul’daki mimari tasarım üzerinde çeşitli biçimlerde etkili oluyordu. Çünkü o yıllarda tasarlanıp yapılan birçok binada demir yapı elemanları kullanılmaya başlamıştı. Özellikle fabrika binaları bu konuda öncü durumdaydı. Ayrıca aynı yıllarda İstanbul’da havagazı, elektrik, tren ve benzeri demir teknolojisi ürünleri kullanan birçok yenilik te yaşanıyordu. Kısacası döküm demir, adeta dönemin büyük bir yeniliğiydi. 

Döküm demir teknikleri konusunda aynı yıllarda yaşanan ilginç bir olay daha vardır. Osmanlı Devleti’nde, Padişahın tahta çıktığı gün “Cülus” olarak isimlendirilir ve her yıl törenlerle kutlanırdı. Bu cülus törenlerinin en büyüğü, II. Abdülhamit’in tahta çıkışının 25. yılı olan 1901 yılında düzenlenmişti. Padişaha yerli ve yabancı temsilcilerden, yurt dışındaki imparatorluklardan pek çok hediye gelmişti. Bu hediyelerin kaydedildiği defterlerdeki kayıtlardan o dönemde hangi tasarımların, ürünlerin ve tekniklerin yaygınlaşmış olduğu bile görülür. Bu nedenle yabancı ülkelerden gönderilen çok ilginç hediyeler vardı ama bunlar arasında Bulgar heyetinden gelen şu hediyeler çok ilginçti: 

Bulgar Eksarh’ı: Altın tepsi içinde kadife kaplı dua ve tebrik yazısı.

Bulgaristan Heyeti: Gümüşten yapılmış, kubbeli ve dört köşeli bina resmi.

Ermeni Patriği, Sultanahmet’teki dikilitaşın gümüşten yapılmış “hacimli” modeli.   

Rus Elçisi Ignatiev: Gümüş vazo.

Rusya İmparatoru: Balgami taşından, Rusya İmparatorunun resmi işlenmiş murassa saat.

Ama gelen hediyeler arasındaki en ilginç örnek Bahriye Nazırı Paşa’nın armağanı olan iki “elektrik direği” idi.

Görülüyor ki ülkedeki geleneksel maden döküm sanayinin yönü de anlamı da değişiyordu. Çünkü Padişaha verilen hediyeler arasında, artık dönemin döküm demir endüstrisinin çok önemli bir yeniliği olan “elektrik direği” bile yer alıyordu. Ayrıca bu hediye direkler ile o yıllarda yapılan Yıldız Sarayı’ndaki döküm demir aydınlatma direkleri veya döküm demir Hamidiye çeşmeleri arasında bile bir anlam bağı olabilir.

DEMİR HAMİDİYE ÇEŞMELERİ

1902 yılında İstanbul’un önemli noktalarına dönemin yeni bir ürünü olarak “Hamidiye” çeşmeleri yerleştirilmişti. 1902 yılında halkın kullanımına açılan 133 çeşmenin 16 tanesi de, döküm demir tekniğiyle yapılmıştı.

Fransız yapımı olan bu çeşmelerin ilk örneklerinden birisi Yıldız Camii’nin bahçesindedir. Daha sonra bu örnekten yararlanılarak birçok kez üretilmiş ve çeşitli bölgelere yerleştirilmişti.

Solda ve ortada,  1902 yılında açılan “Hamidiye” suları ve bun tekniğin önemli simgeleri olan döküm demir çeşmeleri ve üzerindeki Fransız üreticinin markası.

(Önder Küçükerman koleksiyonu)

Sağda,  “Hamidiye” çeşmelerinin Darphane önündeki yerli üretim örnekleri. 

 (Fotoğraflar, Önder Küçükerman)

Çeşmenin üstünde, dört köşesindeki kolonlarla oluşturulan geniş saçaklı bir kubbe vardı ve üzerinde dört adet plaka yerleştirilmişti. Bunların üçünde II. Abdülhamit’in doğum, cülus ve çeşmenin yapım tarihleri olan 1842, 1876, 1900 tarihleri, diğerinde ise tuğrası vardı. İstanbul’da ilk kez dökme demir tekniği kullanılarak yapılmış olan bu çeşmelerden bazıları, bugün de Firuz Ağa Camii önünde, Darphane Binası bahçesinde, Ortaköy Camii meydanında ve Yıldız Camii bahçesinde olmak üzere İstanbul’un değişik bölgelerindedir.  

Yıldız Sarayı Camiinin demir döküm kapıları ve bahçe bölmeleri ve aydınlatma direkleri

(Fotoğraflar, Önder Küçükerman)

DEMİR KİLİSE’NİN YENİDEN AÇILMASI

Haliç’teki Sveti Stefan Bulgar Kilisesi’nin demirden yapılmış mimari yapısı, aradan geçen süre içinde yaşadığı bazı aşınmalar nedeniyle onarıma aldı. 7 yıl süren yenilenme çalışması sonunda Ocak 2018 tarihinde Bulgaristan ve Türkiye ülke Başkanlarının katılımıyla hizmete açıldı. Açılışta yaptığı konuşmada Bulgar Eksarhlığı Ortodoks Kilisesi Vakfı Başkanı Vasil Liaze, Arjantin, Avusturya ve Türkiye’de olmak üzere dünyada üç demir kilise yapıldığını belirterek, tarihte yapılan bu üç demir kiliseden sadece Türkiye’dekinin ayakta kaldığını söyleyerek, yapının önemini daha da belirgin hale getirdi.  

Start typing and press Enter to search