OSMANLI İSTANBUL’UNDA SAHAFLAR VE SAHAFLAR ÇARŞISI

  • İsmail E. Erünsal

 

Ortaçağ İslam dünyasında kitap istinsahı ve satışı ile meşgul olan kimselere “verrâk” denilmekteyken Osmanlı döneminde sadece kitap satışını meslek edinenlere sahaf adı verilmiştir. İstanbul’un fethinden sonra önemli eğitim kurumlarının tesisiyle birlikte İstanbul’da kitap ticaretinin başladığını görmekteyiz. İstanbul’da sahaflık mesleğinin, daha önce Bursa’da olduğu gibi, kırtasiyecilik, ciltçilik ve kitap satıcılığının birlikte yürütüldüğü bir evresinin olup olmadığını bilemiyoruz. Ancak İstanbul’da kitap ve kitap üretiminde kullanılan malzemenin ticaretini yapan kâğıtçı, mürekkepçi ve mücellitlerle sahaflar arasında böyle bir birliktelik olmuşsa bile, bunun kısa zamanda sona erdiğini ve bunların farklı meslek kolları olarak geliştiğini tahmin edebiliyoruz.

 

BEDESTEN’DEKİ İLK SAHAFLAR

Fatih Sultan Mehmed tesis ettiği vakıflara gelir kaynağı oluşturmak ve ticari hayatı geliştirmek gayesiyle fetihten kısa bir süre sonra Mahmutpaşa ile Beyazıt arasında, kaynaklarda Bezzâzistân ve Bedesten şeklinde anılan bir çarşı kompleksi inşa ettirdi. Bedestenin içinde sandık/dolap ve zaviye denilen dükkânlar bulunmaktaydı. Dört kapısı yönünde ise çeşitli esnaf mensuplarının faaliyet gösterdikleri dükkânlardan oluşan çarşılar vardı. Bedestenin içindeki sandık ve zaviyelerden birkaçı da sahaflara tahsis edilmişti. Ancak Bedesten‑i Atik içinde sahaflara ayrılmış yeterli sayıda dolap olmadığı için, burada müstakil bir sahaflar çarşısı teşekkül edememişti. Bedesten’in dışarıya açılan dört kapısı dışındaki sokaklarda zamanla çarşılar oluşmaya başladı. Bedesten’i anlatan bir destanda bu kapılardan ve burada yer alan sahaflardan ve diğer esnaftan şu şekilde bahsedilmektedir:

Bedestende dört oldu bab

Satılır birinde kitap

Bir kapıda takyeciler

Dükkânları dolur bab

Sahaflar Çarşısı’nın 15-18. asırlardaki fiziki durumunu gösteren herhangi bir görsel malzeme bulunmamaktadır. Bu konudaki sınırlı bilgilerimiz tamamen yabancı seyyahların gözlemlerine dayanır. Kanuni döneminde, 1553 tarihinde İstanbul’a gelen Hans Dernschwam, Bedesten dışında oluşan sokakları şöyle tasvir eder:

Bunun dışında [Bedesten‑i Atik’in], muhtelif yerlerde bakkalların, attarların ve çeşitli zanaat erbabının alelâde tahtadan yapılmış sokakların iki tarafına sıralanmış dükkânları veya hücreye benzeyen küçük satış yerleri var. Bunların önüne tahta kerevitler veya sekiler koyarlar. Yükseklikleri iki arşın kadar olabilir.

 

Bu sokaklardan bir tanesi de sahaflara tahsis edilmişti. Bedesten’in Sahaflar Kapısı’ndan Beyazıt Camii’ne çıkan yolun her iki tarafındaki dükkânlar zamanla “Sahaflar Sûku” ve “Sahaflar Çarşusı” diye anılmaya başlandı. Sahaflar, tarih içindeki varlıklarının en uzun dönemini 1894 depremine kadar bu çarşıda geçirdiler. Depremde kısmen harap olan Sahaflar Çarşısı’nın tamiratı kısa bir zamanda, 1897 Ocak ayının ortalarında, tamamlanıp aynı yıl içinde ticarete açıldıysa da sahafların büyük bölümü, Kapalıçarşı’ya dönmeyip depremden sonra geçici olarak taşındıkları Hakkâklar Çarşısı’na sürekli olarak yerleştiler ve ticari faaliyetlerini burada sürdürmeye devam ettiler. Bazı sahaflar da Çarşı’ya geri döndü.

 

SEYYAHLARIN SAHAFLARI

  1. asrın başlarında İstanbul’da bulunan Alman seyyahı Seetzen de sahaf dükkânlarının fiziki durumuyla ilgili benzer gözlemlerde bulunur:

Benim en çok ilgilendiğim ve şimdiye dek sürekli arayıp bir türlü bulamadığım dükkânlar, kitapçılardı. Sonunda burada iki sıra hâlinde yan yana dizili kitapçı dükkânlarına da rastladım. Ama bir Avrupalı için bunlar kitapçı sayılmaz. Benim ülkemde bunlara olsa olsa eski kitapları alıp alıp satan sahaf anlamına gelen büchertrodler denir. Tahminlerime göre sayıları on iki kadar [buraya sonradan “oldukça çoktu” sözleri eklenmiştir]

Bu esnaf grubunun 19. asrın ortalarındaki durumunu yansıtan Charles White, bu konudaki istisnalardan biridir. C. White, Bezzâzistân’ın Sahaflar Kapısı diye adlandırılan kapısının karşısına gelen dükkânları işgal eden sahafların sayısının 40 civarında olduğunu belirtir. White’ın gözlemleri; sahafların davranışları, karakterleri, müşteriye karşı davranışları, dükkânlarının düzeni, dükkânlarındaki ve çarşıdaki mevcut kitap sayısı konusunda da önemli bilgiler içermektedir. Osmanlı Bankası’nda çalışmak üzere 1864 yılında İstanbul’a gelen René du Parquet de Sahaflar Çarşısı’nı şöyle tasvir eder:

Bu keşmekeşin [Eski Bedesten’in] çıkışında, az önce katettiğimiz kemerli yokuştan inerken, hepsinden daha sönük ve muhakkak ki sizi pek de cezbetmeyecek olan sahafların yer aldığı kısmı göreceksiniz. Çoklukla ilâhiyat ve hukuk konularındaki kötü ciltlenmiş basılı eserler ve el yazmaları, Türk sahaflarının neredeyse tek sermayesi. Dillerini konuşmak zaten kolay olmadığı gibi, okumayı öğrenmek de ciddi bir çalışma gerektirir; yine de meraklısı ve uzmanı için bu sıradan tezgâhlarda kim bilir ne hazineler bulunuyordur.

  1. asrın sonlarında İstanbul’da bulunan Amerikalı misyoner Henry Dwight da “Terlikçiler yanındaki tonozlu uzun sokak” şeklinde bahsettiği Sahaflar Çarşısı’ndaki dükkânların küçük ve kullanışsız olduğunu, kitapların yığın hâlinde raflarda enlemesine yattığını ve kitapçıların, kitapların isimlerini [bulmada] kolaylık olsun diye Batı’daki uygulamanın aksine, sırtları duvara dönük olarak yatan kitapların yan taraflarına yazdıklarını belirtir.

 

DÜKKÂNLARIN İÇ DÜZENİ

Dükkânların iç düzenlemesiyle ilgili bilgilerimiz son derecede sınırlıdır. C. White dışındaki seyyahlar bu konuya pek temas etmezler. White’a göre sahaf dükkânları diğer dükkânlara göre daha gösterişsizdir. Kapıları herkese açıktır. Kitaplar minderler üzerinde oturan sahafların arkalarındaki raflar üzerinde veya [direkler arasındaki] boşluklarda yanlamasına üst üste yerleştirilmişlerdir. İnsanı çeken bir yönleri yoktur. Kitapların dükkân içindeki tertibinde herhangi bir usul olup olmadığını bilemiyoruz. Kitapların alt kenarlarına isimleri yazıldığı için, kitaplar isim yazılı kısmı dışarı gelecek şekilde üst üste yerleştirilirdi. Safi Mustafa Efendi 1709 tarihinde kaleme aldığı çeşitli meslek mensuplarına tavsiyelerini ihtiva eden Gülşen-i Pend adlı eserinde sahaflara, dükkânlarındaki Kur’an-ı Kerimleri diğer kitapların üstüne koymalarını öğütlemektedir:

Kelâmu’llah alursan izzet ile

Kütüb fevkine vaz‘ eyle ’alâdur

 

Safi Mustafa Efendi’nin daha sonra yaptığı tavsiye oldukça dikkat çekicidir. Bilindiği gibi “hattatlar şayed yazdıkları mushaflarda düzeltilemeyecek yanlışlık varsa o varakı çıkarırlardı ki, bunlara muhrec sahife denilirdi”. Mustafa Efendi sahaflara, dükkânlarında bulunan evrak-ı perişanın arasındaki böyle sayfalar konusunda da çok dikkatli olmalarını söylemekte, Allah kelamı olan bu sayfaları ayak altına atarlarsa başlarına bir bela gelebileceği uyarısında bulunmaktadır:

Hem evrâk-ı perişânunda muhrec

Varak vardur ki güftâr-ı Hudâdur

Hazer kıl zîr-i pâ itme ki zîra

Sana îrâs ider nekbet, hatâdur

 

Sahaf dükkânlarındaki kitapların yerleştirilmesinde herhangi bir tasnif sistemine uyulduğuna dair bir bilgiye sahip değiliz. Sahaf dükkânlarındaki kitapların sayısının az olduğu durumlarda tasnif sisteminin olmaması bir problem yaratmazsa da, kitap sayısı binin üzerinde olduğu dükkânlarda, sahafın istediği kitabı bulabilmesi için kendine göre bir sistem geliştirmiş olması gerekir. Sahaf dükkânlarında yer belirten kataloglar olmadığına göre müşterinin istediği kitabı sahaf bulup vermekteydi.

Sahaf dükkânlarının iç düzenlemesi ve dekorundaki basitlik ve sadelik 20. asra kadar değişmemiş olmalıdır ki 1917 yılında İstanbul’a gelen Macar mimar Karóly Kós tanışıp dost olduğu sahaf Ali Rıza Efendi’nin dükkânını diğer seyyahlar gibi aşağı yukarı aynı şekilde tasvir eder:

Türk kitap dükkânı -elbette eski moda olanı, çünkü artık çok sayıda Avrupa kitapları ve yeni Türk ıvır zıvırlarla modern dükkânlar da var- bizim kitapçılarımızdan çok farklı. Güzel ve hoş bir oda: Halılar, yumuşak kerevet, sehpa, birkaç tabure tipi iskemlecik ve kitaplar, kitaplar… yeni ve eski, yazma ve baskı. Kalfa yok, tezgah yok, katalog yok.

 

ALINIP SATILAN KİTAPLAR

17-18. asırlar, İstanbul sahaflarının tarihinde yazma eser satışının yoğunlaştığı bir evredir. Zengin bir ulema sınıfının ortaya çıkışı, çeşitli İslami konulardaki klasik eserlere talebi artırmış ve İstanbul sahaflarına İslam dünyasının kültür merkezlerinden bir kitap akışı başlamıştır. Bu dönemdeki sahaf terekelerinde bu tür eserlerin oldukça pahalı nüshalarına rastlanmaktadır.

Bu dönemin sahafları daha ziyade ulema sınıfına ve bürokratlara hitap eden dinî ilimlere ait eserlerle edebiyat ve tarih konulu eserler; halkın rağbet ettiği dinî konuları Türkçe işleyen birtakım kitaplar, dua mecmuaları, mushaf ve Kur’an cüzleri satmaktaydılar.

Dinî ilimlere ait kitaplar, divanlar, tarihler mahdut bir zümreyi ilgilendirmekte; diğerleri ise daha çok ibadet maksadıyla okunmaktaydı. Eğitim sistemi, farklı ilgi alanlarına yönelmiş geniş bir okuyucu kitlesi oluşturamadığı için sahaflar mevcut müşteri kitlesinin talebini karşılamakta oldukça başarılıydılar.

 

CAMİİ AVLUSUNDAKİ SAHAFLAR

İstanbul bedesteni ve Sahaflar Çarşısı (Sahaflar Sûku) dışında İstanbul’da sahafların bulunduğu diğer bir bölge de Fatih Camii avlusu ve civarıydı. Bilindiği gibi Osmanlı döneminde cami avluları ticari ve sosyal faaliyetlerin icra edildiği mekânlardı. Fatih Medreseleri’nde tedrisat başladıktan sonra, özellikle de cami avlusunda, medrese talebelerinin kitap ihtiyacını karşılamak için küçük çaplı bir kitap ticareti başlamış olmalıdır. Ancak buradaki ticari faaliyetin erken safhalarına dair elimizde herhangi bir belge yoktur.

 

  1. asırda Fatih civarındaki Karaman Pazarı’nda şair Zeynî’nin bir sahaf dükkânı açıp zengin olduğunu tezkireci Âşık Çelebi nakletmektedir. 18. asrın başlarında Şehid Ali Paşa’nın müsadere edilen kitaplarının bir kısmı Fatih Camii’nin avlusunda satılmıştı.

 

Fatih Camii avlusundaki ve civarındaki kitap ticareti 20. asra kadar süregelmiştir. 1908 yılında İstanbul’da bulunan Amerikalı misyoner H. G. Dwight, Feyzullah Efendi Kütüphanesi hâfız‑ı kütübünden bahsederken kütüphaneyi açmak yerine, vaktinin çoğunu Fatih Camii avlusundaki kitapçı dükkânında geçirdiğini söyler. 19. asrın sonlarından başlayarak ramazanlarda Beyazıt Camii ile birlikte Fatih Camii avlusunda da sahaflar sergi açmaktaydılar.

 

AYAK SAHAFLARI

Sahaflar Çarşısı’ndaki dükkân sahibi sahafların yanında müşterilerine elden kitap sattıkları için “ayak sahafı” olarak adlandırılan seyyar sahaflar da vardı. Evliya Çelebi İstanbul’daki mevcut meslek gurupları arasında zikrettiğine göre, ayak sahaflarının geçmişi oldukça eski tarihlere gitmekteydi. Bu meslek mensuplarından Evliya Çelebi şöyle bahseder: “Mülteka ve Dürer ü Gurer’üm iyidir ammâ Keşşâf’ımı keşf idüp Tarikat‑ı Muhammedî’den ayrılman iyi kitabdır deyü torba torba kitaplarla ubur ederler.” Kitap meraklılarının konaklarına kitapları bohçaya sarıp taşıdıkları için bunlara bohçacı da denirdi.

 

İSTANBUL MERKEZLİ MESLEK

Sonuç olarak Osmanlı İmparatorluğu’nda sahaflık İstanbul merkezli olarak icra edilen bir meslektir ve İstanbul, imparatorluğun kitap ticaretinin neredeyse bütününe hâkim olmuştur.

Edirne ve Bursa’nın bile, İstanbul’a kıyasla, kitap ticaretinde kayda değer bir varlığının olmadığı ve dolayısıyla sahaflığın imparatorluğun bu iki eski başkentinde dikkat çekecek bir gelişme göstermediği anlaşılmaktadır.

İslam dünyasının kültür merkezleri olan ve Osmanlı topraklarına 16. asırda katılan Kahire, Şam, Halep, Mekke ve Kudüs gibi şehirlerde de sahaflık geleneği devam etmekle beraber, bu alandaki ticaretin parlak dönemlerinin geride kaldığı görülmüştür.

Start typing and press Enter to search