Balat’ın Sosyal Dokusu
Sinan Genim
Balat bir dönem İstanbul’un Müslüman, Hıristiyan (Rum ve Ermeni) ve Musevi topluluklarının bir arada yaşadığı en renkli semtlerinden biridir. Balat adının kökeni konusunda çeşitli görüşler mevcuttur. Bazı araştırmacılar bu ismin Rumca saray anlamına gelen “Palation” kelimesinden türetildiğini, bu semtin hemen gerisinde yer alan yamaçta bulunan Blaherna Sarayı’na yakınlığı dolayısıyla bu adla anıldığını söylemektedir. Türk Dil Kurumu sözlüğünde “Balat” kelimesinin dilimize Fransızcadan geçtiği ve Orta Çağ’da, üç bölümden oluşan bir şiiri türü olarak açıklanmaktadır. Ancak Osmanlı coğrafyasında biri Didim’e bağlı bir köy diğeri ise Balıkesir’in Dursunbey ilçesinin eski adı olan iki adet Balat yerleşmesi bulunduğunu da unutmamak gerekir. Bu nedenle, ismin kökeni konusunda daha geniş bir araştırma yapılması gerekir.
MS 2. yüzyıl içinde Dionysios Byzantios tarafından yazıldığı bilinen Boğaziçi’nde Bir Seyahat isimli kitapta bölge “Kamara / Kemer” ismiyle dik ve rüzgârlara açık bir burun olarak tarif edilmektedir. Petrus Gyllius, Prokopius’a atfen bölgenin Iustinianus döneminde “Blakhernai” adıyla anıldığını, burada şehir surları önünde Bakire Meryem Kilisesi’ni yaptırdığını söylemektedir. Bir diğer yazara göre ise bu kilise çok daha önce Theodosius tarafından yaptırılmış olup, Iustinianus tarafından yenilenip onarılmıştır. Bir nota göre Iustinianus’un yeğeni Iustinus bu kiliseye iki kemer ilave ettirir. Haliç surları dışında kalan bu kilisenin zaman içinde yıkıldığı anlatılır. Ancak burada dikkatimizi çeken bir nokta Küngüz veya Avcılar Kapısı denilen sur kapısının üç kemerli olduğu yönündeki kayıttır. Muhtemelen 16. yüzyıl içinde surların bir bölümünün yıkılmasından sonra ayakta kalan bu üç kemerin sur içine bağlantı sağlayan bir kapı olduğu düşünülmüş ve Balat Kapısı’na bu kadar yakın ikinci bir kapı olup olamayacağı konusu tartışılmıştır. Daha sonraki dönemlerde deniz yoluyla Blakhernai Sarayı’na gelen imparatorların şehre giriş için kullandığı bu kapının eski kiliseden kalmış olup olmadığı konusunda bir bilgi bulunmaz. Buna karşın Feridun Dirimtekin, Balat Kapısı’nın her iki yanında alçak bir kabartma figür bulunduğunu, kapının sağ yanında Kutsal Meryem’in tasvir edildiğini, solda ise kanatlı bir kadın olarak tasvir edilen mitolojik “Nike” figürü bulunduğunu, bu figürün İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde koruma altına alındığını yazmaktadır.
Bu bölümde yer alan Haliç surlarının büyük bir kısmı günümüze erişmediği ve bölgedeki yoğun iskân nedeniyle kazı çalışmaları yapılamadığı için sadece erişebildiğimiz kaynaklar Balat semtinin geçmişi hakkında yeterli bilgi edinmemizi zorlaştırmaktadır.
Fetih öncesi bölgede “Romanyot” adı ile bilinen ve Rumca konuşan bir Musevi nüfus bulunduğu ileri sürülmektedir. Fetih sonrası bölgeye günümüzde Kuzey Yunanistan’da bulunan Kesriye (Kastoria) adı ile bilinen şehirden bir miktar Musevi nüfusun mecburi iskân yoluyla yerleştirildiğinden bahsedilmektedir. Daha sonra 1492 tarihini takip eden günlerde II. Bayezid, İspanyol zulmünden kurtardığı bir grup Musevi’yi bu bölgeye yerleştirir. Fetih öncesi bölgede bulunan Rum nüfusun yanı sıra gerek Müslüman gerekse Musevi nüfusun bölgeye yerleşmesi hetorodoks bir görüntünün oluşmasını sağlar. Bölgede Ermeni varlığının oluşma tarihi konusunda net bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak 1627 yılında daha önce Rum cemaatine ait olan Ayia Strati Kilisesi’nin Ermeni cemaatine verilmesi ve onarılarak 1628 yılında Surp Hreşdagabed adıyla ibadete açılması 17. yüzyıl başlarından itibaren bölgede bir Ermeni nüfusu bulunduğunu göstermektedir. Balat’ta Rum Ortodoks cemaati tarafından hâlen kullanılmakta olan Panagia, Taksiarkhes ve İoannes Prodromos isimleriyle anılan üç adet kilise mevcuttur. Bölgede bazısı fethin öncesinde önemli bir kısmı fetihten sonraki tarihlerde yapılmış çok sayıda sinagog bulunmaktadır. Burada yerleşen Musevi nüfus Balkanlar, İspanya ve İtalya’nın çeşitli şehirlerinden gelen az sayıda gruplardan oluşmaktaydı. Bu grupların her kendi için ayrı bir ibadet yeri inşa etmiştir. Bu nedenle yaşayan nüfusun gerek duyacağı sayıdan fazlası ve çoğunluğu geldikleri şehrin ismini yansıtan bazıları yıkılmıştır. Bir dönem Balat’ta Musevi cemaatinin yedi ayrı özerk dinî bölgede (Hachgaha) varlığını sürdürdüğü, sur içinde Geruş, Messina, Montias, Ahrida, Yanbol, İstipol, Çana, Kasturiya, Hevra, Eliyau, Selaniko, Veria; sur dışında kıyı bölgesinde Pul Yaşan, Pul Hadaş isimleriyle bilinen on dört adet sinagogları bulunduğu kayıtlıdır. Günümüzde çoğu yıkılan veya yok olan bu sinagoglardan sadece dördü; Ahrida, Yanbol, İstipol ve Çana sinagogları ibadete açıktır. Bu yapılara ek olarak kıyı şeridinde hizmet vermekte olan Or-Ahayim Musevi Hastanesi de geçmişin anılarını yansıtan bir yapıdır.
Balat’ta yapılan ilk mescit muhtemelen Fatih Sultan Mehmed’in divan çavuşlarından Sefer Çavuş tarafından yaptırılan H. 857 / 1453 tarihli Çavuş Mescidi’dir. Aynı dönem içinde bu kere Fatih Sultan Mehmed tarafından Tahta Minare Mescidi inşa ettirilir. 15. yüzyılda bölgede Fatih dönemi ulemasından şair Aşkî Mehmed Efendi tarafından Molla Aşkî Mescidi ve ulemadan Yusuf Şücaüttin Anbarî tarafından Balat İskelesi Mescidi yaptırılır. 16. yüzyılda Hacı Îsa tarafından yaptırılan Kürkçü Mescidi ve tüccar Hacı Hoca Alî Efendi tarafından inşa ettirilen Hoca Alî Mescidi’yle birlikte, Balat’taki mescit sayısı altıya ulaşır.
Ancak Balat’ın en meşhur yapısı hiç şüphesiz, Semiz Ali Paşa’nın kethüdası Ferruh Kethüda tarafından Mimar Sinan’a inşa ettirilen H. 970 / 1562-1563 tarihli Balat Ferruh Kethüda Camii’dir. Yakın çevresinde bir tekke ve zaviyesi de bulunmaktadır. Kuruluşundan kapatıldığı 1925 yılına kadar Halvetiliğin Sünbülî koluna bağlı kalan Balat Tekkesi’nin ayin günü cumadır. 1877 yılında vuku bulan büyük Balat yangını sırasında caminin ahşap olan son cemaat yeri ile tekke bölümlerinin ve burada bulunan Balat Mahkemesi binasının yok olduğu düşünülmektedir.
Ferruh Kethüda Camii mihrabı, mermerden kaval silmeli bir çerçeve ile kuşatılmış olup altı sıra mukarnaslı kavsarası dışında kalan yerleri 18. yüzyılda Tekfur Sarayı’nda imal edilmiş sır altı tekniğinde çinilerle kaplıdır. Ancak mihrap hücresi dışında yer alan diğer çinilerin 1938-1947 yılları arasında sökülerek kaybolduğundan bahsedilir. Ferruh Kethüda Camii’nin en ilginç ve günümüze ulaşmayan özelliği, bir dönem son cemaat yerinin dış yüzünde yer alan çizimdir. Evliya Çelebi’nin deyişiyle, “Kudüs’ten Mısır’a ve Mısır’dan tâ Medine’ye ve Mekke-i Mükerreme’ye varıncaya kadar bütün menzillerde olan dereleri, tepeleri ve tehlikeli geçit yerlerini şekil ve durumlarıyla usta bir nakkaş resmetmiştir ki Erjenk ve Mânî kalemini çekmede âcizdir.”
Bu yapıların yanı sıra Ferruh Kethüda Camii civarında bulunan ve Çavuş Hamamı adıyla bilinen hamamın II. Bayezıd (1481-1512), hatta bazı iddialara göre Fatih Sultan Mehmed döneminde yapılmış olduğu ileri sürülmektedir. Bir diğer hamamın ise Tahta Minare Mescidi’ne yakın bir bölgede bulunduğu ve günümüze erişemediği söylenmektedir.
1845 tarihli Mühendishane-i Hümayun Haritası’nda Balat Kapısı’nın karşısında yer alan Balat İskelesi’nin küçük bir koy içinde yer aldığı görülmektedir. Koyun diğer tarafında ise Hasköy ile Halıcıoğlu’na ulaşımı sağlayan kayıkların iskeleleri bulunmaktadır. Çok uzun bir dönem sahilde bulunan iskeleleri vasıtasıyla ticaretle uğraşan Balat ahalisi özellikle II. Mahmud tarafından 1836 yılında yaptırılan, Unkapanı ile Azapkapı arasında ulaşımı sağlayan ve Hayratiye adıyla bilinen köprü nedeniyle büyük ekonomik kayba uğrar. Köprü, büyük teknelerin Haliç’in iç bölgelerine geçişine mani olmaktadır. Ekonomik gücü yerinde olanların bölgeyi terk etmeye başlaması ve 1950 sonrası özellikle Rum, Ermeni ve Musevi nüfusun bölgeyi terk etmesi sonucu Balat yeni göç dalgalarından payını alır. 1984 sonrasında kıyı bölgesindeki atölye ve konutların yıkıma tabi tutulmasıyla da geleneksel Balat yerleşmesi şehir yaşantısındaki etkin konumunu büyük oranda kaybeder.