BEN CANKURTARAN’DA DOĞDUM BÜYÜDÜM…

BEN CANKURTARAN’DA DOĞDUM BÜYÜDÜM…
Nevin Taş
Sümeyye Küçükkural Aydın
İnsanlık tarihinin oluşumundan günümüze değin sözlü gelenek hep var olmuştur. Tarihin hafızasını ortaya koyabilmek ve nesiller arası aktarımlar yapabilmek amacıyla sözlü tarih bilimsel bir yöntem olarak kullanılmaktadır. Sözlü tarih, resmi belgelere yansımayan gündelik yaşamın, geçmiş seslerini kayıt altına alarak bellekleri kalıcı hale getirirken; duyguları, hisleri göz önünde bulundurarak insani nitelikleri de değerlendirmeye almaktadır. Hafızalarda yer edinmiş hatıraları ve olayları, yaşayan kişinin aktarımıyla sonraki nesillere ileterek kalıcı hale getirmek sözlü tarihin amaçlarındandır.
Fatih ilçesinde yaşanmış kültürel hafızayı insanlar ve mekânlar üzerinden belgelemek, geçmişten geleceğe değişimin kaydını tutmak amacı doğrultusunda Fatih Belediyesi Zeyrek Akademi bünyesinde Sözlü Tarih Çalışmaları gerçekleştirmekteyiz.
“Fatih’teki Kültürel Miras Mekânlarının Gündelik Hayattaki Yeri ve Dönüşümü” Projesi kapsamında; Fatih’te yaşamış, değişik etnik kökenlere ve inançlara mensup, farklı meslek gruplarından kişilerle görüşmeler yapmaktayız. Bu görüşmeler vasıtasıyla, geçmişte Fatih’te yaşamış insanlardan, eski Fatih’e dair hafızalardaki olayları, mekânları, gelenekleri, oyunları gibi kültür başlıklarını dinleyerek bugünün ve geleceğin Fatih’ine ışık tutmayı amaçlamaktayız.
Sözlü Tarih projemizin görüşmecilerinden Nevin Taş, 1952 yılında Cankurtaran’da doğmuştur. İlkokul öğrenimini Cevrikalfa İlköğretim Okulu’nda görmüş, Çemberlitaş Kız Lisesi ile de eğitim hayatına devam etmiştir. Çocukluğunu, amcası Erol Taş’ın kahvehanesinde ve de film setlerinde geçirdiğini, bu sayede Yeşilçam’ın usta isimleriyle bir arada bulunduğunu, bu dönem ile ilgili hoş anılar barındırdığını aktarmaktadır. Yirmi bir senedir bilfiil doğup büyüdüğü Cankurtaran Mahallesi’nin muhtarlığını yapmakta, günümüzde görevini halen sürdürmektedir. Şimdi mahallesini ve bölgedeki hatıralarını onun anlatımıyla dinleyelim:
“Ben Cankurtaran’da doğup büyüdüm. Şu anda da 2002’den beri 5 dönemdir Cankurtaran Mahallesi’nin muhtarlığını yapıyorum. Çocukluğum Cankurtaran’ın sokaklarında geçti, o zamanlar kötü bir durumda değildi ortam, biz hiç kapımızı kilitlemezdik. Parkımız vardı oraya giderdik, piknik için Gülhane Parkı’na giderdik. Hayvanat bahçemiz vardı burada, tepede de konserler verilirdi. Aşık Veysel’i hiç unutamıyorum, eşi Gülşah da vardı. Aşık Veysel çalardı, söylerdi, biz de dinlerdik, çok hoşumuza giderdi. Yine aynı yerde havuzlu bahçe vardı, orada Hacivat ve Karagöz oynatırlardı. Babam bizi onları seyretmeye götürürdü.
Şu anki öğretmenler evinin orası 44. Mektebi’ydi. Ahşaptı içerisi, kocaman bir bahçesi vardı, biz orada oynardık. Sahile de yakındı tabii ama biz o zaman çocuk olduğumuz için gidemiyorduk. Benim çocuklarımın ikisi de bu okulda okudular. Ahşap merdivenleri olan çok şirin bir okuldu. Şuan restorasyon geçirdi ve öğretmenler evi olarak kullanılmaya devam ediyor.
Gençliğimizde, çocukluğumuzda camileri gezerdik; Sultanahmet Camii,Akbıyık Camii’si, Firuzağa Camii,İshakpaşa Camii’si ilk aklıma gelenler. Biz onları da gezerdik ve tabii ki Ayasofya’ya da giderdik. Özellikle ramazanlarda teravihe giderdik. Bize çok yakın olduğu için Akbıyık Camii veİshakpaşa Camii’ne sabah namazı için giderdik. Yaşlı teyzelerle beraber namaz kılardık, uzun etek giyerdik. Bunları hatırlamak çok güzel.
Cankurtaran’da ahşap bir evde oturuyorduk, çok viran bir evdi. Sonra eve restorasyon yapılınca tahliye ettik.Cankurtaran’dacumbalı çok güzel evlerimiz vardı, kafes kafes camları olurdu. Sonra bu ahşap evler iyice metruk olunca, viranlaşınca bazılarına restorasyon yapıldı, çoğu da otel oldu.
Cankurtaran’ın ilk muhtarı Abdullah Naccaroğlu’dur.Kendisiugünkü öğretmenler evinin tam karşısındaki büyük alanaCankurtaranlılar için ilk yazlık sinemayı açtı. Her akşam oralara giderdik. O zaman ahşaptan sandalyeler vardı, çekirdeğimizi fıstığımızı alırdık film izlemeye giderdik.
Mahalle kültürümüz çok güzeldi.Herkes her sabah kalkar, evinin önüne süpürür, silerdi. Biz oralarda otururduk. Bir hastalık,düğün veyaölüm olduğunda biz hep birlikteydik. Herkes birbirine yemek götürür getirirdi. Ama maalesef şu an o günkü mahalle kültürümüz adına bir şey kalmadı. Cankurtaran’da şu an için yine komşularla yine irtibat halindeyiz, mahalle kültürümüz eskisi gibi olmasa da biraz devam ediyor. Bu da ben olduğum süre içerisinde oldu tabii… Komşularımızla düğünlerimizde, cenazemizde, hastamız olduğunda yine hep beraberiz. Mahalle kültürümüzü devam ettirmeye çalışıyorum. Bazen bana diyorlar “Nevin abla sen hiç burdan kopamaz mısın?” Kopamam ki! Bir de şöyle diyorlar, “Nevin abla sen olmasan bu mahalle tamamen biter nasıl ki sizin Erol Taş’ın kahvehanesi kapandı bitti. Sen de burada olmasan Cankurtaran tamamıyla biter.” Ben biraz toparlamaya çalışıyorum mahallemizi inşallah.
Erol Taş amcamdır. Amcam genellikle filmlere gittiği için kahvehanesini babam çalıştırıyordu. Amcamın çoğu filmi de Cankurtaran’da çekildi. Mesela Kadir Savun, Hüseyin Baradan, Cüneyt Arkın yani çok çok eskiler gelirdi. Ben de çocuktum yani bahçede dolaşırdım. Severlerdi beni de. Yerleşim yeri çoktu. Orası, o trenden inen insanlar olurdu, dizi seyrederlerdi. Amcamı görmek için gelirlerdi diğer artistleri de görürlerdi. Çoğunlukla Türk sinemasında çevrilen filmler Cankurtaran’daydı. Şimdi yerleşim yeri olmadığı içinde gelen olmuyor. Amcamın kahvehanesi de Eminönü Hizmet Vakfı adınaydı, amcam rahmetli olduktan sonra bir süre damadı çalıştırdı orayı fakat o da yapamadı. Yapamayınca birkaç kez el değiştirdi. Şu anda da orası harabe gibi. Ben çok üzülüyorum şahsen. Yani ben yeğeni olduğum için değil herhangi bir kişi, vatandaşlar da çok üzülüyor. “Nevin abla burayı nasıl değerlendiremedin” diyorlar. Herkes amcama ait olan bir yer olarak düşünüyordu ama değil, vakıf yeriydi. Sonra orayı tahliye ettiler. Şu anda viran vaziyette, gördünüz. Üstü zaten kapalıydı, ortada soba yanardı. Orada amcam bize kestane pişirirdi. Film artistlerimiz de oradaydı Türk sinemasının artistleri gelirdi. Her gün orası bir mahşerdi. Otururduk , sabahlara kadar ben de onlarla birlikteydim. Evimizde yakın zaten. İnsanlar buraya amcamı görmek için de gelirdi. Amcam da onlara çaysa çay, yemekse yemek ısmarlardı. Eli açıktı. Ramazanlarda iftar, sahur bile yapıyorduk orada. Vatandaşlarımız da gelirdi, her ramazanda halka açık iftarlar verirdik. Amcamı gördükten sonra iftara yetişmek için trene koşmaya çalışırlardı. Babam iftara yetişeceklerini öğrenince onları yoldan döndürür, sofralar kurardı. Yemekleri de kız kardeşimle biz yapardık. Hep beraberce yerdik. Orada bir öğrenci yurdu da vardı, biz o yurttaki öğrencilere yemekler götürürdük mahalleli olarak. Böyle bir kültürümüz vardı. Cankurtaran’da doğup, büyümekten, Fatih’li olmaktan gurur duyuyorum, çok seviyorum Fatih’i.”

 

Start typing and press Enter to search