BİR HAN ODASINDAKİ SERVETİ FÜNUN İDAREHANESİ

Han Odasında Bir Edebiyat Mekânı: Servet-i Fünun İdarehanesi

Tahsin Yıldırım
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde sadrazamlık binasına ve daha geniş anlamıyla da Osmanlı hükümetine verilen Bâbıâli ismi bir mekânın adı olmakla beraber Osmanlı’dan Cumhuriyet’e basının kalbi olarak da anılmıştır. Türk matbuatı haber kaynağına yakınlığı açısından bu binanın çevresinde toplanmıştır. Sirkeci’den başlayıp Bâbıâli binasının önünden geçerek giden Cağaloğlu yokuşunun iki yanındaki ve yan sokaklarındaki matbaa, gazete, dergi idarehaneleri, yayınevleri ve kitapçıların semti olarak bilinmektedir. Cumhuriyet döneminde hükümetin Ankara’ya taşınmasına rağmen Türk matbuatı bu bölgede gelişmesine devam etmiştir. Ancak gazeteler 20. yüzyılın sonlarında bu bölgeye sığamaz olduklarından yavaş yavaş bölgeyi terk etmiştir. Yıllarını matbuata veren Babıali’nin gazetelerin merkezi olduğu dönemlerde buranın kaldırımlarını arşınlayan hattat, gazeteci, ressam Etem Çalışkan’ın ifadesiyle Fatih’te tarihi yarımadada yaşayan adamın doğum tarihi üç yüz yıl önceden başlar. Mehmet Akif’in dostu, Kapalıçarşı’da bir süre esnaflık yapan Hafız Yusuf Ararat ise bu bölgeyi kültürün başkenti olarak görmüştür. Kültürün başkentinin uğrak yerlerinden biri de Türk edebiyatına emsalsiz eserler kazandıran Servet-i Fünun dergisi idarehanesidir.

HAN ODASINDA BİR EDEBİYAT MEK NI: SERVET-İ FÜNUN İDAREHANESİ
Öğrenciliğinde matbaa kurup gazete çıkarmak isteyen Ahmet İhsan Tokgöz (1867-1942), 1890’da Ebussuud Caddesi’nde, Mahmut Bey Matbaası’nın yanındaki dükkânı kiralayarak “ lem Matbaası Ahmet İhsan ve Şürekâsı” adıyla kurduğu matbaayı işletmeye başlamıştır. Ahmet İhsan, o dönemde neşredilen Servet gazetesinin fenni ilavesi olarak Servet-i Fünûnadıyla bir mecmua çıkarma iznini almıştır. Ahmet İhsan bu imtiyazı alınca; “iyi bir resimli haftalık gazete çıkarmak” için Avrupa’da o dönemde yeni kullanılan “çinkografi” tekniğini incelemek için Avrupa’ya gidip yeni baskı tekniklerini öğrenmiştir. Fransa’dan kâğıt ithalatı yapan Ahmet İhsan, baskı tekniği yönünden Servet-i Fünûn’un, dönemin en iyi dergisi olmasına gayret etmiştir. Servet-i Fünun, 27 Mart 1891’de çıkmaya başlamış, en önemli ve uzun soluklu dergilerden biri olarak Osmanlı’dan Cumhuriyet’e gelmiştir. 1928 sonrası Uyanış adını alan dergi uzun yıllar Türk matbuat âlemini beslemiştir. Edebiyat-ı Cedide, Fecr-i ti, Yedi Meşale gibi edebiyat topluluklarına ev sahipliği yapan Servet-i Fünun, Ahmet İhsan’ın ölümünün ardından iki yıl daha çıktıktan sonra 25 Mayıs 1944 yılında yayımlanan 2464. sayısı ile kapanmıştır. Sadri Sema’nın “Bugünkü Adliye postahaneden, yahut postahaneli adliyeden Bâbıâli Cattesi`ne (Ankara Caddesi) gelirken Halk Sandığı olan bina Alem Matbaası, Ahmet İhsan ve Şürekası, Servet-i Fünun” diye tarif ettiği yerde çıkan Servet-i Fünûn dergisi Ercüment Ekrem Talu’nun ifadesiyle bir akademiyi andıran odası ve yazarlarıyla Türk dergiciliğinin kilometre taşlarından biri olmuştur. Dergide Tevfik Fikret (1867 – 1915), Hüseyin Cahit (Yalçın, 1874 – 1957) ve yeni harflerin kabulüyle Servet-i Fünûn – Uyanış adını aldıktan sonra Halit Fahri (Ozansoy, 1891 – 1971) gibi ünlü edebiyatçılar yayın müdürü olarak görev yapmıştır.

Mehmet Rauf, Servet-i Fünûn dergisinin 11 Temmuz 1901 tarihli nüshasında yayınlanan “Gazeteler” başlıklı yazısında dönemin bir idarehanesini şöyle tasvir etmiştir: “Saat on bire doğru bir gazete idarehanesine uğrasanız muharrirlerin ağzından ‘Levant geldi mi? Monitor’u bekliyorum. İstanbul niçin geç kaldı bugün?’den başka bir söz işitilmez. Dört gazetenin muhbirliğini inhisara almış iki zavallı, vukuattan ziyade bir vasıta ile müdürden para koparmak için yaşayan iki bedbaht muhbirin tehi dost ve tehi mağz, tehi ceb, ve tehi madde-i matbaaya düştükleri zaman eğer karşı gazeteleri de beraber gelmese ne sefaret havadisleri, ne vukuat-ı cariye, ne telgraflar, hiç, hiçbir şey bulunamaz.”

KADININ GİREMEDİĞİ MATBAA
Osmanlı’nın son yıllarından Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar devam eden süreçte kadınların toplumun görünen yüzünde fazla yer almadıkları bilinen bir hakikattir. Servet-i Fünûn dergisinin banisi Ahmet İhsan hatıralarında buna değinip annesini yeni açtığı matbaaya davet edip onu gezdirişini şöyle anlatmıştır: “Yine o zamanlarda, hele matbaa kapısından içeri bir kadın girdiğini görmek büyük bir fevkaladelikti. Kıymetli anneciğimi bile pek çekinerek bir gün matbaaya getirip gezdirebilmiştim. Şimdi matbaamda Türk kadın ve kızları destgâh başında çalışıyor, asırlarda milletin mefluç kalan kadınlık kısmı da istihsal hayatına iştirak eyliyor.”

Nahid Sırrı Örik’in Sultan Hamid Düşerken adlı romanında buna benzer hadise nakledilmiştir. Hakkındaki bir haber için yazdığı mektubu gazeteye ulaştırmak isteyen Mehmet Şahabettin Paşa’nın kızı babasının gözlerinin ta içlerine giden bir bakışla, “Bu mektubu Servet-i Fünûn idarehanesine bizzat ben götüreceğim” diyerek bu vazifeyi üzerine almıştır. Ancak yaygın olmayan bu durum paşayı endişelendirmiştir. Romanda bu diyaloga şöyle yer verilmiştir.
“-Aman kızım, nasıl olur, senin gazete idarehanelerinde işin ne?
-Kapalı, simsiyah çarşafla gider, peçemi de hiç kaldırmam. Zaruret olmazsa hüviyetimi de bildirmem, müsterih olunuz!..
Paşanın itirazı, muhalefeti uzun sürmedi. Bütün irade ve hürriyetini pek uzun yıllar önce Sultan Hamid’in ellerine teslim edip her hareket ve düşüncesini onun ne diyeceği ve ne düşüneceği mülahazasına vakfederek şimdi o baskı kalkınca seksen üçünde kazandığı hürriyetten şaşırıp kalan Şahabettin Paşa, bu irade ve hürriyeti bir haftadan beri de tamamen kızına teslim etmiş bulunuyordu.
‘Peki, madem ki daha münasip buluyorsun, bizzat götür. Fakat tabii araba ile ve yanına bir kalfa alarak’ dedi.”
Yine Sultan Hamid Düşerken’de kurgulanmış şahısların dışında II. Abdülhamit, Arap İzzet Paşa, Servet-i Fünun dönemi romancılarından Hüseyin Cahit, İttihat ve Terakki’nin önderlerinden Talât Paşa, Mahmut Şevket Paşa, Mehmet Akif gibi yakın dönemin önemli isimleri yer almıştır. Romanda Servet-i Fünun idarehanesi, dönemin yöneticilerinden Mehmet Şehabettin Paşa’nın kızı Nimet Hanım’ın gözünden parça parça, gücün merkezlerinden biri olarak nakledilmiştir.

SERVET-İ FÜNÛN DERGİSİ İDAREHANESİNE KİMLER GELİRDİ?
Türk edebiyatında pek çok yeniliğe ve önemli edebiyat hareketlerine kucak açan Servet-i Fünûn mecmuası ve idarehanesi II. Meşrutiyet’in ilanına kadar Edebiyat-ı Cedide mensuplarına, Meşrutiyet’in ilanından sonra ise Fecr-i Ati topluluğuna ev sahipliği yapmıştır. Matbaanın bir odasını yazarlar için dayayıp döşeyen Ahmet İhsan’ın misafirleri eksik olmamıştır. Prof. Dr. Turgay Anar’ın Mekândan Taşan Edebiyat kitabına göre Türk edebiyatında çok fazla etkili olan Servet-i Fünûn dergisinin idarehanesi devrin pek çok şair ve yazarının buluşup, konuştuğu bir edebiyat, kültür, sanat mahfili haline gelmiştir. Mehmet Rauf, Sirkeci’deki postanenin sırasındaki Şekerci Rıfat’ın dükkânın ikinci katındaki derginin idare yerinin önemini ve buranın ne zaman bir mahfil kimliğine sahip olduğunu anılarında şöyle anlatmaktadır: “Beş sene (1312- 1317) Servet-i Fünûn idarehanesinin o küçük odası, en hararetli münakaşâta, en necîb temayülâta bir sahne-i cerayan oldu. Münakaşalar ve emeller bidayette yalnız edebiyata inhisar ediyordu.” Tevfik Fikret, hemen her gün dergide bulunuyordu. Onun dışında Mehmet Rauf, Cenap Şahabettin, Ali Ekrem, A. Reşit, Ahmet Hikmet, Süleyman Nesîp, Hüseyin Sîret, İsmail Safa, Şeyhülislâmzâde Muhtar Bey, Hüseyin Cahit, Ahmet Şuayp, Faik li, Celâl Sâhir da yine bu mekânda sık sık bir araya gelmişlerdir. Recâizade Mahmut Ekrem ve Halit Ziya ise buraya ara sıra uğramıştır.

ROMANDA SERVET-İ FÜNÛN İDAREHANESİ
Toplumun haber kaynaklarından biri olan gazeteler ve dergiler her zaman takip edilmiş bununla da yetinilmemiş idarehaneleri sıkça ziyaret edilmiştir. Merak ettikleri haberleri takip etmek ya da yazarların metinler kalem almak için kullandıkları odalar her zaman heyecanın zirvede oluğu mekânlar olmuştur. Bu mekânlar, müdavimlerinin kurmaca metinlerine birebir ya da benzer yönleriyle girmiştir. Ahmet İhsan Tokgöz gibi gazetecileri yansıtan Ahmet Kerim, Yakup Kadri Bey’in Hüküm Gecesi adlı romanının başkişisi olmuştur. Romanda muharrirlerin yazı odası şöyle tasvir edilmiştir: “Durmadan içilen sigara dumanları burasını sanki bir akvaryum haline sokmuştu. Bütün başlar bulanık bir suda sallanan iri, yuvarlak yosun parçalarına benziyordu. Buğulu hava içinde birbirlerini hiç tanımayan üç kişi yan yana aynı kanepeye sıkışmış, bir hoca ile bir zabit koltuğun kenarına ilişmiş; uzun saçlı, uzun bacaklı bir adam pencerelerden birinin içine oturmuş; ötekiler küçük çocukların trencilik oynayışı gibi sıra sıra iskemlelere dizilmişlerdi.”
Çetin A. Özkırım’ın Düş Erimi adlı romanında da kahramanı Selim, İstanbul Kız Lisesi’nin ardındaki sokakta, eski bir yapı olan Servet-i Fünûn Matbaası’nın önünde İlhan’a rastlamıştır. İlhan ise onu “gel Servet-i Fünun’a girelim. Görmüş müydün burayı?” demesinin ardından tarihi, yaşanmışlıkları, el izini göz izini üzerinde bir şekilde taşıyan nice beylerin, paşaların oturduğu konağı hatırlatan hanın matbaa odasını şöyle tasvir etmiştir: “Kocaman, demir kapıdan içeri girip, yukarı çıktık. Eski bir yapıydı. Özellikle üst kat, bir matbaadan çok, geçmişin görkemli anılarını saklayan, beylerin, paşaların oturduğu kocaman bir konağı anımsatıyordu. İlhan önde, ben arkada büyükçe bir odadan içeri girip, eski zaman işi, ceviz bir masanın başına çöktük.”

Start typing and press Enter to search