SULTANHAMAM GERMANYA HAN

SULTANHAMAM’DA GERMANYA HAN

M.Sinan Genim

Gençliğimde Boğaz vapurları, Galata Köprüsü’nün üstünden kalkardı. Önce Karaköy’e doğru hareketlenir, Tophane, Fındıklı, Kabataş sahilini yalar ve Üsküdar’a dönerdi. Tophane önlerinden karşıya, Eminönü’ne doğru bakınca, yoğun yapılar arasından bir an için görünen yeşil kubbeli, yüksekçe bir bina, her zaman dikkatimi çekerdi. Hele güneşli havalarda kurşuni kubbeler ve minare külahları arasında zaman zaman parlayan bu kubbe, sanki olmaması gereken bir yerde duruyor gibiydi. İyonyen başlıklı kolonlar üzerinde yükselen, daire planlı, masif korkuluk babaları ve yüksek boyutlu açıklıkları olan bir yapının üstünü örten bakır kubbenin, burada ne işi vardı?

Eminönü’nde, Yeni Cami Hünkâr Köşkü’nü geçip, Arpacılar Mescidi önünden üç-beş adım yürürseniz, Şeyhülislâm Hayri Efendi Caddesi’ne çıkarsınız. Şimdilerde adı pek duyulmasa da eskiden suriçine hareket eden pek çok tramvayın yolculuğa başladığı bu semte, Bahçekapı denir. Yalı Köşkü Caddesi’ne sıra sıra dizilen kırmızılı, yeşilli tramvaylar, İstanbulluları buraya, bir dönemin ticaret ve finans merkezine taşırdı.

Sultanhamam, Bahçekapı ve Sirkeci arasında, büyük çoğunluğu XIX. yüzyıl sonu ile XX. yüzyıl başında yapılan, bir dönemin yüksek blokları yer almaktadır. 1865 Hocapaşa Yangını sonrası büyük ölçüde tahrip olan çevre, yenilenmeye açıktı ve 1909 yılındaki yangın da yeni yapılanmayı hızlandırdı.
Köprüye, dolayısıyla deniz ulaşımına ve 3 Mayıs 1890 tarihinde hizmete giren Sirkeci Garı’na olan yakınlığı nedeniyle, tren ulaşımına yürüme mesafesinde olan Bahçekapı, XX. yüzyıl başında İstanbul’un en prestijli alanlarının başında geliyordu.

BÖLGENİN TARİHİNE GENİŞ BİR BAKIŞ
Eminönü-Sirkeci arasının ticaret ve finans merkezi olma özelliği, Bizans dönemine kadar uzanır. Bizans İmparatorluğu döneminde, Neorion Limanı’nı çevreleyen semt, X. yüzyıldan itibaren şehirde imtiyazlı bölgeler elde eden, başta Cenevizliler ve Pisalılar olmak üzere, Latin Kolonileri’nin yerleşme alanı olmuştur. Bu koloniler, limanda kendi iskelelerini kurmuşlar ve ticaret yapılarını inşa etmişlerdi.

XX. yüzyıla kadar geçen bin yıl boyunca bölge önemini korumuş, her dönem yoğun ticaret alanı olma özelliğini devam ettirmiştir. Sirkeci Garı’nın inşaatı, var olan deniz ulaşımının yanı sıra gerek şehiriçi, gerekse uluslararası kara ulaşımının da bölgede yoğunlaşmasına yol açmıştır.

XIX. yüzyılın başlarından itibaren, önce Melling daha sonraları Gaspare ve Giuseppe Fossati kardeşler ile W. Smith gibi yabancı kökenli mimarlar İstanbul’da yapı yapmaya başlarlar.

Önceleri yalnızca devlet ve hanedana yakın kişilere hizmet sunan bu yabancı kökenli ünlü mimarları Alexandre Vallaury, Giulio Mongeri ve Raimondo d’Aronco gibi hem devlete hem de özel şahıs ve kurumlara hizmet sunan mimarlar takip eder.

Bu arada 1. Milli Mimarlık Akımı denilen ve iki ünlü Türk mimarı Mimar Kemalettin ve Mimar Vedat Bey’in başını çektiği bir mimari hareket de başlar. Raimondo d’Aronco hariç, bu dört mimar aynı zamanda Sanayi-i Nefise Mektebi-i Alisi’nde de [daha sonra Güzel Sanatlar Akademisi adını almıştır] hocalık yaparlar.

XIX. yüzyıl sonlarına doğru bu mimarlara ek olarak Alman mimar A. Jasmund [Jachmund], İstanbul’da yaptığı yapılar ve gerek Sanayi-i Nefis Mektebi-i Alisi gerekse Mühendishane-i Berri-Hümâyûn’da [daha sonra İstanbul Teknik Üniversitesi adını almıştır] verdiği dersler ile önem kazanır. Jasmund’un en tanınmış yapısı, Sirkeci Gar binasıdır.

Günümüzde, kötü kullanım ve çevresinde oluşan kalitesiz yapı kalabalığı nedeni ile büyük ölçüde görsel tahribe uğramış olan bu yapı, döneminin en önemli prestijli yapılarından biriydi. Türkiye dışındaki İslami yapılarla, anıtsal ağırlıklı Orta Avrupa yapılarının bir birleşiminden hareket etmeye çalışan tasarım, Jasmund için bir çıkmaz sokak olmuş ve tekrarlanmamıştır. Jasmund’un tasarladığını bildiğimiz bir diğer yapı ise, Caddebostan’daki Ragıp Paşa Köşkleri’dir. Rönesans dönemine ait izler taşıyan bu tasarımın bir-iki noktasında oryantalist motiflere de yer verilmiştir.

MİMARİ ÖZELLİKLER

Jasmund’un Deutsche Orient Bank için inşa ettiği Germanya Han ise Bahçekapı’da, Sultanhamam Caddesi ile Şeyhülislâm Hayri Efendi Caddesi’nin kesiştiği üçgen şeklindeki köşe başında yer alır. Uzaklardan bakınca kurşuni çatı örtüsü olmaktan çok, simgesel olarak bölgedeki önemini belirtir. Günümüzde Yapı Kredi Bankası’nın sahibi olduğu yapının, İstanbul’daki ilk betonarme yapılardan biri olduğunu söyleyebiliriz.

Yapının dış cephesinde gördüğümüz Orta Avrupa ağırlıklı, klasik çizgiler taşıyan ağır taş işçilikli iki kat ile simetrik pencere düzeni ve çatı üstünden yürünerek varılan fonksiyonsuz kule, modern mimari anlayışının filizlendiği bu dönemde geç kalmış bir çözümü ifade etmektedir.

Buna karşın planlamada seçilen aksiyel düzen, kolon yerleşim noktaları ileri bir strüktür anlayışını gözler önüne sermektedir.

Belki Jasmund çağdaş bir mimar değildi, ama çok iyi bir mühendis olduğunu söyleyebiliriz.

İç mekândaki kolon ve kirişlerin narinliği, döşeme kalınlıklarının minimumda tutulmuş olması, bize statik mühendisliğinin gelişmediği bir dönemde çok deneyimli bir mühendis ile karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir.

Orijinal planlamada zemin ve birinci katı banka [Deutsche Orienk Bank-Drestner Bank] olan yapının, diğer katları han odaları olarak düşünülmüş gibi, belki betonarmenin narinliği, belki de zaman içinde değiştirilebilir anlayışı ile bu odaların bölme duvarları çok hafif ahşap karkas üzerine kaplanmış sunta benzeri elyaflı malzemeler ile bölünmüştü. Üst katların ortasında merdiven aksında yaklaşık on metrekarelik bir orta boşluk vardı ve odalara ulaşan koridorlar buradan ışık alıyordu.

Anıtsal ağırlıklı banka girişine karşın, yapının daha büyük [beş kat] bir bölümüne hizmet veren han girişi, cephe düzenini bozmamak amacıyla daha karmaşık olarak planlanmıştı. Sıkışık bir alana açılan yarım yuvarlak iki demir kanat tam açılmıyor, asansör boşluğu yanından ara kata ulaşan merdivenin önünü kapatıyordu.

Üst katlara ulaşan ve yapı aksında yer alan ana merdivene dar ve karanlık bir merdiven ile varılmakta ve üst kat sirkülasyonu bozulmaktaydı. Aynı merdiven problemi banka katı ile birinci katı birbirine bağlayan merdivende de görülüyordu, bu merdiven pencereleri örtmekte ve üst kata, han ana merdivenin sahanlığına çıkarak ulaşmaktaydı. Genel plan şemasının ve ikinci kattan itibaren merdiven düzeninin mükemmelliğinin yanında zemin katlarda görülen bu kötü sirkülasyon çözümü yapıyı kullanışsız kılıyordu.

YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER
Zaman içinde yapılan ekler ve bakımsızlık bu yapının büyük bir bölümünün kullanılmamasına sebep oluyordu. 1989 yılında yaptığımız rölöve çalışması sonrası yapının bir bütün olarak Yapı Kredi Bankası tarafından kullanılmasına karar verildi. Bu karar hem kötü kullanımların minimuma inmesi, hem de yapının devamlı olarak bakılması açısından bir kazançtı.

Önemli bir karar gerekiyordu, minimum müdahale ile bu yapıyı nasıl kullanabilirdik. En önemli avantaj yapının zaten banka olarak planlanmış olmasıydı.

Zemin kat mimarisine, üst katla ulaşımı sağlayan merdiven dışında hemen hiç dokunmadık, belki de sonraki bir tarihte ilave edilen ve pencereleri örten ahşap merdiveni kaldırdık, ana aksa modern bir betonarme merdiven ekledik ve dikey sirkülasyonu kolaylaştırdık. Zemin kat kullanımı aynı kaldı, tüm sabit mobilyayı ve bölücü panoları onardık, aydınlatma elemanları dahil aynen muhafaza ettik.

Bu düzenleme sırasında han girişinden ara kata ulaşan merdiveni de kaldırdık. Asansör sayısını ikiye çıkardık ve böylelikle giriş holü rahatladı. Üst katlarda yer alan ara bölmeleri kaldırdık, her katta birer ofis ve tuvalet hacmi düzenledik, kulenin altına düşen bölümler hariç her kat açık ofise dönüştü, daha aydınlık ve mekânın tümünün algılandığı bir hacim oluştu.

Dış cephede koruma onarımı dışında herhangi bir müdahalede bulunmadık. Özellikle kötü dış kullanım nedeniyle tahrip olan kısmen taş, kısmen ise taş taklidi sıva olan kısımları temizledik, üzerindeki ekleri söktük.

Kopan, paslanan metaller nedeni ile patlayan sıvaları onardık, en üst katta bulunan arduvaz kaplı, eğimli dış cepheyi elden geçirdik, buradaki pencerelerin önündeki çinkoları yeniledik, bazı detay düzeltmeleri yaptık ve yer yer kopup kaybolan arduvaz örtüyü tamamladık. Gerek yapının üst örtüsünü, gerekse kule çatısındaki bakır kaplamayı tümden değiştirdik. Isıtma sistemini modernleştirdik, tüm elektrik sistemini yeniledik, günümüz kullanımı gereği klima ilave ettik.

Hemen karşısında yer alan Mimar Kemâleddin Bey yapısı I. Vakıf Han ile birlikte şehrimizin son dönem mimari kültürüne ve yapı potansiyel çok olumlu katkıları olan Germanya Han İstanbul’un önemli sivil mimarlık örneklerinden biridir. Gençliğimde merak ettiğim yeşil kubbeli yapıyı bir dönemde onarmak ve belirli bir süre daha ömür vermek bana nasip oldu, sevinçliyim, mutluyum. Dileğim daha pek çok yapının da benzeri geleceğe sahip olmasıdır. İsterim ki onlar yüzyıllar boyu tekrar tekrar kullanılsınlar ve birileri zaman zaman onlara sonsuz gençlik versin.

Uzun yıllar sonra yapı satıldı, yeni sahibi iznim olmadan yapıyı bir otele dönüştürdü.

 

Start typing and press Enter to search