ERGUVANLARIN ÇAĞIRDIĞI ŞEHİRDE BİR ÖMÜRLÜK GEZİNTİ

ERGUVANLARIN ÇAĞIRDIĞI ŞEHİRDE BİR ÖMÜRLÜK GEZİNTİ 

Nurcan Boşdurmaz

…Bir gün Princeton Kampüsü’nde çiçek açmış kiraz ağaçlarını hayranlıkla izliyordum. Sevgili arkadaşım Ed Meservey ile birlikteydim. O bana, “Bu çiçek açmış çiçekli kiraz ağaçları İstanbul’da, Boğaziçi’ndeki erguvan ağaçlarının yanında hiçbir şey.” deyince bunun üzerine ona “Bana daha fazlasını anlat.” dedim… Yıllar sonra, kızı Maureen Freely’e 1960’da İstanbul’a neden geldiklerini anlatırken böyle söylüyor John Freely. 

Bir fizikçi ve bilim tarihçisi olan Freely’yi, daha çok bir İstanbul âşığı ve yorulmak bilmez bir kent gezgini olarak tanıyoruz. Çoğu İstanbul ve Osmanlı tarihi üzerine olmak üzere elliden fazla kitaba imza atmış olması da cabası. Modern çağın Evliya Çelebi’si yakıştırmasına yaraşır bir kariyer hikâyesine sahip. Hiç ummadığı şekilde yolu İstanbul’a düşen ve tutkuyla bağlandığı bu şehirde nihayet bulan ilginç hikâyesine ana hatlarıyla değinmek gerekirse: Freely, 1926 yılında New York’da İrlanda asıllı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelir. Henüz 17 yaşındayken II. Dünya Savaşı’na katılarak Pasifik’te, Birmanya ve Çin’de komando olarak görev yapar. Savaşın ardından eğitimine devam eder ve New York Üniversitesi’nde fizik alanında doktorasını tamamlar. 1960’ta Robert Kolej’de fizik öğretmenliği yapmak üzere yolu İstanbul’a düşer. Freely için hayatının akışını bütünüyle değiştirecek bir dönemdir bu. Sonra tekrar New York’a döner; bir süre Boston, Londra, Atina ve Venedik’te yaşadıktan sonra 1993 yılında bu sefer akademisyen olarak Boğaziçi Üniversitesi’ne gelir ve hayatının sonuna kadar burada, İstanbul’da yaşar. Bu yıllar içerisinde döneminin önemli sanatçı ve yazarları ile dostluk kurar. Aliye Berger, Ömer Uluç, Yaşar Kemal ve daha niceleri ancak kendi deyimiyle her zaman sokaktaki insanlarla kendini daha rahat hisseder İstanbul’da en iyi arkadaşlarının ilginç hayat hikâyelerini öğrendiği taksi şoförleri olduğunu söyler.

Deyim yerindeyse Freely’nin İstanbul sevdasını bir kıvılcım gibi ateşleyen “çiçek açmış kiraz ağaçlarından bile daha güzel” erguvanlardan günümüze ne yazık ki çok azı kaldı. Onu ilk, iki kıtayı birleştiren boğazın ve yedi tepeli kadim şehrin büyüleyici peyzajının olmazsa olmazı bu ağaçlar çağırmıştı gerçekten de. Ancak Freely’nin gezgin ruhunu İstanbul’a gelir gelmez eline geçen Evliya Çelebi Seyahatname’sinin yüz yıllık çevirisi adamakıllı tetiklemiş olmalıdır. 1960’lı yıllarda başladığı kent gezilerinde J. Freely gördüğü, tecrübe ettiği pek çok şeyi notlar hâlinde kaydetmektedir. Nihayet 1966 yılında artık bir kitap formunu alan gezi notlarını bastırmak üzere Redhouse yayınevinin yolunu tutacaktır.

Strolling Through Istanbul-A Guide to the City (İstanbul’u Dolaşırken-İstanbul Gezgininin Rehberi) kitabının bir klasik haline gelmesinin nedeni gezdiği yerlerdeki gözlemlerini tarih bilgisi ile birleştirmesidir. Kızı M. Freely 2017 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen anma törenindeki konuşmasında babasının ruhunu bulduğu yerin İstanbul olduğunu ve birlikte yaptıkları İstanbul gezilerinde onun, “Tıpkı İstanbul’u Dolaşırken’de olduğu gibi her köşe başında Evliya’nın ruhunun 400 yıl sonra hâlâ yaşadığının” kanıtlarına rastladığını söyler

Yayınevi, bu kitabı, onun gibi İstanbul’u baştan aşağı gezmiş olan ve yine Robert Kolej’de çalışan Hillary Sumner-Boyd’un şehrin eski yapıları üzerine yazdığı kitapla birleştirmesini ister. Kitabın birinci baskısının önsözünde kitabın farklı okuyuculara cazip gelecek şekilde tekrar düzenlendiği, binaların tarihi ve kime ithaf edildikleri üzerine olan tartışmaların, sanatsal tarzların, folklorik zenginliklerin, bölgesel âdetlerin, şehirde bolca bulunan farklı mezhepler ve yüzlerce yıl boyunca şehri ziyaret edenlerin o zamanlara dair anlattıklarının çıkarıldığı belirtilir.

  1. Freely ve H. Sumner-Boyd’un dolaştıkları şehir; sokaklarında damalı şeritli taksiler dolaşan, Kalamış’ın kumsal olduğu, Anadoluhisarı vapurunun yolcu taşıdığı, henüz Üsküdar-Kadıköy tramvay hattının nostaljik olarak tanımlanmadığı, güçlü kuvvetli sandalcıları, onlarca kiloyu sırtlayan hamalları ve şerbetçileriyle hepi topu 2 milyon insanın yaşadığı, henüz betonlaşmanın bu kadar vahşice pençesine almadığı bir İstanbul’dur. O yıllarda Osmanlı ve Bizans yapıları binalar arasına sıkışmış da değildir. Sur içi, Anadolu yakasından bakıldığında yedi tepesinin üstünde kolaylıkla fark edilebilmekte, Boğaziçi ise hâlâ yeşil ve mavi renklerinin tüm tonlarını olanca güzelliğiyle taşımaktadır.

İstanbul’u Dolaşırken kitabının başlangıç noktası, belki de Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinin İstanbul bölümünün Galata şehri ile başlamasına yapılan bir göndermeyle Galata Köprüsü olarak seçilmiştir. Öte yandan şehrin yedi tepesinin gezilebilmesi için en iyi rota başlangıcı yine burasıdır. Köprü, Galata bölgesi ile sur içini birbirine bağlayan, gezginler için egzotik sayılabilecek bir yerdir. Yeni Camiî, Topkapı Sarayı, Ayasofya Camiî, Bayezit Yangın Kulesi, Süleymaniye Camiî’nin bir bakışta görülebildiği bu noktadan Bizans ve Osmanlı’ya ait unsurlar kolaylıkla görülebilmektedir. Bu sebeple de bütün gezginler için şehrin her daim canlı kalan yerlerinden biridir. Köprünün üstünde balık tutanlar, seyyar satıcılar, gerek Haliç gerek Boğaz cihetinden gelip geçen vapurlar, salaş yeme içme mekânları nasıl bir şehirle yüz yüze olduklarının ipuçlarını vermektedir. Her ne kadar yerini yenisine terk etse de bugün de gezginler için köprü benzer bir atmosfere sahiptir. 

  1. Freely’nin İstanbul tutkusu zamanla Fatih Sultan Mehmed’e karşı hissettiği hayranlıkla birleşmiş, devamında “gerçek bir rönesans insanı” olarak tanımladığı Fatih hakkında kapsamlı bir biyografik eser olan The Grand Turk’u (Büyük Türk) kaleme almıştır. Aslında bir Osmanlı tarihçisi, değildi ama Osmanlı tarihine karşı büyük bir ilgisi vardı, bunun ilk ipuçlarını gezi kitabında fazlasıyla vermiştir.  Nitekim iyi bir hikâye anlatıcısı olan Freely, gözlemlerini tarihî anekdotlarla da zenginleştirmesini bilen bir yazardı. Kuşkusuz bu noktada Evliya Çelebi ile fevkalade benzeşir. J. Freely gördüğü her şeyi tarihsel bağlam içine rahatlıkla konumlandırır. Örneğin Fatih Sultan Mehmed’in eşi Gülbahar Hatun’un türbesini anlatırken hem Evliya’dan hem de seyyah Cornelia Magni’den başarılı bir şekilde yararlanır: 

…Asılsız bir rivayete göre Gülbahar Fransa Kralı’nın kızıymış, babası onu İmparator Konstantinos Dragas’a gelin olarak göndermiş ve şehrin fethi sırasında Türklerin eline geçmiş. Rivayet Gülbahar’ın Fatih’in eşi ve Bayezit’in annesi olmasına rağmen asla İslamiyet’e geçmediğini söyler [….] Evliya Çelebi [….] Gülbahar’ın türbesi hakkında […]: ‘hakîr nice kere seher vakti görmüştür ki eczâhânlar türbesinde cüzler okuduklarında diğer kubbelerde gömülü olanlara yönelip Kur’an okurlar, ama bunun İslâm ile göçtüğüne şüphe olduğundan bütün eczâhânlar sandukasına arkalarını çevirip Kur’an okurlar…Evliya Çelebi ile eş zamanlarda yazan İtalyan Seyyah Cornelia Magni […]: ‘Türbenin kapısı, hatta pencereleri bile her zaman kapalıdır. Bunun sebebini sordum ve bana şöyle dediler: ‘Ruhu gölgelerde yaşayan bu kadının mezarı ışığı hak etmiyor!…

Oysa bugün Gülbahar Hatun’un türbesinin pencereleri günışığını içeriye alıyor, kapıları da ziyaretçileri için ardına kadar açıktır. 

  1. Freely’nin kendi rotasında ilerlerken bazen olduğu yerde kalır ve mekânın ruhunu iyice kavrayabilmek arzusuyla tarihine doğru bir zihin yolculuğuna başlar. Fatih Sultan Mehmed tarafından 1472’de yaptırılan Çinli Köşkü anlatırken binanın önünde bir cirit alanının olduğundan bahseder, ona göre Çinili Köşk bu oyunları izlemek üzere yapılmış olabilir. Çinili Köşk’ün geniş eyvanına bu gözle tekrar bakar ve düşüncelerini olgunlaştırmak üzere Arkeoloji Müzesi’nin bahçesinde küçük bir kahve molası verir. 

Evliya Çelebi’nin uzun uzun anlattığı İstanbul esnafından geriye kalanları kendi kitabının Pazarlar ve Çarşılar bölümünde anlatır. Bu kalabalık yere girmeden önce Bayezit Meydanı’ndaki, Çınaraltı çayevinde (artık yok) bir bardak çay içilmesi gerektiğini belirterek Sahaflar’dan başlayan gezi rotasını Kapalıçarşı boyunca devam ettirir. Evliya Çelebi’nin uzun ve ayrıntılı şekilde anlattığı Osmanlı İstanbul’unun esnaf ve zanaatkârları bu civarda artık yoktur ama J. Freely gördüğü zamane esnafını geçmiş çağların nitelikleriyle anlatır. Öte yandan Süleymaniye Camii ve külliyesi ile Kariye Camii gibi bazı yapılara müstakil bir bölüm ayırır. 

İstanbul’u Dolaşırken’in yedi tepe üzerine yapılan kurgusu son tepenin anlatımından sonra Haliç kıyısına iner. J. Freely Eyüp’ü “ölüm ve dine” adanmış huzurlu bir yer olarak tanımlar. Kitabın güncellenmiş ikinci baskısında ise fabrikalaşma, depolar ve gecekonduların oluşturduğu kasvetle Eyüp’ün dört bir yandan sarıldığını belirtir. Yine de buradan izlenen günbatımının güzelliğinden bahsetmekten kendini alamaz. 

Onun kitabı, İstanbul’u gezmek için hâlâ iyi bir başvuru kaynağı olarak gösterilebilir. Belki, J. Freely’nin servi ağaçlarının arasında bulunan şadırvanıyla tarif ettiği Fatih Camii’ni bambaşka bir manzarada, Arkeoloji Müzesi’nin koleksiyonları yeni bir tasarımda karşımıza çıkacak, ama bu her gezgini kendi rotasını keşfetmeye çağıran İstanbul’da asla yolumuzu kaybedeceğimiz manasına gelmez. Zira bugüne kadar denenmemiş rotalar da dâhil bütün yollar en nihayetinde İstanbul’a çıkar. 

John Freely, 91 yaşında, Boğaz’a nazır yamaçların tam da erguvana durduğu bir nisan ayında kendi yaşamıyla özdeşleştirdiği İstanbul’a veda etti. Vasiyeti üzerine 11 Mayıs’ta Feriköy Protestan Mezarlığı’na gömüldü. Bağrında uyuduğu İstanbul onu asla unutmayacak. 

Start typing and press Enter to search