Suriçi’nin Kapalı Kapılarının Eşiğinde

Suriçi’nin Kapalı Kapılarının Eşiğinde

Can Bulubay

İstanbul’un Suriçi bölgesini teşkil eden Tarihî Yarımada’nın tarihsel, kentsel, toplumsal geçmişi birçok kavram ve olgu merkeze alınarak okunabilir. İmparatorlara, saraylara, anıtsal yapılara, çok çeşitli topluluklara, tarihi değiştiren hadiselere ev sahipliği yapmış olan bu kadim yarımadadaki çok katmanlılık, dar bir bölgeye farklı statülerdeki toplulukların sıkışması sonucunu doğurmuştur. Bu farklılık da geçişlerin sınırlanmasını ve kontrol altında tutulmasını beraberinde getirmiştir. Bunu sağlayan kapılar, Suriçi’nin her noktasında değişik form ve kimliklerle karşımıza çıkmaktadır. Ancak önemli bir kısmı çeşitli nedenlerden ötürü ya yok olmuş ya da işlevlerini yitirmişlerdir. Bu yazıda söz konusu örneklerden küçük bir seçki yapılmıştır.

Küçük Ayasofya Poternesi

İstanbul’un Bizans döneminde Tarihî Yarımada’yı çevreleyen deniz surlarında gemilerin yanaşabileceği ve insanların geçiş yapabileceği uygun yükseklikte, poterne denilen küçük kapılar bulunurdu. Günümüzde Küçük Ayasofya Camii ismiyle ibadete açık olan, İmparator Justinianus döneminde (527-565) Sergios ve Bakkhos isimli azizler adına inşa edilmiş olan kilisenin merkezini teşkil ettiği manastıra denizden erişim de böyle bir kapıdan sağlanırdı. Bu kapı literatürde Küçük Ayasofya Poternesi olarak geçmektedir. Kıyının zaman içinde dolması nedeniyle denizle ilişkisi kopmuş ve işlevsiz kalmış olan kapının evsizlere sığınak olduğu eski bir fotoğrafta görülebilmektedir (Görsel 1). Resmî ismi Kennedy Caddesi olan sahil yolunun yapılmasıyla birlikte tüm sur hattı gibi bu kapının olduğu alan da toprağa gömülmüştür. Söveleri ve lentosu belli oranda görülebilen kapının iç kısmı eskiden olduğu gibi sonraki dönemlerde de evsiz insanlar tarafından kullanılmıştır. Görevliler tarafından zaman zaman bu kullanıma engel olmak maksadıyla kapının çevresine engeller yerleştirilmektedir (Görsel 2).

Topkapı Sarayı Odun Kapısı

İstanbul surlarında günümüze açık olarak ulaşmayan birçok kapı mevcut şüphesiz. Bunların bazılarının örülmemiş hâllerine Yeşilçam filmlerinde rastlamak şansına ne mutlu ki sahibiz. Örneğin, Marmara surlarının Topkapı Sarayı’nı çevreleyen bölümünde yer alan ve günümüzde örülmüş durumda bulunan Odun Kapısı’nı Erman Film yapımı 1976 tarihli Yaman Delikanlı filminde görürüz (Görsel 4). Günümüzde, Odun Kapısı’nın olduğu bölüm de dâhil olmak üzere, Sur-u Sultani olarak bilinen Topkapı Sarayı surları Cumhurbaşkanlığı Milli Saraylar Başkanlığı tarafından restore edilmektedir (Görsel 5). Kapı, surun dışından görülebiliyorsa da iç kısımdaki demir yolu tarafında toprak altında kalmıştır.

Ayasofya Meyyid Kapısı

Osmanlı döneminde Ayasofya’daki cenazeler yapının güneydoğusundaki kapıdan çıkarılır, cenaze merasiminin gerekleri yerine getirilirdi. Meyyid Kapısı (Görsel 6) olarak bilinen kapının önünde cenaze, esasında Bizans döneminden kalma büyük bir sütun başlığı olan musalla taşına koyulurdu. Mahmud Şevket Paşa, Recaizade Mahmud Ekrem, Şehzade Yusuf İzzeddin Efendi gibi tanınmış kişilerin cenaze merasimlerine ait tam bu noktada çekilmiş kareler (Görsel 7, Mahmud Şevket Paşa’nın cenazesi) arşivlerde mevcuttur. Yakın zamana dek kapının üzeri metal bir levha ile kaplıydı ve sütun başlıklarının bulunduğu alanda kalın bir toprak tabakası mevcuttu. Son 2-3 yıllık süreçte kapı önce söz konusu eklerden arındırıldı, devamında ise toprak tabakası kaldırılarak taş parçalardan oluşan özgün zemin döşemesi ortaya çıkarıldı. Ressam İbrahim Çallı’nın Milli Saraylar Resim Müzesi’nde sergilenen ve bir mekân bilgisi bulunmayan “Silah Arkadaşlığı” başlıklı resmindeki (Görsel 8) mekân bu noktadır. 1917 tarihli bu resimde, o dönemde ittifak hâlinde olan Almanların ve Osmanlı’nın birer askeri bulunmakta.

Hekimoğlu Ali Paşa Külliyesi Dış Avlu Kapısı

Sultan I. Mahmud dönemi sadrazamlarından Hekimoğlu Ali Paşa’nın 1734 yılında inşa ettirdiği külliye, günümüzde kapladığı alanın aksine geçmişte hayli geniş bir alana yayılmaktaydı. Külliyenin dış avlusuna güney yönden girişi sağlayan kapının (Görsel 9) günümüzde Kocamustafapaşa Caddesi üzerinde, kaldırımın ortasında, avlu duvarları olmadan, tek başına kalmış olması, geçmiş yıllardaki kentsel müdahalelerin ne kadar yanlış olduğunu gösteren önemli ve bir o kadar da üzücü bir göstergedir. Bu dış avlu kapısı ile iç avlu arasındaki alanda artık onlarca apartman bulunmaktadır.

Sümer Sineması Kapısı

Eski İstanbul’un sosyal hayatının en önemli unsurlarından biri yazlık sinemalardı. Mahallelerin birçok noktasında bulunan yazlık sinemalardan günümüze çok az sayıda örnek ulaşmıştır. Bir tanesi de Ayvansaray Mahallesi sınırları içinde kalan Sümer Sineması’dır. Mekânın, aynı işleviyle 2003 yapımı Sultan Makamı dizisinde de kullanılmış olması hoş bir detaydır. Sinemanın beyaz perde niteliğindeki duvarı (Görsel 10) hâlen varlığını korusa da mekân, uzun zamandır kapalı ve şık ferforje kapısının kilitli oluşuyla (Görsel 11) İstanbul’un mekânsal ve toplumsal dönüşümüne dair çok şey anlatmaktadır.

Kasturya Sinagogu Kapısı

Suriçi’nde birçok dinî yapı, yangınlar, cemaatin göç etmesi, kentsel müdahaleler gibi nedenlerle yok olmuş veya atıl durumda kalmıştır. Ancak bazılarının karakteristik kapıları günümüze ulaşabilmiştir. Ayvansaray Mahallesi sınırları dâhilindeki Kasturya Sinagogu’nun kapısı da bunlardan biridir (Görsel 12). Makedonya’nın Kasturya kasabasından göç eden Yahudiler tarafından inşa edilen sinagog 1453 yılında açılmış, 1801 yılında ahşap olarak yeniden inşa edilmiştir. 1937 yılında terk edilen yapı günümüze ulaşmamıştır [2]. Sinagogun dikkat çekici kapısı ise Osmanlı başkentinin geçmişteki kozmopolit yapısına dair çarpıcı bir anlatı sunmaktadır. Birçok azınlık yapısı gibi bu sinagog kalıntıları da ara ara saldırıya uğramaktadır. İki yıl önce ulusal medyada da yer alan haberlerde de değinildiği üzere kimliği belirsiz kişiler tarafından söz konusu kapı yakılmış, yangına kısa sürede müdahale edilmişti.

Unkapanı Değirmeni Kapısı

Bizans döneminde bir buğday pazarı bulunan alanda Osmanlı ticaret ve lojistik ağının kritik unsurlarından kapanların en bilinenlerinden biri olan un kapanının bulunmasından ötürü “Unkapanı” ismini alan semtte bulunan ve aynı adı taşıyan değirmen yapısı 19. yüzyılın son bölümüne tarihlenir. Değişen ve gelişen teknoloji ile birlikte değirmenlerin çalışma biçimleri de değişmiş, buharla ve elektrikle çalışan değirmenler devreye girmiş, Unkapanı Değirmeni de bu yenilikler ışığında inşa edilmiştir (Görsel 13). Ancak birçok kültür varlığımız gibi bu değirmen de uzun süre atıl kalmış, otopark veya kağıt toplayıcılarının deposu olarak kullanılmış, büyük tahribata uğramıştır. Tarihî kapısı da (Görsel 14) uzun yıllardır kapalı olan değirmen için resmî kurumlar nezdinde senelere yayılan girişimler yapılmış olsa da mülkiyet, izin ve bağlı sorunlar nedeniyle henüz kent hayatına katılamamıştır.

Khalke Kapısı

Osmanlı gibi Bizans’ın da merkezi olan Sultanahmet’te imparatorluğun “Büyük Saray”ının “Khalke” isminde anıtsal bir giriş kapısı bulunmaktaydı (Görsel 15). Üzerinde bulunduğu söylenen kilisenin, yanındaki mahzenlerle birlikte Osmanlı döneminde başta aslanlar olmak üzere çeşitli hayvanların tutulduğu “Arslanhane” ve sonraki dönemde ise saray nakkaşlarının tutulduğu “Nakkaşhane” olarak kullanıldığı biliniyor [3]. Bu alanda 19. yüzyılda “Darülfünun” olarak bildiğimiz ve Fossati Kardeşler tarafından tasarlanan yapının inşa edilmesi, ilgili kapı başta olmak üzere birçok Bizans dönemi yapısına ciddi zarar vermiştir. Geçtiğimiz yıllarda yapılan kazılarda geniş bir alanda bu kapının izleri ve birçok kalıntı ortaya çıkarılmıştır. Henüz ziyarete açık olmayan bu kalıntılar Ayasofya ve Eski Sultanahmet Cezaevi arasında kalan alanda gözlenebilmektedir.

Cizre Ulu Cami Kapısı

Suriçi’nin kendi kapıları kadar başka coğrafyalardan getirilmiş kapıları da kayda değerdir. Cizre Ulu Cami’nin kapısı da bunlardan biridir (Görsel 16). Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nde sergilenen, üzerinde muazzam geometrik motifler barındıran kapı olanca ihtişamıyla ziyaretçilerini karşılamaktadır. Kapının ejder figürlü tokmağının bir parçası 1969’da çalınmıştır ve Danimarka’da David Samling Müzesi’nde sergilenmektedir. Resmî kurumlar tarafından, kapının eksik parçasının müzeye kazandırılması çalışmaları uzun yıllardır sürdürülmektedir.

Sultanahmet Cezaevi Hücre Kapısı

İşlevini yitirmiş ve ait olduğu yerin uzağında bulunan kapılar da söz konusudur. Nazım Hikmet Ran, Necip Fazıl Kısakürek, Kemal Tahir, Vedat Türkali, Aziz Nesin, Orhan Kemal gibi isimlerin de bir süre yatmış olduğu, Dersaadet Cinayet Tevkifhanesi veya İstanbul Tevkifhanesi olarak da anılan Sultanahmet Cezaevi’nin hücre kapılarından biri Küçükayasofya Camii’nin medrese bölümünün avlusunda cami ziyaretçilerini şaşırtmaktadır (Görsel 17).

 

[1] Kerim Altuğ, Arkeolojik Gezi Rehberi: Yeraltındaki İstanbul, İBB Yayınları, 2022, s. 248.

[2] http://envanter.gov.tr/anit/index/detay/50625

[3] Altuğ, s. 63.

 

 

Start typing and press Enter to search