DAİMA KUTSAL: SU
DAİMA KUTSAL: SU
Murat Sav
Toprak, nasıl dişil olarak kabul edilmişse, su da eril olarak algılanmıştır. Dört temel elementten biri olarak kabul edilen su, muhtemelen ilk insanlardan beridir kutsal olarak kabul görmüştür. Antik Yunan felsefesinin ciddi bir noktasını kapsayan su hakkında çeşitli sözler de sarf edilmiştir. Öyle ya, su hem dünyanın hem de insan vücudunun önemli bir oranını meydana getiriyordu. Yaşam döngüsünün kaynağıydı. Sadece günlük tüketim, temizlik için değil, tarımda, hayvancılıkta da hayatın tanımıydı.
Su perileri vardı insan belleğinde. Devasa boyutlu okyanuslar, Okeanus ve Poseidon ile kişiselleşti. Deniz yolculuğuna çıkılmadan önce ve uygun rüzgârlar yoksa önce bu tanrılara adaklar sunuldu. Çünkü tıpkı tabiat gibi su da canlıydı.
Berrak, tatlı su kaynakları kutsal kabul edildi. Toprak ananın bağrından geliyordu çünkü ve canlılık için bir nimetti. Yalnızca nimet değildi. Şifa veren bir kaynaktı.
Suya atılan para veya yanı başına bırakılan bir adak objesi, toprak tanrıçasına sunulan bir şükrandan başka bir şey değildi.
Bir de Asklepeionlar vardı. Hastalığına şifa bulmak için gelinen ve bir nevi hastane olan bu noktalar, şifa tanrısı Asklepios’a adanmıştı. Bir kompleks olan Asklepeionlarda su ile ilgili olarak hamam, termal veya akar suların tedavi edici özelliklerinden faydalanılıyordu.
Suyun sesi çok eski dönemlerden beridir şifa verici, sakinleştirici özelliğe sahip olduğundan bir tür tedavi yöntemi olarak kullanılıyordu. Hatta Osmanlı döneminde inşa edilen şifahanelerde (yani, hastaneler) büyükçe bir kubbenin altında bulunan fıskiyeli havuzun da mantığı aynıydı. Bu havuzun etrafında, kubbeden yansıyan suyun dinlendirici etkisi, hastaları huşu içinde bırakıyordu.
Termaller, magmatik kökenli sular olduğundan bu tür suların çıktığı kaynaklar da kutsal kabul edilmişti. Özellikle Romalılar, termallerin olduğu yerlere inşâ ettikleri havuzlar aracılığıyla bu tür suların şifalandırıcı özelliklerinden faydalanmışlardı.
Lygos, Byzantion, Constantinopolis ve İstanbul. Özellikle denize doğru inen eğimi fazla yamaçları ile ünlü bu kent, kayalar üzerine oturduğundan su kaynakları açısından oldukça fakirdi. Bu nedenle binlerce yıldan beridir insanoğlunun kullandığı yönteme başvurularak, Byzantion döneminde sarnıçlar inşa ettikleri sanılmaktadır. Roma döneminde ise gerek İmparator Hadrianus ve gerekse Septimius Severus dönemlerinde kente su kanalları yapılarak, Trakya kesiminden su getirildiği bilinmektedir. Valentinianus tarafından da 4. yüzyılın üçüncü çeyreğindeki meşhur kemer vasıtasıyla ve muhtemelen eski hattı takip ederek, kente su getirilir.
Bizans döneminde zaman zaman baş gösteren su sorunu için çeşitli kanunlar çıkarılmıştır. İstanbul için bu denli önemli olan su kaynaklarından biri, Bayram Paşa Deresi adını da alan ve günümüzdeki adıyla Vatan Caddesi hattını takip ederek, Yenikapı’daki limandan denize dökülen Lykos Deresi, kent merkezinin tek akarsuyu olma özelliğindeydi.
DİNLERDE SU
Su, bir arınma yöntemiydi. Temizlik yalnızca günlük bir fiilken Hristiyanlıktaki vaftiz, su ile yapılan ve günahlardan temizlenmeyi sağlayan bir ritüeldi. Yahya Peygamber tarafından yapılan vaftiz, zamanla nehirde değil, kiliselere bir birim olarak eklenen merkezi planlı vaftizhanelerde yapılır olmuştu. Yapının ortasında, genellikle mermerden yapılmış olan ve vaftiz teknesi adı verilen, bir insanın rahatlıkla içine sığabileceği ölçekteki bu teknelerde vaftiz olanlar Hristiyanlığa geçiş yapıyordu. Vaftiz törenleri zamanla sembolik bir hal almıştır.
Gerek mitolojik anlatımlarda gerekse kutsal dinlerde tufan miti çok önemli yer kaplamaktadır. Sümerlilerdeki tufan miti gibi eski Yunanlılar’daki Deukalion ve eşi Pyrrha’nın yaptıkları deniz taşıtı sayesinde tufandan kurtuluşlarında olduğu gibi Nuh Tufanı’ndan da çıkan sonuca göre tanrı veya tanrılar tarafından su, taşkınlık yapan insanların cezalandırılması için seçilen bir araç olmuştu.
Bizans Dönemi’nde kiliselerin ön avlusundaki phialeler ve camilerin iç avlusundaki şadırvanların her ikisi de temizlenme amacı güden yapılardı.
“Kutsal su” anlamındaki ayazmalar, iyileştici bir güç olarak kabul edilmekteydi. Tarihi Yarımada içinde çok sayıdaki ayazma Osmanlı döneminden kalmadır. Bağımsız ayazmalar dışında kiliselerin nartekslerinde veya herhangi bir yönünde genellikle bir ayazma bulunmaktadır. Bizans döneminde olduğu gibi Osmanlı döneminde de Rumlara ait kiliseler genellikle kutsal kabul edilen su kaynaklarının üzerinde veya yanında inşâ edilmiştir. Akbıyık’ta, 74 ada 38 parseldeki binanın yaklaşık -7 metre altında yer alan Bizans döneminden kalma ayazma ise muhtemelen Hristiyanlık öncesi döneme gidecek kadar eskidir. Suyun geldiği kanalın üst kısmı kemer şeklinde düzenlenmiş ve kemer içinde de bir Meryem Ana tasvirine yer verilmiştir. Ancak tasvir oldukça yıpranmıştır. Bizans döneminden beridir ayazma olarak kullanılan Ayvansaray’daki Blakherna Ayazması da bu kapsamda değerlendirilebilir. Çok eski çağlardan beridir kutsal sayılan su kaynaklarına verilen önem, Ortodoks inancı tarafından günümüze değin bu yolla taşınmıştır.
İslamiyette su, temizliğin temel aracıdır. Özellikle akan sudan faydalanılarak yapılan temizlik önem teşkil etmekteydi.
İslamiyet’te kutsal kabul edilen ve Mekke yakınlarındaki Zemzem Kuyusu’ndan çıkan suyun, Hz. İbrahim’in oğlu Hz. İsmail tarafından bulunduğuna inanılmaktadır.
Varoluş için temel olma fonksiyonunun dışında inanç ve ritüelleri derinden etkileyen bir element olarak su, hiç kuşkusuz zorunluluğun diğer adıdır. İster İstanbul’da olsun ister dünyanın her yerinde olsun.