Seyyahların Gözünden Balat-Ayvansaray

Seyyahların Gözünden Fatih

Mesud Akyüz

Fener, Balat ve Ayvansaray…

Altın Boynuz Haliç’in boynunda, sıralı mücevherler gibi 

Fener, Balat ve Ayvansaray İstanbul’un gizli hazineleri…

Fetihten hemen sonra yoğun olarak azınlık vatandaşların yaşadığı bu semtlerde, yıllar geçtikçe çeşitlilik artmış ve Müslüman, Hristiyan ve Yahudi tebaanın yan yana ibadet edebildikleri, beraber yaşayabildikleri bir kültür mozaiği oluşmuştur. Özellikle Bizans döneminden kalan eserlerin, Tekfur Sarayı, Anemas Zindanları, Panaya Blakherna Kilisesi’nin olduğu bu bölgede çok önemli tarihî camiler de yer almaktadır. Kariye Camii, Çakırağa Camii, Ferruh Kethüda Camii gibi…

Aynı mahallede hatta aynı sokakta camii, sinagog ve kiliseye rastlamanın mümkün olduğu bu tarihî semtlerimizde iki Fransız seyyahın notlarıyla gezintiye çıkalım.

AYVANSARAY

Fetih öncesinde ismi Ayos Mamas – Blahernai’dir. Bu bölgede bulunan sur kapısı önceleri Ksilokerkos, daha sonra ise Ksiloporto (tahta kapı) ismiyle anılmıştır.

Gelelim semtin isminin nereden geldiğine… Bir rivayete göre Osmanlı döneminde uzaklardan getirilen hayvanların konulduğu eski Bizans Sarayına “Hayvan Sarayı” denilmekteydi. Bu ismin zamanla Ayvansaray’a dönüştüğü söylenmektedir. Diğer bir rivayet ise bu bölgede bulunan Bizans sarayı kemerlerinden dolayı “Eyvanlı Saray” olarak isimlendirilmiş, bu tabir yıllar içinde “Ayvansaray”a dönüşmüştür.

GusTAVE ScHLUMBERGER

10 Ekim 1844’te Gebweiler / Elsass’da doğan Fransız seyyah, asıl eğitimini hekimlik üzerine almış, daha sonra Bizans tarihi üzerine araştırmalara yönelmiştir. Schlumberger’in İstanbul’a 1884 yılında yaptığı ziyaret sonrası aldığı notlardan oluşan kitabı daha sonra İstanbul Adaları adıyla Türkçeye çevrilmiştir. Şimdi Fransız seyyahın notlarıyla devam edelim: 

Şu anda Ayvansaray’dayız; burası gezimizin başlıca hedeflerinden biri olan eski ve ünlü Blahernai semtine tekabül ediyor. Altın Boynuz ile kara surunun İmparator Herakleios tarafından yaptırılan bu parçası arasında, Bizans vakanüvislerinin adını her sayfada andıkları büyük Blaşerna, Blaquerna ya da Blahernai Sarayı ve aynı adı taşıyan kilise bulunuyordu. Komşu Balat (Palatiyon) semti, adıyla hala imparatorluk konutunun varlığını hatırlatıyor. Ayvansaray’a eskiden Avcı Kapısı’nın (tou Kinigou) bulunduğu yerden girdik. Bizans bazileusu ve beraberindekiler Belgrad Ormanı’nda vahşi hayvan avına giderken bu kapıdan tantanalı bir şekilde geçiyorlardı. Burada duvarın içine yerleştirilmiş bir alçak kabartma, sakatlanmış bir zafer tanrıçasını temsil ediyor. Pek dekadan bir üsluba sahip olmakla birlikte giysinin kıvrımlarının resmedilmesinde hala birkaç pırıltı seziliyor.

BALAT

Semtin adı, Rumca “saray” anlamına gelen “palatiyon”dan gelir. Semtte, fetihten sonra açılan kapıya Balat Kapısı denmiştir. Bu bölgenin Bizans dönemindeki adı, yine  “saray kapısı” anlamına gelen Vasiliki Pili’dir.

THEOPHILE GAUTIER

“Dünyanın en güzel şehri İstanbul”

30 Ağustos 1881 yılında Fransa’nın Tarbes şehrinde doğan Fransız yazar Gautier, şiirde Parnasizm (sanat için sanat) akımının da kurucusu sayılmaktadır. Gezmeyi seven Fransız seyyah İstanbul seyahatinde, Batılı ön yargısından sıyrılarak çarık, tunik giyerek ve başına fes takarak şehrin ara sokaklarında dolaşmıştır. “Dünyanın en güzel şehri” dediği İstanbul’a 1852 yılındaki bu seyahatinde Fransız seyyah, şehirde yaklaşık 70 gün kalmıştır. Onun bu keyifli seyahat notları daha sonra Türkçeye de çevrilen Constantinople adlı kitabında yayımlamıştır. Gelin Gautier’in izlenimlerini beraber okuyalım:

Karşıda, Haliç’in öbür kıyısındaki çıplak, yolunmuş, tozlu bir sırtta bir mezarlık vardır ve sağlıksız kuşakları burada yatarlar. Bu ıssız, lanetlenmiş sırttaki mezarlarda tek görülen şey, eğri büğrülükleri ve buradaki taşlar üzerindeki İbranice yazılardır. Yaşları belirsiz olan bu hastalıklı görünümlü bebeklerle Konstantinopolis’in o harikulade güzellikteki Yahudi kadınları arasındaki fark ne kadar büyük! Şam kumaşlarından giysileri içinde, maden kemerleri, altın kolye ve bilezikleri, işlemeli başörtüleriyle, Seba Melikesi kadar güzel olan bu kadınlar haşmetle yürürler. Onların ve buradakilerin aynı soydan olduğu hiç sanılmaz. Konstantinopolis’tekiler Raffaello’nun Madonnaları için poz verecek kadar güzel; buradakilere gelince ancak bir Rembrandt onları dile getirebilirdi. Onları bitüm renginde bir fon üstünde, sırrını Amsterdam’dan aldığı ringa balığı renkleriyle o büyülü sahnelerini canlandırabilirdi. Soysuzlaşma, erkeklerde de görülür. Buradakilerin hiçbirinde artık, Doğu damgasını muhafaza etmiş görünen Afrikalı Yahudilerde görülen tipe rastlanmaz.

FENER

Semtin adı kaynaklarda Bizans döneminde Haliç’in önemli fenerlerinin bu bölgede olmasından dolayı Fanarion olarak geçmektedir. Yine bu bölgede bulunan kapı da Porta Fari ve Porta del Faro (Fener Kapısı) ismiyle anılmaktadır.

THEOPHILE GAUTIER

Rumların oturduğu Fener’e geldik. Paris’teki Cour des Miracles’ın (Sefirler Mahallesi) yanında West-End ne ise burası da odur. Taş evler güzel bir mimari üsluptadır. Bu evlerin çoğunda, merdiven biçiminde kesilmiş konsollara ya da kıvrıntılı dirseklere dayalı güzel balkonlar vardır; daha eski olan başka evler yarı kale, yarı sivil yapı olan küçük Ortaçağ konaklarını hatırlatır. Bu evlerin duvarları bir muhasaraya karşı gelecek kalınlıktadır, demir kepenklerden kurşun geçmez, koca koca parmaklıklar daraltılmış pencereleri korur, kornişler kimi evlerde mazgal gibidir. Bütün bunlar, bu taş mahalleyi çaresiz yakalayacak yangına karşı masum bir korunma lüksüdür.

GusTAVE ScHLUMBERGER

Büyük, ahşap Valide Sultan Köprüsü’ne inmiştik. Yol üzerinde, yüz farklı ırktan oluşan Türk İmparatorluğu’nun sadık görüntüsü, pitoresk karakteri ne yazık ki günbegün azalan karmakarışık bir kalabalık kıpırdanıyordu. Altın Boynuz üzerinde sefer yapan ve son varış noktasına, Eyüp Mezarlığı’na ulaşmadan önce birçok iskeleye uğrayan şu güçsüz ve kirli, buharlı gemilerden birine biniyoruz. Kendine has bir çeşit Saint Germain olan ünlü Fener semtini kıyıdan izliyoruz. Doktor Paspatis bir zamanlar Aziz Markos ve Petrus’a adanmış ünlü bir Bizans kilisesi olan mütevazı bir camiyi gösteriyor. V. yüzyılda Galvius ve Candius adlarındaki iki soylu tarafından Kudüs’ten getirilen Meryem’in elbisesi himation ya da maforion burada bir süre dindar bir özenle saklanmış. Bizans’ın düşmesinden hemen sonra şehri savunan komutanların katıldığı son savaş konseylerinden biri burada toplanmış. Tapınağın antik parapetinin içinde, sokakçığın arkasında, iki harap hanenin arasında geniş bir taş havuz bulunuyor; bu, imparatorluğun ilk yüzyıllarında Bizanslı misyonerler tarafından din değiştirmeleri sağlanan barbar kralların ve halkların, günahları için af dilemeye ve yeni inançlarını onaylatmaya geldikleri devasa vaftiz çukurlarından biri.

Yeni seyyahlarla birlikte, gelecek sayımızda yeniden görüşmek üzere…

Start typing and press Enter to search